G Ü L B A N K
Mustafa UZUN
Gülbank, Farsça birleşik bir kelime olup “gül sesi, bülbül şakıması” anlamına gelmektedir. Çiçek adı olan “gül” ile “ses, seda, haykırma” mânâsına kullanılan “bang” kelimelerinden meydana gelmiştir. Gerek Türkçe gerekse Farsça sözlüklerde kelimeye birbirine yakın anlamlar verildiği görülmektedir} Mütercim Âsim “gülbâm” kelimesi hakkında bilgi verirken “Ol perde bîrûn âhenk ve gülbankdır ki mehterler nevbete başlarken ve salâtîn ü vüzerâ süvâr olurken çavuşlar yekdehen demsâz olurlar” demekte, ardından yer verdiği “gülbank” kelimesi için “Bu dahî ol mânâdadır ve bülbül avâzına da denir” açıklamasını yapmaktadır. Şemseddin Sâmî ise bu kelimeye “Bir cemaat tarafından bir ağızdan makamla çağrılan duâ ve sürûcl ve âhenk veya tekbir ve tehlil; vaktiyle mektebe yeni başlayan çocuğun hânesi kapısının önünde mektep çocuklarının ettikleri duâ” anlamını vermektedir. Hüseyin Kâzım Kadri ise kelimeyi “Âyinlerde ve bazı merasimde müteaddit adamlar tarafından duâ ve alkış tarzında hep bir ağızdan bağrışma” şeklinde îzah etmiştir. Gülbank Türkçe Sozlük’tiT “Hep bir ağızdan ve makamla yapılan duâ veya ant” diye karşılanmıştır. Gülbank okunması için daha çok gülbank çekmek deyimi kullanılmıştır. Kelimenin dilimizde gülbenk, gülbank şeklinde iki telaffuzu olduğu gibi Farsça telaffuzun tesiriyle gülbang sûretincle yazıldığı da görülmektedir.
Dihhudâ, Fars edebiyatında da geniş ölçüde kullanılan gülbank kelimesinin gülbâm ile aynı mânâya geldiğine işâret ettikten sonra, “coşkulu bir şekilde yüksek sesle bağırmak, savaş sırasında askerlerin attığı na’ra, bülbül sesi, müjde ve İran mûsikisinde bir makam adı” olarak kullanılışına bir çok şâir ve yazardan çeşitli örnekler vermektedir.3
Kelime bir terim olarak ele alındığında ise karşımıza bir tasavvuf ve tarîkat ıstılâhı olarak çıktığı gibi, Yeniçerilik törenlerinde kullanılan bir askerî
tâbir olma özelliğini de göstermektedir. Süleyman Uludağ bir tasavvuf terimi olarak yer verdiği kelime hakkında “belli hususlar için tertip edilmiş dualar” şeklinde yetersiz bir tarif vermekte, Gölpmarlı ise “terim olarak, yüce ve bir ağızdan bağırışa denir” dedikten sonra Yeniçeri ve Bektaşî gülbanklarına kısa örnekler vermektedir. Pakalın da, uzun bir yer ayırdığı gülbank maddesinde kelimeyi bir askerlik ıstılahı olarak “Yeniçerilerce bir takım mürettep dualara verilen addır” diye tarif etmekte, sûfiyye tabiri olarak da “Bektaşî ve Mevlevî tarikatlarında … muhtelif vesilelerle gülbank çekildiğini” belirterek örneklere geçmektedir.
Dikkat edilirse kullandığı yerler ve çekiliş tarzları gözönüne alındığında bütün bu tariflerin gülbank için tek başına yeterli veya kapsamlı karşılıklar olmaktan uzak düştüklerini söylemek mümkündür. Ancak bütün bu tariflerde müştereken zikredilen en önemli husus gülbank’ın “bir takım dualar” oluşudur.
Gülbank kelimesi Türk edebiyatında yukarıdaki mânâları yanında zaman zaman değişik anlamlarla da kullanılmıştır. Nef’î’nin:
“Erişe müjde-i feth ü zafer etraf u eknâfa
Tuta dünyayı hep gülbank-ı kûs-i rıusret-âvâzî’
mısraında gülbank, zafer havaları vuran kös sesi, zafer nârası anlamındadır. Surûrî’nin:
“Hükm-i âsafla arşı aldı erbâb-ı salâh
İşitip gülbank-ı İslâm ’ı adû etti enîri’
beytinde ise şâir, gülbank kelimesini tekbir ve tehlil yerine kullanmıştır.
Yahya Kemal’in bir mehter marşı olarak bestelenmiş “Yeniçeriye Gazel” acili şiirindeki:
“ Vurperıçe-i Alî’deki şemşîr aşkına
Gülbankı âsmânı tutan pîr aşkmd’
beytinde ise duâ ve zikir anlamınadır.
Şeyh Gâlib’in bir na’tindeki,
“ Gülbank-ı kudûmun çekilir arş-ı Hüdâ ’da
Esmâ-ı şerifin anılır arz u semâdd’
beytinde Hz. Peygamber’in namının arş ve semâda yankılanması gülbank kelimesiyle ifade edilmiştir. Kelimenin kuş sesi mânâsına kullanılışına ise Ganîzâde Nâdirî’nin Bâkî’yi tahmîsen kaleme aldığı şu mısralar örnek verilebilir:
“ Şâhenşeh-i nevruz eder her kişveri pür zîh ü fer
Ezhârdan asker çeker rûy-i zemîne ser-be-ser
Şâhâne nevbettir ana gülbank-ı mürgân-ı seher1’
Ayrıca Fars ve Türk edebiyatında gülbank-ı müselmânî ve gülbank-ı Muhammedi tamlamaları ezan için kullanılmıştır.
Bu bilgiler ışığında gülbank için şöyle bir tarif yapmak mümkün görülmektedir: “Çeşitli tarikat toplantılarıyla dînî, askerî, mülkî bazı törenlerde belli bir edâ veya makamla, bazan topluca okunan duâ”.
Gülbanklar yapılacak işin hayırlı ve uğurlu olması veya girişilen işte sağlık-esenlik ve başarı talebi için çoğu kere daha rahat anlaşılabilecek, hemen hemen kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah’a yalvarıp yakarmayı, daha doğrusu niyâzı ihtiva eden duâ metinleridir. Bundan dolayı Osmanlı toplum hayatında çeşitli toplantılar yanında dînî törenlerde, özellikle tarîkatlarca yapılan zikir ve merasimlerde okunan birbirinden farklı gülbank metinleri ortaya çıkmıştır. Bunların en belirgin vasıfları, nisbeten sâde bir nesirle yazılmış olmaları yanında, dualar gibi secî ve iç kafiyeleri olan, bu özelliği sebebiyle, belli bir edâ ile yüksek sesle okunmaya elverişli melodik bir yapıya ve âhenge sahip bulunmalarıdır. Gülbanklar bir işe başlanmadan okunduğu gibi ekseriya yapılan işin ardından okunmaktadır. Nitekim mektep gülbankı talebelerin ilk mektebe başlama merâsiminde, nikâh gülbankı, nikâh akdinin ardından okunmaktadır.
Aralarında bazı farklar olmakla birlikte terceman kelimesi de zaman zaman gülbank ile eş manâlı olarak kullanılan bir tabirdir. Bir işe başlanırken yahut bitirildikten sonra okunan manzum veya mensur, Arapça, Farsça, Türkçe duâ ve sena ifade eden ibareler demek olan terceman ile gülbank arasındaki en mühim fark, terceman’ın, yatağa girildiğinde, uykudan kalkıldığında, yüz yıkanırken, tıraş olunurken, yeni ay görüldüğünde, bir kabir veya türbe ziyaret edildiğinde ve benzeri günlük şahsî işlerde, işi yapan kişi tarafından tek başına da okunabilmesidir. Gülbank ise topluca yapılan bir merasim esnasında ve belirli bir âdap içinde Şeyh, Dede, Baba veya duâhan, duâgû, duâcı gibi, bu işle vazifeli kişilerce okunur. Ayrıca tercemanların özellikle manzum olanlarının bir kısmının müellifleri belli olduğu halde gülbanklar anonimdir.
Bir de tercemanlar daha çok Bektâşîlerle Fütüvvet ehli arasında yaygındır. Konuyla ilgili makalesinde fütüvvet ehli tercemanları hakkında geniş bilgi veren Gölpınarlı, bunların Alevî ve Bektaşî tercemanlarıyla alâkasına da işaret etmiştir. Neşet Çağatay ise Seyyid Muhammed Alâeddin el-Hüseynî er- Radavî’nin Miftabu’d-Dekâyık Beyânu’l-Fütüvve ve’l-Hakâyık acili fütüvvetnamesinde bulunan 14’ü Türkçe, 7’si Farsça tercemanı neşretmiştir. Cavit Sunar da eserinde Bektâşî tercemanlarından bir çok örnek vermektedir.
Halk arasında tekerleme halinde belli zamanlarda söylenen manzum anonim ifadeler de bu grupta mütalaa edilebilecek benzer bir kalıptır ve bunlar da Fütüvvet ve Bektâşîlik kanalıyla halka intikal etmiş olmalıdır. Mesela yeni ay görüldüğünde okunan:
“Ay gördüm Allah
Âmentü billah
Günahlarım varsa
Affeyle Allah” tekerlemesi hemen hemen terceman gibidir.
Bektâşîlerin “Çâr-clarb tıraş” (saç, sakal, kaş ve bıyıkların kelimesi) olurken okudukları tıraş tercemanı bu hususta fikir verebilecek manzum bir örnektir; Tıraştan önce:
“Tıraş olmak bugürı minnet Hûda’ya
Tevellâ eyledik biz Mustafa’ya
Teberrâ eyledik hem Hâricî’ye
Olup bende Aliyyü’l-Murtazâ’yd’
tercemanı okunur.
Tıraş olduktan sonra ise:
“Tıraş olduk bugün elhamdü-lillah
Hüdâ birliğine eş-şükril-lillah
Muhammed’le Ali ‘rıirı hürmetiyçün
Bu dergahtan ayırma ey GanîŞâb”
tercemanı okunurdu.
Tekkenin çeıağları uyandırılırken (kandilleri yakılırken) çerağcı tarafından okunan çerağ tercemanı da mensur bir örnektir:
“Seyyidü’s-sâdât, muhibbu’s-sâdât, hulâsa-i mevcudat, fahr-i kâinat Muhammed Mustafa râ salavât! Ber cemal-i Muhammed, kemâl-i İmam Hüseyn, Muhammed Mustafa râ salavât”.
Özellikle Bektâşîlerde çok zengin bir terceman edebiyatı gelişmiştir. Nitekim İsmail Erünsaİ’ın özel kütüphanesinde bulunan yazma bir cönkte clâr, tâc, vudû fabelest), gusul, ikrar, vedâ, eşik, çamaşır, post, meydan, teslim, niyaz, tiğ-bend, ziyaret-i türbe, tevbe, su, lokma, yatak, çırağ, hak hayırlı” başlıkları altında yirmi terceman metni ile bir sabah gülbangi yer almaktadır. Mir’âtü’l-Mekâsıd’Mr ise bunlardan başka “tebdîl-i libâs, recâ, tekbîr-i teslîm, fenâî, pâlhenk, kanberiyye, tennure, dolak (sarık), nefîr, cümcüme, mengûş (küpe), keşkül, serbest, clestegül” tercemanlarının metinleri de kaydedilmiştir.1? Çoğunluğu mensur ve herbirinin başında mevzuya uygun bir âyetin yer aklığı görülen bu tercemanlarda, sayı ve çeşitlilik itibariyle görülen zenginlik ele Bektâşîlikte terceman okumaya ne kadar önem verildiğini göstermektedir.
Osmanlı toplum hayatında gülbank çekmeye öncelikle çeşitli tarikat toplantılarında büyük önem verildiği bilinmektedir. Bunlar arasında bilhassa Mevlevî, Bektaşî ve Halvetîliğin bazı kollarında Gülbank çekmek yaygın bir gelenektir. Bektaşî tarikatına bağlı Yeniçeri ocağında da önemli bir an’ane halinde asırlarca yaşamış ve bir örneği Türk askerî müziği olan Mehter
törenleriyle günümüze ulaşmıştır. Ayrıca fütüvvet ehli arasında yapılan yârân toplantılarıyla çıraklık, kalfalık, ustalık gibi esnaf teşkilatı merasimlerinde de gülbank’ın önemli bir yeri vardır.
Bazı bölümleri Arapça ve Farsça, büyük bir kısmı ise Türkçe olan gülbanklar arasında Mevlevî gülbanklarının baş taraflarında bazan konuya uygun ve Mesnevî’den seçilmiş Farsça beyitler, nâdir olarak da bazı Arapça ibareler yer alır. Bektaşîlikle diğer tarikatlarda ise Farsçanın yerini daha çok Arapça ibarelerin aldığı söylenebilir. Çok uzun metinler olduğu gibi kısa birkaç cümlelik gülbanklar ela vardır. Gülbanklara daima “Allah Allah İllallah, Allah Allah eyvallah, bism-i Şâh Allah Allah” gibi kalıplaşmış bir ifade içinde tekrar edilen Allah adı ile başlanır. Hangi iş için tertiplenmişse ona işaret eden bir veya birkaç cümle ile devam eder, ardından klasik duâ cümleleri yer alır ki bu kısım, gülbankın en uzun bölümünü teşkil eder. Nihayet Hz. Peygamber ve Hz. Ali’nin adlarıyla gülbank çekenin bağlı olduğu tarikat silsilesinden önde gelen bazı şeyhler ve özellikle son şeyhin ismi anılır. Bu zevattan meded ve himmet talebinin ardından “Demine devranına hû diyelim” sözüyle sona erer. Dinleyenlerin bir ağızdan yyüksek sesle “hû” diyerek karşılık vermeleriyle gülbank çekme işi tamamlanır. Bu son “hû”nun nefes yettiğince uzatılması gülbank çekmenin ayrılmaz bir özelliğidir.
Mevlevîler’de gülbank çekilirken hazır bulunanlar sonuna kadar sessizce dinler ve sadece son “hû”ya iştirak ederler. Bektaşî ve Alevîlerde ise gülbank çekilirken muhib ve dervişler niyaz vaziyeti alır, yani ayakta bulunanlar ayağını mühürler, ellerini niyaz vaziyetinde tutar; oturanlar sağ ellerinin parmak uçlarını sol ellerinin parmak uçları üstüne koyacak şekilde yere değdirip üzerine secde ederler ve gülbank sonuna kadar bu vaziyette kalırlar; gülbank bitince “hû” diyerek niyâzdan kalkarlar. Ayrıca bu esnâda “Allah Allah” diye belli bir âhenk ile zikrederek gülbanka iştirak ederler; bu da gülbanka bir nevi müzikalite katarak, dinleyenler üzerinde dînî bir coşku ve heyacana sebep olacak bir tesir icra eder. Diğer tarikatlarda ise dervişler secde durumunda “Allah Allah” diye zikrederek gülbank çekimine katılırlar.
TÜRK TASAVVUF EDEBİYATINDA BİR DUÂ VE NİYÂZ TARZI
İLGİLİ YAZILAR