Tarihsel Giriş Sivas, Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat, Erzincan ve Tunceli’nin oluşturduğu coğrafi kuşakta (Yerleşik birimde) yerleşik halkın siyasal ve inançsal yapısı çeşitlilik gösterir. Bu coğrafi bölgede, Alevi (Kızılbaş), Sünni, Ermeni, Kürt, Türkmen, Zaza gibi etnik ya da inançsal topluluklar iç içe yaşamaktadırlar. Bu topluluklar, kimi zaman birbirlerine karşı üstünlük elde etme kavgalarına girişmiş, kimi zaman da Selçuklu ve Osmanlıların baskısına, sömürü ve asimilasyon uygulamalarına karşı ortaklaşa (Nurali 1517, Şeyh Celâl 1518, Zünnû 1525, Kalender Çelebi 1526) başkaldırmışlardır. Başkaldıranlar, egemen otoritenin düzenli ordusu karşısında her zaman yenilgiye uğramış ve onbinlerce canı kurban vermişlerdir.Pir Sultan Abdal da halkı Osmanlı’nın zulmüne ve soygununa karşı örgütlediği için Hızır Paşa tarafından Sivas’ta asılmıştır. Anadolu’nun diğer bölgelerinde Osmanlı yönetimine başkaldırıp yenilenler de bu bölgeye ve Sivas’a sığınarak canlarını kurtarmaya çalışmışlardır.</code></pre></li>
Timur, 1400’de Sivas’ı kuşattır. Uzun süre kuşatma altında kalan Sivas Kalesi’nin Komutanı Mustafa Bey, kaleyi teslim etmek için, Sivas halkına ve askerlerine dokunulmama koşulu ile Timur’la bir sözleşme imzalalar. Bu sözleşmede Timur, “Hiç kan dökmeyeceği” sözünü vermiştir. Kale teslim edildikten sonra Timur, verdiği sözün gereği olarak kılıçla kimseyi öldürtmez ve kan da akıtmaz. Ama Sivas kalesini savunan 4 bin asker ile binlerce sivili el ve ayaklarından bağlayarak kazılan çukurlara diri diri doldurur, üstünü toprakla örter. Böylece kan akıtmadan 7-8 bin kişiyi yoketmiş, şehri tamamen yağmalamıştır, evleri yaktırmıştır. Sivas’ın siyasi tarihi, bu tür katliamlarla doludur.
Karayazıcı Abdülhalim Bey 1598’de Sivas ve çevresinde Osmanlı’ya başkaldırır; Sivas’ın ve bölgenin yoksul halkı da Karayazıcı’ya destek verirler. Ancak, başkaldırının disiplini zamanla bozulur. Sivas bölgesinde yerleşik halkın ekinleri, bağ ve bahçeleri, evleri ve işyerleri yağmalanır, yakılır ve insanlar öldürülür. Her şeyi elinden alınan halk, yoksullaşır, kırlarda otlamaya çıkar.
Emperyalist ülkeler, Anadolu’yu işgal ederek aralarında bölüşmeye kalkışırlar. Anadolu halkı, emperyalist işgale karşı, bölgesel direnişe geçer. Direniş güçlerinin birleşmesini sağlamak amacıyla Mustafa Kemal Samsun’a çıkar, oradan Sivas’a gelir. Mustafa Kemal, Anadolu’nun etkin kişilerinin katılımıyla Sivas Kongresini organize eder (04.09.1919). Böylece Anadolu’nun Kurtuluş Savaşının temeli Sivas’ta atılmış olur.
Bu sırada Sivas’ta etkin olan tarikat şeyhi Recep (1919), siyasal İslâmi amaçlı bir ayaklanma başlatır. Ayaklanma sırasında Sivas’ta birçok ev ve işyeri yağmalanır ve yakılır. Ayaklanma amacına ulaşmadan bastırılır.
1921‘de “Koçgiri” ayaklanması başlatıldı. Yazılı kaynaklara göre, Koçgiri ayaklanması “Kürt ulusal” amaçlıdır. Ayaklanmayı bastırmak üzere Nurettin Paşa görevlendirilmiştir. Ayrıca bir çete reisi olan Laz Osman (Topal Osman) da çetesiyle birlikte Sivas’a gönderilir. Topal Osman’ın hem Alevi, hem Kürt düşmanı olduğu halkın sözlü öykülerinden aktarılmaktadır. Koçgiri Aşireti’ne bağlı onlarca köy yağmalanarak yakılır, binlerce insan öldürülür. Kadın ve kızlara tecavüz edilir. Koçgiri köylerine ve halkına yapılan bu zulüm Millet Meclisi’nde sert eleştiri ve tartışmalara neden olmuştur.
Sivas’ın merkezinde yerleşik halkın büyük çoğunluğu Sünni, kırsal kesimde (köylerde) yerleşik olanların çoğunluğu da Alevi inançlıdır. 1950’ye kadar komşuluk ilişkilerine özen gösterilmiş, her iki topluluk arasında mezhep çatışması yaşanmamıştır. 1950’den sonra Sivas kent merkezinde ticaretle uğraşanların çoğunluğu İzmir, İstanbul, Adana, Mersin, Ankara gibi kentlere göçtü. Sivas’ın kırsal kesiminde de büyük bir göç başlamıştır. Göçün büyük bölümü, İzmir, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin’e; bir bölümü de Sivas merkezinedir. Siyasal İslâmcılar ve tarikatlar devreye girerek köylerden Sivas’a göçen insanları ideolojik etki altına almaya ve yönlendirmeye çalıştılar. Böylece Sivas İl merkezinde Alevi-Sünni ayrışımı körüklendi. Alevi-Sünni ayrışımı siyasal alanda da yaşandı. Aleviler, DP’nin özgürlük söylemlerine inanarak 1950-1960 döneminde yapılan milletvekili seçimlerinde oylarıyla DP’ye destek verdiler. DP, tarikatlara ve siyasal İslâmcılara destek vererek örgütlenmeye yöneldi. Bunun üzerine Aleviler, bu kez oy desteklerini CHP’ye yönelttiler. Sünni inançlı toplumun büyük çoğunluğu da DP’ye, daha sonra MSP veya MHP’ye yöneldi. Böylece mezhepsel ayrışım giderek belirginleşiyordu. Bu ayrışımın yarattığı ortamdan yararlanan sağ ve sol grupların etkisiyle çatışmalar boyut kazanmaya başladı.
Sivas’ta 4 Eylül 1978’de meydana gelen saldırı ve katliam bu ayrışımın ürünüdür. 2 Temmuz 1993’deki katliam ise, devletin desteğiyle kurulan ve güçlendirilen ırkçı-şeriatçı örgütlerin güç denemesi niteliğindedir. Bu saldırıların temelinde elbette sınıfsal ayrım ve çelişkiler yatmaktadır.
Bu tür saldırılar ve katliamlarla ilgili olarak, Zeki COŞKUN’un İbrahim ASLANOĞLU’ndan yaptığı bir aktarma oldukça açıklayıcıdır: “… Çoğu ne hükümete karşı idi, ne ağaya veya zorbaya… önlerine kim gelirse onun emrine girerlerdi. Yegane amaçları vurup kırmak, ne buldularsa yağma edip biraz dünyalık kazanmaktı. İsyan bayrağını çeken ister bölükbaşı olsun, ister bey, ister paşa, onlar için farketmezdi. Yeter ki birisi önüne düşşün…” 1
Sivas’ta yaşanan saldırı ve katliamlarda da din, iman, komşuluk, insanlık düşünülmemiş, öncülük edenlerin kimliğinin ve amacının ne olduğuna bakılmamıştır.
- 4 Eylül 1978 Sivas Olayı
4 Eylül 1978 Sivas olayı ve katliamıyla ilgili olarak, Sivas’ta kurulu bulunan 14 Demokratik Kitle Örgütü ortaklaşa hazırladıkları bir raporu Cumhurbaşkanına, Başbakana, İçişleri Bakanına, Sivas Valiliğine sunmuşlardır. Söz konusu raporun birer örneği basın organlarına da gönderilmiştir. Demokratik Kitle Örgütlerinin hazırladığı rapor, oldukça ayrıntılı ve belgelidir. Biz, bu raporu olduğu gibi sunacağız. Sonra basının haberlerini ekleyeceğiz. Başlıkları biz koyduk.
a) Kitle Örgütlerinin Raporu
TÖB-DER Sivas Şb. – Genel-İş Sivas Şb. – Dev Maden-Sen Sivas Şb. – TÜTED Sivas Şb. – TMMOB – TÜM-DER – Tek-Ges-İş Sivas Şb. – SYÖD – Sivas DEV-GENÇ – Köy Koop – Alibaba Der – Halk-Der – Yüceyurt-Der – Si-Der. 1
(İlke Dergisi, Sayı:58, Ekim 1978)
Olayların perde arkası
Sivas olaylarının gerçek yönü neydi? Kamuya ne yansıtıldı? Bugüne değin yapılan açıklamalar tek yönlü olmuştur. Bir halk deyiminde “Kimi yapar, kimi çeker” denir. Sivas olayları da öyle oldu. Evleri, işyerleri yakılan, yıkılan, talan edilen, saldırıya uğrayanlar aniden suçlu oldular, gözaltına alınarak günlerce işkence gördüler ve arkasından da tutuklandılar. Bunlar yetmiyormuş gibi, kamuya, ters ve yanlış bilgiler verildi. Öylesine oyunlar dönüyordu ki iktidar dahil herkes, “Allah belalarını versin” diyerek tezgahlanan oyun ve oyuncular karşısındaki güçsüzlüklerini belirtiyorlardı. Demek ki bu olayların yönlendiricileri öylesine güçlüydüler ki boyutları iktidarı aşıyordu. Bu nedenle gerçek suçlular yerine mağdur olanlar ve suçsuzlar suçlu gösterildi.
Bizzat olayları yaşayan, görenler olarak; olup bitenler karşısında utanç duyarak bu açıklamayı yapıyoruz:
Sivas olaylarının kökeni elbette ki birkaç günlük veya aylık bir çatışmanın kışkırtmanın sonucuna dayanmamaktadır. Bu olay yıllardan beri ülkemizin her ilinde meydana gelen saldırılardan ve katliamlardan soyutlanamaz. 1961 Anayasası, bazı demokratik hak ve özgürlükler getirmişti. Bu özgürlüklerden yararlanan işçiler, köylüler ve tüm emekçiler uyanmaya, insanca yaşama koşullarını öğrenmeye ve aramaya başladılar. Kendi sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye çalışan güçler de uyanan emekçi sınıf ve tabakaları sindirmek, baskı altında tutmak için yeni yöntemlere başvurdular. Sömürü ve baskıda engin deneyleri olan ABD’den Barış Gönüllüleri adı altında uzmanlar getirildi ve ülkemiz adım adım gezdirildi. Bu uzmanlar, ülkedeki etnik grupları, mezhepleri ve ayrıcalıklarını saptayarak raporlar düzenlediler. Ülkemizdeki egemen güçler, sömürücü kesimler, bu raporlar doğrultusunda çalışmalarla çelişkileri körüklemeye başladılar. Yine aynı doğrultuda siyasi partiler kurdular. Bu partilerin denetiminde çeşitli örgüt ve dernekler kurdurarak bölücü ve tahrik edici çalışmalarını hızlandırdılar.
İşte Sivas olayları bu zincirin bir halkasıdır. Bugüne değin yapılan bölücü kışkırtmaların sonucu olarak doğmuştur. Olayların birkaç ay öncesine bakıldığında yöneticilerinin ve oyuncularının kimler olduğu ve nasıl hazırlandığı anlaşılacaktır.
a) Sivas’ın Divriği İlçesi’nde Aleviler çoğunluktadır. Burada Türkiye Demir-Çelik İşletlemeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Çürek, Divpalet Maden Tesisleri bulunmaktadır. MC döneminde bu işyerlerine çok sayıda faşist militan, işçi adıyla alındı. Görevleri sadece yörede Alevi-Sünni çelişkileri yaratmaktı. Halka saldırıyorlar, cami bahçelerine patlayıcı maddeler atarak halkı tahrike çalışıyorlardı. Halk, Divriği’de bu oyunlara gelmedi.
İmranlı İlçesi’nde de aynı oyunları sergilediler, evler ve işyerleri tahrip edildi, insanlar yaralandı.
b) İlçelerdeki bu oyunları fiyaskoyla sonuçlanınca, bu kez oyunlarını Sivas İl Merkezi’ne kaydırmaya çalıştılar. Bu çalışmaları bazı örneklerle açıklayalım:
1) 11 Ağustos 1978 tarihli Hakikat Gazetesi’nde “Bize Göre” sütununda “İhtilal Başladıktan Sonra” başlığı altında şöyle deniliyor: “Gidiş budur; Türkiye şartları içinde ekonomik, sosyal, kültürel ve ideolojik oluşumlarla bir bolşevik ihtilaline süratle ve başarı içinde gidilmektedir. Bülent Bey de bir kalkan ve alet olarak kullanılmak istenmekte ve kullanılmaktadır.”
2) 25 Ağustos 1978 tarihli Hakikat Gazetesi “Yarınlar Kimin” sütununda “Masumlarmış” başlıklı yazı: “…. Müslüman hemşerilerimiz camiide namaz kılarken Allaha küfretmek gafletini gösterenler, Müslümanlar camilerden çıkarken üzerlerine kurşun yağdıranlar….. Dükkanları basıp haraç istercesine bilmem ne DER’e para topluyorlar.”
3) 1. 9. 1978 tarihli Yeniden Doğuş Dergisinin 7. sayfasında “Kurtuluş Yakındır” başlığı altında şunlar yazılmıştır: “Fertler olarak kendimizi İslama uydurmak ve Müslüman olmak zorundayız. Yanlışlara mahal olmasın, kendimizi yeni baştan sıraya çekip eksikliklerimizi tamamlamak, düzenin bize yamadığı İslamdan olmayan taraflarımızı müsamahasız ve tavizsiz kesip atmak zorundayız… Kurtuluşumuz yakındır.”
4) Sivas Eğitim Enstitüsü, MC döneminde komandoların “eğitim” ve saldırı karargahı olmuştu. Nasıl ki Amerikan üslerine Türk kumandanları giremiyorlarsa, bu eğitim enstitülerine de hiçbir güvenlik kuvveti veya devlet yetkilisi giremiyordu. Girenler ise önceden haber verilerek ve onların izni alınarak giriyorlardı. İktidar değişikliği ile okul yönetimi demokratlaştırıldığından dolayıdır ki bu faşistler, mevzilerini kaybettiklerini bilerek saldırılarını daha da arttırdılar. Her gün sokaklarda olaylar çıkartıyorlar ve adam yaralıyorlardı.
5) Eğitim Enstitüsü’nde okuyan bir komandonun arkadaşına yazdığı mektup: “Metin kardeşim; bu mektubu Sivas’taki olaylardan önce yazdım sonra atıyorum. Bizden beş yaralı var. Biz TÖB-DER’e Allah Allah diye saldırırken POL-DER’li polisler üzerimize ateş açtı, komünistleri hiç kovalamadılar. Ama biz onları yine de TÖB-DER’e soktuk. CHP binasını, Muslular Kitabevi’ni çeşitli solcu kuruluşları tahrip ettik. Şimdilik bu kadar. Sabahleyin postahanede bu notu yazdım. Kardeşin Remzi İbicek.”
6) Öğretmen Erol Arabacı, okuldan evine yeni dönmüştür, evinin zili çalınır, kapıyı açtığında üç kişinin silahlı saldırısına uğrar, kafasından ve vücudunun çeşitli yerlerinden ağır yaralanır. Saldırganlardan birini tanır ve o lütfen yakalanır. Diğer ikisi daha ortalarda yoktur, bulunamaktadır.
7) Eğitim Enstitüsü öğretmeni Yunus Yıldırım okuldan evine oğlu Osman’la birlikte dönerken yolda beş kişinin silahlı saldırısına uğrar. Ondört tane kurşun sıkılır, baba ve oğlu ağır yaralanır. Saldırganlardan ikisini tanırlar, bunlar da lütfen yakalanırlar. Diğer üç suç ortağı ortalarda halen yoklar. Kimbilir hangi saldırının içindedirler?
8) Öğretmen Seydullah İnangür’ün evine iki defa patlayıcı madde atılarak tahrip edildi.
9) Altıntabak Mahallesi’ndeki Kartal Kıraathanesi’ni kurşunladılar.
10) Alibaba Mahallesi’ne gitmekte olan bir grubun üzerine yaylım ateşi açılıyor. Biri işçi olmak üzere 4 yurttaş yaralanıyor.
Bu kışkırtmalar ve saldırıların kimlerce, niçin yapıldığını iyi bilen Sivas’lılar bu oyunlara gelmediler. Ama kışkırtmalar ve saldırılar durmuyordu. Çünkü emniyet görevlileri ve üst düzeydeki yöneticiler saldırganları koruyor ve destekliyorlardı.
Her an doğması muhtemel olan olayların önlenmesi için Sivas milletvekilleri çağrılarak ildeki gerginlik onlara anlatıldı ve durumun ilgili sorumlulara iletilmesi ve uyarılması istenildi. Ayrıca sorun il sorumlularına da iletiliyordu. Önlem alınamadı veya alınmak istenilmedi. Nihayet Ramazan ayı geldi, bu ay istismarın en çok olabileceği bir aydı. Ramazan ayı içerisinde öylesine yalanlar uyduruluyordu ki, “Aleviler-Komünistler camileri bombalayacaklar, cami vaizini dövdüler. Oruç tutan yurttaşlara saldırdılar..” gibi aslı ve astarı olmayan yalanlar uydurularak her tarafa yayıyorlardı. Öyle bir noktaya gelindi ki halk, bu saldırganların olmayan sabotajlarına karşı kendi camilerini beklemek zorunda kaldılar. Nihayet ramazanın sonuna gelinmişti ki saldırgan faşistler bir bildiri ile halkı adeta savaşa çağırdılar. Bildiride şöyle denilmektedir:
“Aziz hemşerilerimiz, eceli gelen köpek cami duvarına pisler atasözü tecelli etmektedir. En son çare olarak camiilerimize saldırmayı, mübarek ramazan ayında yüzümüze sigara üflemeye kadar cüret etmişlerdir. Fakat ülkücü Türk gençliğinden daima hak ettikleri cevabı almışlardır. Ülkücü gençlik olayları yakından takip etmekte ve her an uyanık bulunmaktadır. Ancak Vatan müdafaası sadece gençlere terk edilemez. ‘Ben de bu vatanın evladıyım’ diyen herkes vazifesini yerine getirmeli ve mücadeleye destek olmalıdır…”
Olaylar Başlıyor
1- 4. 9. 1978 günü, saat 10.00 sıralarında Alibaba Mahallesi’nde halk, pazar yerinde bayram alışverişi yapmaktadır. Bu sıralarda mahallenin üst kesiminde bulunan Çukurtarla Semti’nde patlayıcı bir madde atılıyor ve yoldan geçen yurttaşlara saldırılıyor. Önceden hazırlanan plan gereğince aynı anda faşist bir grup da Alibaba pazar yerindeki halka silahla saldırarak “Ey Müslümanlar ne duruyorsunuz, Aleviler, komünistler namazdan çıkan Müslümanlara saldırdı, Müslümanlar katledildi” diyerek saldırılarını ve tahriklerini sürdürürler. Bu sırada yaşlı bir kadın saldırganın açtığı ateş sonucu öldürüldü. Birçok kişi yaralandı. Pazar yerindeki tüm eşyalar, araçlar talan ve tahrip edildi. Kalabalık giderek büyüyor, mahalle aralarına dalarak evleri yakma, yıkma girişimlerini yoğunlaştırıyorlardı. Olay giderek büyüyor ve tüm bölgeye yayılıyordu. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar panik içerisinde sıkılan kurşunlar altında nereye sığınacaklarını şaşırmış, var güçleri ile bağırarak imdat istiyorlardı. Mahalle bir savaş alanına dönmüştü.
2- Aynı anda İnönü ve Yiğitler Mahallesi’nde de önceden hazırlanan ve oralarda görevlendirilen faşistler aynı sloganlarla bir yandan halkı tahrik ediyorlar, diğer yandan
evleri yakma, yıkma ve talan etmeyi sürdürüyorlardı. Habersiz bir baskına uğrayan mahalle halkı, ne yapacaklarını şaşırmış bir durumda sadece imdat istiyorlardı. Yüzlerce ev, işyeri yakılmış yıkılmış ve çok sayıda insan yaralanmıştı.
3- Diğer mahallelerde de taksilerle ellerinde megafonla dolaşarak “Ey Müslümanlar camiyi Aleviler bombaladı. 300 dindaşımız katledildi, ne duruyorsunuz. Gün cihat günüdür” şeklinde duyurularla halkı ayaklanmaya çağırıyorlardı. Faşist hazır güçlerin denetimindeki saldırı ve talan kısa sürede tüm mahallelere ve şehir içine yayıldı.
4- Bir kol şehir içerisine yayılmıştı. Önceden listelenen ev ve işyerleri tahrikçilerce gözü dönmüş gruba gösteriliyor, orası talancılar tarafından hemen yıkılıp yakılıyordu. İlk tespitlere göre bu şekilde bine yakın işyeri tahrip ve talana uğramıştır. Bu sırada Belediyenin tanzim satış mağazası da tamamen talan edilmiştir. Saldırganlar, istasyonda da saldırılarına devam etmişlerdir. CHP’ye ait bir bina, belediye binası ve Vali Konağı da saldırıya uğramış ve büyük hasar görmüşlerdir. Vali, kendinin ve çocuklarının canını kurtarmayı askeri birliklere sığınmakta buldu. Ama halkın malı ve canı faşist saldırganların insafına bırakıldı.
5- Saldırganların bir kolu Yüceyurt Mahallasi’ne doğru yönelerek önüne gelen her evi ve işyerini yakıp yıkıyor ve talan ediyordu. Kaçmayı başaramayan yaşlı kadın ve çocuklar yerlerde sürükleniyor, saldırıya uğruyorlardı. Bu sırada saldırganlardan bir grup da mahallenin camiisine ve caminin bitişiğindeki Cami Onarma ve Güzelleştirme Derneği’ne saldırarak tahrip ettiler. Cami bahçesinde de halkın üzerine yaylım ateşi açtılar. Bu saldırı olaylarını yaşayan Cami Derneği Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri basına şu açıklamayı yaptılar: “4. 9. 1978 Pazar günü, saat: 16.30 sıralarında bir grup faşist saldırgan mahallemize gelerek birçok ev ve işyerlerinin yanı sıra Yüceyurt Mahallesi Cami Onarma ve Güzelleştirme Derneği’ni de tahrip ederek yağmalamışlardır…”
Keza olay esnasında saldırganlardan birkaçı bakkalda bulunan küçük bir kızın elbisesini yırtarak ona tecavüz etmek istemişler, ancak bir yaşlının müdahalesi ile amaçlarına ulaşamamışlardır.
Olayın birinci günü, 6 ölü, yüzlerce yaralı ve 1000’e yakın işyerinin tahribi, talanı ve çok sayıda evin de yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanır. Birinci gün olaylarının nasıl tezgahlandığını Sivas’ta çıkmakta olan ve sağcıların yayın organı Hakikat Gazetesi, 7 Eylül 1978 tarihli nüshasında; “Alibaba’daki olayda hızlarını alamayanlar, şehir merkezine inmişler ve sloganlar atarak Müslümanları dini kurtarmaya çağırmışlardır. Bir anda tahrikler nedeniyle çocuk yaştakiler ve ihtiyarların da katıldığı grup tarafından Kepenek ve Atatürk Caddesi’nde Kepçeli mevkiindeki bazı işyerleri yakılmaya ve tahrip edilmeye başlanıldı… Alibaba Mahallesi’ndeki bir camide ikindi namazı kılan 300 kişinin bir sol grup ve Aleviler tarafından toptan öldürüldükleri ve caminin havaya uçurulduğu söylentileri üzerine bu semtte kontrol altına alınan olaylar bir anda yeniden başlamıştır.”
Bu sağcı gazetenin haberinde bile halkın nasıl tahrik edildiği açıkça görülmektedir.
Olayın İkinci Günü
Olayın birinci günü sona ererken faşist güçlerin görevlileri, yaptıkları anonslarla, “Her mahallenin kendi kitaplığında toplanarak olayların değerlendirmesi”nin yapılmasını istiyorlardı. Bu kitaplıklar, Ülkücü Gençlik ve Ülkü Ocakları’nın mahallelerdeki üsleridir. Akşam buralarda toplanılır, ertesi günkü saldırı planı ve yerleri katılanlara duyurulur, dağılmamaları sağlanılmaya çalışılır.
Bayram namazında okunmak üzere hazırladıkları bildiriyi, “Tahrik ve isyanı amaç güttüğü nedeniyle okumayacağını” belirten müftü saldırıya uğrar. Bayram sabahı (4. 9. 1978) faşist militanlar cami önlerine giderek namazdan çıkan halkı olaylara katmak için tahrik ediyor ve baskı yapıyorlardı.
Çayyurt Mahallesine Saldırı
Hazırlanan faşist grup Çayyurt Mahallesi’ne saldırarak oradaki tüm ilericilerin evlerine girmek suretiyle ev eşyalarını dışarı çıkarıyor ve yakıyorlardı. Kadınları, çocukları, yaşlıları dövüyorlardı.
Bayram Yemeklerine Pisleniyor
Yörenin törelerine göre bayram günleri konuklarına ikram edilmek üzere çeşitli yemekler hazırlanır. Saldırganlar bayram hazırlığı için yapılan yemeklerin içine pislerler ve “Buyrun birbirinize ikram edin” diyerek bu marifetlerini kalabalığa duyururlar.
Hayvanlara Saldırıyorlar
Bu mahallede saldırdıkları evlerin eşyaları yanı sıra hayvanlara da saldırıyorlardı. Halil Butul'un evindeki ineğin kuyruğu kesiliyor ve havada sallandırılarak Hitlervari gösteri yapıyordu. Ve aynı adamın at arabası tahrip ediliyor ve atların kıçına kazık çakılarak öldürülüyor.
Aynı mahallede 60 yaşlarındaki Arzu Erciyes linç edilmeye çalışılır. Arzu Ana, feryatlar içerisinde yalvarır. Tekmeler, coplar sırtına inip kalkar. Annesini kurtarmaya çalışan kızı Fadime de bağırıp çağırmaktadır. Bu kez kızın üzerine saldırarak tüm elbiselerini yırtıyorlar ve el parmaklarını kırıyorlar. Şimdi eli alçıda.
Ambargo
Faşistler, bu mahalledeki ilericilere ekmek ve yiyecek verilmemesi için karar alıyorlar ve uyguluyorlardı. Bu mahallede saldırıya uğrayan sol görüşlüler zorunlu ihtiyaçlarını iki kilometre uzaktan zorluk ve perişanlık içerisinde sağlanmaktadır.
Dedebalı ve Gülyurt Mahalleleri
Aynı gün saldırganlardan bir grup bu mahallelere giderek saldırılarını sürdürürler, evleri yıkar ve yakarlar. Halkı yaylım ateşine tutarlar. Olaylar, bir kişinin ölümü ve çoğunun yaralanması ile sonuçlanır. İkinci günün olayları da yüzlerce kişinin yaralanması, birçok evin yakılması ile sonuçlanır.
Demokratik Kitle Örgütleri Kapatıldı
Saldırıya uğrayan dernekler (TÖB-DER, TÜTED, TÜM-DER, Sivas Dev-Genç, SYÖÖ ve diğer kuruluşlar) güvenlik gerekçesiyle kapatılırlar. Buna karşın saldırıların asıl kaynağı olduğu tüm Sivaslılarca bilinen faşist örgütlerin yan kuruluş ve lokalleri şu veya bu gerekçe ile açık tutulmaktadır. Örneğin Ülkü Ocakları lokali pastahane olarak açık tutulmaktadır. Burada yeni saldırı hazırlıkları yapılmaktadır.
Güvenlik Kuvvetlerinin Tutumu
Güvenlik kuvvetlerinin bir kısmı o gün sivil elbiseleri ile saldırganların içinde idi. Bir kısmı da saldırganlara bir şey olmasın diye onları koruma görevi yapıyorlardı. Her ne hikmetse saldırı anlarında yörenin üst düzeydeki yetkilileri ya izinli, ya da başka yerlerde oluyorlar. İşte Sivas olaylarında da öyle olmuştur. O gün ilde hiçbir sorumlu bulunamıyordu. Yurttaşlar öldürülüyor, yaralanıyor, saldırıya uğruyor, işyerleri ve evleri yıkılıyor, yakılıyor, talan ediliyor buna karşın engelleyici hiçbir önlem alınmıyordu. Olayın başlamasından 5-6 saat sonra güvenlik kuvvetleri, enkazları güvence altına almak üzere duruma hakim oluyorlardı. Suçlular ortalarda yoktu, her yerde olduğu gibi evi, işyerleri yıkılan yakılan talan edilen ve saldırıya uğrayan yurttaşlar gözaltına alınıyorlardı. Küfürler, tehditler, işkenceler ve tutuklamalar birbirini izledi. Suçlu arama bahanesiyle tüm ilerici ve demokratların evleri didik didik aranır. Örneğin, Onkardeşler Apartmanı. Bu apartman üç bloktan oluşmakta ve içinde 20 kadar daire bulunmaktadır. Bu dairelerde sol görüşlü yurttaşlar oturmaktadır. Bu evler didik didik aranır. Eşyalar dağıtılır, evde ne kadar kitap, gazete, dergi varsa alınıp götürülür. Aynı apartman çevresinde yüzlerce ev bulunmaktadır. Bunların hiçbiri aranılmadığı gibi aranılan evlerde sanki suç unsuru olabilecek bir şey bulunmuş süsü verilerek evi aranmayan kişiler tahrik edilmeye çalışıldı. Alibaba mahallesinde ve diğer mahallelerde evi yakılan, yıkılan, talan edilenlerin evleri öylesine aranıldı ki, eşyalar sokaklara atılıyor, parçalanıyor ve kırılıyordu. Sanki orası bir savaş alanı ve oranın sakinleri esir insanlardı.
Ayrıca olayları kamuoyuna ve basına da çarpıtarak veriyorlardı. Deniliyordu ki; "Aleviler ve solcular Alibaba Camiinden çıkanlara saldırdıkları için olaylar başladı". Oysa saldırı saat 10.00 sıralarında Çukurtarla Semti ve pazar yerinde başlatılmıştır. Bu saat namaz saati değildir ve keza camiye de çok uzaktır. Yine deniliyordu ki; "Çatışma çocuk kavgası yüzünden çıktı." Bunlar hangi çocuklarmış? Sonra bir mahallenin çocuk kavgası ne diye tüm ilin mahalle ve sokaklarına yayılsın? Eğer çocuk kavgası yüzünden ve aniden çıkan bir saldırı ise A mahallesindeki adamlar B mahallesindeki solcuların ev ve işyerlerini nereden ve nasıl biliyorlardı ve sadece oraya saldırarak yakıyor, yıkıyor ve talan ediyorlardı?...
Gerçekte saldırı çok öncelerden planlı olarak hazırlanmış, hedef ev ve işyerlerinin listeleri tutulmuş ve bu listeler faşist militanların ellerine verilmiştir. Sivas’taki bu olay, 4 ana amaca yönelliktir:
1- Alevi-Sünni çelişkisi doğurarak tüm emekçileri birbirine karşı getirmek.
2- Mevcut iktidarı yıpratarak düşürmek.
3- CHP’nin Türkiye’deki olayların tertipçisi olduğunu kanıtlamak.
4- Olaylardan yararlanılarak tüm devrimcileri suçlu gösterip cezalandırmak.
Egemen güçler siyasi iktidarın hoşgörüsünden ve göz yummasından yararlanarak bu amaçlarına kısmen ulaşmışlardır. Şöyle:
1- Alevi-Sünni çelişkisi yaratma amacına ulaşmada belki fazla başarı elde edememişlerdir. Çünkü olayları iyi değerlendiren Alevi ve Sünni yurttaşlar bu oyunun farkına varmışlar ve oyuna gelmemişlerdir.
2- İkinci amaçları olan mevcut iktidarı yıpratmakta ise hayli başarı sağlamışlardır. Çünkü dünyada büyük yankılar yaratan Kıbrıs Çıkartması’nı iki saat içerisinde gerçekleştiren Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve 12 Mart’ta zihinlerdeki en gizli örgütleri ortaya çıkardığını kıvançla söyleyen Emniyet Güçleri’nin gözleri önünde meydana gelen bu yağma, yıkma, yakma ve adam öldürmeler saatlerce sürmüştür. Olaylar nasılsa ancak 5-6 saat sonra kontrol altına alınabilmiştir. Hem de saldırganlar korunup mağdurlar suçlu gösterilerek. Nitekim bazı emniyet görevlilerinin, “Umudunuz Ecevit gelsin de sizi kurtarsın” sözleri hayli etkili olmuş ve yüzlerce kişi özenle camlatıp odasına astığı Ecevit resimlerini evlerinden indirerek yırtıp sokaklara atmıştır. Halkın bu davranışı göstermiş olması, olayları tezgahlayanların hükümeti yıpratmak amacında başarılı olduklarının somut kanıtıdır.
Keza 12 Mart dönemindeki o faşist baskılar sırasında evler aranırken, yüzeysel de olsa bir mahkeme kararı ile birlikte mahallenin muhtarı ve ev sahibi de bulunurdu. Arama sırasında suç sayılacak eşya ve yayınları alıp götürüyorlardı. Bir de tutanak tutuluyordu. Oysa bu olayda hiçbir mahkeme kararı alınmaksızın, yanlarına muhtar ve ev sahibini de almadan evlerin kapıları kırılarak içeri giriliyor, ev eşyaları dağıtılıyor, parçalanıyor, kırıyordu. Gazete, kitap, dergi, teyp, radyo gibi eşyaları alıp götürüyorlardı. Evi de açık bırakarak gidiyorlardı. Bunu birkaç örnekle açıklayalım:
İstasyon Caddesi’nde bir apartmanda oturan Yüksek Mimar Mühendis Ayşe Nevin Kırteke, bayramdan önce
Ankara’daki yakınlarının yanına gider. Olaydan sonra evinin kapısı kırılır, içeri girilir. Yanlarında hiç kimse bulunmaz. Evdeki eşyalar dağıtılır, yırtılır, bir kısmı alınıp götürülür. Bu arada fiyatı oldukça yüksek olan bir altın bilezik de kaybolur. Nelerin götürüldüğüne dair hiçbir tutanak da tutulmaz ve evin kapısı açık bırakılır. Ev sahibi geldiğinde kapının açık olduğunu ve kapıda “Bu eve emniyete haber vermeden kimse girmeyecek” yazılı bir kağıdın asılı olduğunu görür. Oysa günlerce önce kırılan kapı o günden beri açıktır. Hırsızların bu emre uyup uymadığını bilemiyoruz.
Avukat Hacı Akyol ve Murat Genç’in müşterek oturduğu eve de aynı şekilde kapısı kırılarak girilir. Radyo, teyp ve karyolaları kırılır. Bir teyple bir fotoğraf makinesi ve Murat Genç’e ait 17.500 TL de kayıplara karışır. Evdeki mahkeme dosyaları, dergi, gazete, kitap, özel mektup ve resimler alınıp götürülür. Bir tutanak dahi tutulmaz.
Üç oto dolusu cephane ve 4 Filistinli gerilla
Bilindiği gibi bir olayın suçlusunu emniyet kuvvetleri yakalar. Yakalananların kimler olduklarını, ne suç işlediklerini, üzerlerinden, evlerinden ve işyerlerinden nelerin çıktığını ancak emniyet bilir. Basına ve diğer çeşitli yerlere olayla ilgili gerekli açıklamayı ya savcı, ya vali, ya da emniyet müdürü yapar. Her olayda normal olarak işlemesi gereken bu prosedür, Sivas olaylarında görülmemektedir. Şimdi Sivas olayları ile ilgili olarak sağ basına bakalım:
a) 8. 9. 1978 Tarihli Tercüman: “Sivas’ta bir CHP’li avukatla 4 Filistinli gerilla, 3 oto dolusu patlayıcı madde ile yakalandı… Şüphe üzerine çevrilen 3 otomobilde yapılan aramada çok sayıda bomba, tahrip kalıbı ve dinamit bulunmuştur… Murat Genç adlı avukat ile isimleri açıklanmayan 4 Filistinli gerilla ve 5 öğrenci yakalanmıştır…”
b) 10. 9. 1978 Tarihli Milli Gazete: “Sivas’ta silah ve cephane ile yakalanan avukat ve arkadaşlarının kimlikleri belli oldu.”
c) Yine aynı gazetenin aynı tarihli nüshasında, MSP’li Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu’nun demeci yayınlanır: “Cephanelerle yakalanıp tevkif edilen bu avukat bu hükümetle Filistinliler arasında aracılık yapmaktadır.”
d) MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, olaylardan sonra yaptığı basın toplantısında, Sivas olaylarının dış mihraklı olduğunu söylüyor, “CHP’li avukatla beraber 4 Filistinli gerillanın yakalanması, CHP’lilerin olayla ilişkisinin ispatıdır…” diyor.
Demek ki, önceden tezgahlanıp hazırlanarak sahneye konulan bu oyunun sahte belge ve bilgileri olaylardan önce bu kişilere ve yayın organlarına iletiliyordu.
Olaylar gerçekten anlatıldığı gibi miydi? Yoksa kamuoyunu yanıltmak için çarpıtılmış mıydı? Olayın gerçek yanı şöyle idi: Avukat Murat Genç Sivaslıdır. CHP’lidir. Kendi kişisel çıkarlarını en son plana atan, köylülerin, işçilerin, fakirlerin, öğrencilerin davalarına giren; dertlerine, işlerine eğilen bir kişidir. Bu nedenle Sivas’ın tüm ilçe ve köylerince sevilen, saygı duyulan ve güvenilen bir devrimcidir. Bu yüzden o, MİT mensubu olduğu tahmin edilen bazı kişilerce, dolaylı haberler gönderilerek; “İşçilerin, köylülerin, devrimcilerin, öğrencilerin davalarına bakmak sana mı kalmış. Başına gelecekleri sen düşün” şeklinde tehdit ediliyordu. Keza emniyet görevlileri de, “Ah o Avukat Murat Genç bir elimize düşse…” diye açıkça küfürler ediyor, tehditler gönderiyorlardı. Nihayet Sivas’taki kanlı olaylar olur. Bu olay, Avukat Murat Genç’i suçlu göstermek için en büyük fırsat sayılır. Ne var ki Avukat Murat Genç, olaylardan bir gün önce Malatyalı olan ortağı Avukat Hacı Akyol’la birlikte Malatya’ya gitmiştir ve bayramı orada geçirecektir. Av. Murat Genç olayı Malatya’da akşam TV’den öğrenir ve ertesi günü (4. 9. 1978) Sivas’a hareket eder.
Murat Genç’in yeğeni Sivas’ın Alibaba Mahellesi’nde oturmaktadır. O da bayramı köydeki dedesinin yanında geçirmek üzere köye gider. Saldırı olaylarını radyodan duyar. “Acaba evimiz, babam, anam ve çocuklarım ne oldu” diye Sivas’a gelmek üzere köyden arkadaşları ile birlikte yola çıkar, Kangal’da jandarmalarca alıkonur. Bu haber Murat Genç’e iletilir. Murat Genç Malatya’dan dönerken arabasına Kazım Kırteke adında bir tanıdığı da alır. Beraberce Kangal’a dönerler. Jandarma, “Murat Genç siz misiniz?” diye sorar. Ondan evet yanıtını alınca, “Vilayetten emir geldi, seni de gözaltına alacağız” der ve onu da alırlar, arabada arama yapılır. Kazım Kırtepe’ye ait bir tabanca ve bir miktar mermi bulunur. Böylece Murat Genç, Kazım Kırteke, Hasan Genç ve Cuma Türk gözaltına alınırlar. Aynı şekilde Sivas’taki akrabalarının durumunu öğrenmek üzere gelen başka kimseler de yolda çevrilerek gözaltına alınırlar. Olay bu.
Hani üç oto dolusu silah, dinamit, tahrip kalıbı, bomba… acaba bunca cephane nerede ve ne oldu? Neden adalete teslim edilmemiş ve sadece Kazım Kırtepe’nin tabancası ile mermileri teslim edilmiştir. Hele o 4 Filistinli gerilla ne oldular?…
Neredeler? Yoksa öldürüldüler mi? Öldürüldülerse cesetleri nerede? Öldürülmemişlerse neden adalete teslim edilmemişlerdir? 4 Filistinli gerilla gerçekten yok idiyse; kamuya böyle yalan ve uyduruk haberler neden verilmiştir?...
Av. Murat Genç ve diğerleri gözleri bağlanarak Sivas’a getirilir. Dev Maden-Sen Şube Başkanı Mirza Arabacı, Sivas Tıp Fakültesi memurlarından Abdullah Küçükterzi ve İbrahim Kaygusuz da gece evlerinden alınırlar. Gözleri bağlanarak bilinmeyen yerlere götürülürler. Falakaya yatırılır, vücutlarına elektrik cereyanı verilir. Atılan dayaktan Av. Murat Genç’in üç kaburgası kırılır, diğerleri de sedyelik olurlar…
Cumhuriyet Savcı Yardımcısı da işkenceciler arasındadır
İşkence sırasında Av. Murat Genç’e yöneltilen soruların bazıları şunlardır: “Sen niye İmranlı olaylarının davasını aldın? Divriği’deki olaylarda Yusuf Koçkaya’nın davasını niye aldın? İşçilerin davalarını niye takip ediyorsun? TÖB-DER ve solcuların davalarına niye hep sen bakıyorsun? 1976’da Ecevit’in Sivas’a gelişinde gece çıkan olaylarda Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekilleri bile ilgilenmedikleri halde sen niye yakalananların davalarına baktın? Milletvekili seçimlerinde neden sol görüşlü adayların kazanması için çalıştın? Ülkeyi komünistlere mi teslim etmek istiyorsun?”
Yine işkence sırasında Av. Murat Genç’e, “Bak kendi elyazınla şöyle bir yazı yazacaksın: ‘Ben Filistinli gerillalarla işbirliği halindeyim. Düzene karşı halkı ayaklandırmak için cephane ve mühimmat hazırlıkları yapıyoruz. İlk partide üç oto dolusu cephane getiriyordum ki yakalandım. Gizli örgütümüz geniş çalışmalar içerisindedir, yardımları hep dışarıdan alıyoruz…’ Bunları genişçe yaz ve imzala. Yoksa buradan diri çıkamazsın. Güvendiğin Ecevit de seni kurtaramaz, belki yakında o da senin yanına gelir ve dertleşirsiniz” gibi laflar edilerek alaylı, tehditli, küfürlü ve işkenceli bir ifade alma yöntemi uygulanmıştır. İşkenceler sürerken Av. Murat Genç tanıdık bir ses duyar. O tanıdık ses, “Bak yavrum, bu ifadeleri imzala, bana da güven” demektedir. Bu ses Cumhuriyet Savcı Yardımcılarından Ömer Erdoğdu’nun sesidir. Murat Genç sesi tanıyıp “Savcı Bey olayları siz daha iyi biliyorsunuz” dediğinde; “Ulan ne savcısı” denilerek verilen açık kapatılmaya çalışılır. Murat Genç yeniden falakaya yatırılır. O ses, yani savcı yardımcısının sesi bir daha duyulmaz olur.
Dev. Maden-Sen Şube Başkanı Mirza Arabacı, içinde 24 dairenin bulunduğu bir apartmanda oturur. Gece evine baskın yapılır, didik didik aranır. Tüm kitapları ayırt edilmeksizin alınıp götürülür. Evde bir şey bulunmaz. Ancak yirmi dört dairenin müşterek kullandıkları bahçede bir tabancanın bulunduğu bir polis memurunca söylenir. Mirza Arabacı’yı da Murat Genç’le ilişkilendirerek güya gizli örgüt oluşturma suçunu kabullendirme denemesine girişirler. Ve “Sen DİSK’in ne olduğunu biliyor musun ki, oraya üye oldun?” gibi yüzlerce soru sorulur. “DİSK burada örgütlenecek ve ileride komünist darbe yapacak” denilerek örgüt işleri üzerinde durulur.
Nihayet günlerce süren işkence ve sorgular sonunda Sivas adliyesinde savcılık huzuruna çıkarılırlar. “Acaba hangi savcı huzuruna çıkarıldılar?” şeklinde aklınıza gelen ilk soruyu hemen yanıtlayalım: Evet maalesef işkenceler sırasında sesi Av. Murat Genç tarafından tanınan Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Ömer Erdoğdu’nun huzuruna çıkarıldılar.
Suçlu gösterilen bu kişiler henüz savcının huzuruna çıkarılmadan görevli savcı yardımcısı Ömer Erdoğdu basına şöyle bir açıklama yapar: “Sanıklar, duruşmada işkence gördüklerini, kendilerinin muayeneye gönderilmelerini istemişlerdir. Sanıkların hastaneye sevk istekleri kabul edilmemiştir… Sanıkların belli bir örgüt üyesi olduklarına dair henüz bir kanıt bulunamamıştır. Sanıklar, suçlarını polis ve jandarmaya itiraf etmişler, ancak duruşmada kabul etmemişlerdir…” (Milliyet, 10.9. 1978)
Bu açıklamaya göre savcı diyor ki: Hastaneye sevk isteği duruşmada reddedildi. Halbuki mahkeme isteği yerinde görerek sanıkları doktora sevk etmiş ve sanıklar işkence gördüklerine dair rapor almışlardır. Yine savcı Erdoğdu, "Hepsi tutuklandılar" diyor. Oysa İbrahim Kaygusuz, Nihat Gürbüz duruşmada; Mirza Arabacı, Hasan Genç ve Cuma Türk de bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonucu tahliye olmuşlardır.
Görülüyor ki, savcı yardımcısı, bu bilgileri önceden ve daha savcılıkça hazırlık tahkikatı yapılmadan hazırlamış ve basına vermiş. Önceden basına verilen o gizli örgütler, silahlar, bombalar, tahrip kalıpları, dinamitler ve 4 Filistinli gerilla komploları fiyaskoyla sonuçlanınca; bu yalancılıklarını örtbas etme telaşı içinde, suçlu gösterilenlere işkence zoruyla belge imzalatılmaya uğraşılmış, aynı şekilde basın da yanlış bilgilerle aldatılmaya çalışılmıştır.
Bir de Sivas Emniyet Müdürlüğü görevini yapan zatın suçlu gösterilen ve işkenceden geçirilenlere öğüt olarak söylediklerine bakalım: “Ne olacak, beni de 27 Mayıs’ta böyle yaptılar ve Yassıada’ya gönderdiler. Bu hep komünistlerin işidir. Size, onlara uymayın, dediğimizde inanmıyordunuz…”
Artık bu kişilerden tarafsızlık beklenir miydi?… Onlar Sivas olaylarında bal gibi taraflıydılar ve arzuladıklarını başardılar da? Çünkü suçlular suçsuz, suçsuzlar suçlu görüldü, kamuoyuna böyle yansıtıldı.
İlkokullarımızda öğrencilerimize her gün “Türküm, doğruyum” andı söyletilir. MHP Genel Başkanı kendisini Türklerin savunucusu koruyucusu, saymaktadır. Bu anda göre onun önce kendi doğruluğunu ispatlaması gerekir. Hani, “Dış mihraklar, 4 Filistinli gerilla, cephaneler”, onlara ne oldu, şimdi neredeler? Alpaslan Türkeş, bunları ispatlamazsa, biz de onun başkalarına söylediği, “şerefsizlik, yalancılık, iftiracılık” sözlerini kendisine iade hakkını kendimizde bulacağız.
Üzücü başka bir olay daha
Sağcı teröristler, bir yanda olayları yaratırlarken diğer yanda yapılanların sorumluluğunu ilericilere ve özellikle de CHP’lilere yüklemeye çalışmaktadır. Buna karşın CHP’li yöneticiler bunların her saldırısında oyuna gelip bir adım geriye çekilerek; onların suçladıkları kişileri CHP’den ihraç etmeye, derneklerini kapatmaya yönelmektedirler. Hatta aynı asılsız suçlamalara katılarak adeta onları doğrulamaya çalışmaktadır. CHP bunu yapacağına olayların gerçek kökenine inerek nereden kaynaklandığını, kimlerin gücü ve
desteği ile yapıldığını ortaya çıkarmalıdır. En akılcı yol bu olması gerekir kanımızca…
Sonuç
1- Sivas olayları ne bir mezhep, ne de çocuk çatışmasından çıkmıştır. Bu doğrudan doğruya tüm emekçilere karşı düzenlenen ve planlı bir şekilde sahneye konulan bir oyundur. Bu oyunun amacı emekçi halkı sindirmek, baskı altında tutmak ve örgütlenmelerini engellemektir.
2- Sivas olayları tamamen faşist güçlerce çıkarılmıştır. Belirtildiği gibi, katliam önceden planlanmış ve çevre illerden, ilçelerden faşist militanlar Sivas’a getirilmiştir. Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı M. Yazıcıoğlu’nun olaylardan bir gün önce ve olaylar sırasında Sivas’ta bulunması tesadüfi değildir.
3- Tahrip edilen evler ve işyerleri seçimi tesadüf değildir. Saldırılacak yerler, önceden listelenmiş ve militanlara verilmiştir.
4- Güvenlik kuvvetleri, gerçek suçlular yerine evleri, işyerleri tahrip edilenleri ve olaylarla hiç ilgisi olmayan dernek ve sendika yöneticilerini gözaltına almıştır. Gözaltındakilere işkence yoluyla belgeler imzalatılarak onlar, suçlu gösterilmeye çalışılmıştır.
5- Sivas olayları, basına, radyo ve televizyona çarpıtılarak verilmiş, böylece kamuoyu yanıltılmıştır.
6- Saldırıya uğrayanların ve saldırı hedefinin salt bir mezhep mensupları olduğu ve tahrip edilen evlerin, işyerlerinin salt Alevilere ait olduğu şeklindeki iddia doğru değildir. Sivas’ta saldırıya salt Aleviler değil, tüm ilericiler, yurtseverler ve demokratlar uğramıştır.
7- Alevi yurttaşlar Sivas’ı terk etmiş değiller, çünkü Sivas’ta bir Alevi ve Sünni çatışması mevcut değildir. Tüm demokratlar ve ilericiler halen güçbirliği halindedirler ve inançlı olarak dimdik duruyorlar.” 2
b) Basından Haberler
Tercüman (8. 9. 1978): “Sivas’ ta CHP’li bir avukat 4 Filistinli gerilla ile Eğitim Enstitüsü öğrencisi Kangal İlçesi’ne 3 otomobil dolusu patlayıcı madde götürürken yakalanmışlardır. Dün gece şüphe üzerine çevrilen üç otomobilde yapılan aramada çok sayıda bomba, tahrip kalıbı ve dinamit bulunmuştur. Murat Genç adlı avukat ile isimleri açıklanmayan 4 Filistinli gerilla ve 5 öğrenci yakalanmış, olayla ilgili soruşturma başlatılmıştır...”
Tercüman (8. 9. 1978): “Sivas olayları bu hale gelinceye kadar görevliler nerede? Saatlerce gsüren yaylım ateşi hangi silahla yapılmıştır? Bu silahlar ne zaman nereden gelmiştir? Bu gerginliğin hükümet tarafından bilinmemesi mümkün değildir. Buna rağmen niçin bir tedbir alınmamış, bunca vatandaşın kanı dökülünceye kadar beklenmiştir. Ne pahasına olursa olsun, devleti eline geçirmeye kalkanların, ne pahasına olursa olsun, hükümette kalmak istemeleri ve liyakatsızlıkları memleket idaresinden bihaber oluşları olup bitenlere şaşkın, seyirci kalmalarını sağlamıştır.
“Bu hükümetten bir çare beklenemez. Vatandaşı birbirine düşürmüşlerdir....”
Tercüman (9. 9. 1978): “Türkeş düzenlediği basın toplantısında; ‘Sivas’ taki olayların her yönü ile içine ideolojik faaliyetlerin girdiği bir Sünni - Alevi çatışması olduğunu... Töb-Der’li öğretmenlerin olayları körüklediğini, Pol-der’li polislerin ise vatandaşın üzerine ateş ettiğini... Saldırıda ölen 9 kişinin Sünni ve bir kişinin Alevi olduğunu... CHP üyesinin 4 Filistinli gerillayla beraber uzun ve kısa menzilli silahlarla yakalandığını belirten haber, bu kanatımızı doğrular mahiyettedir... Sivas’ta olaylar öncesi Eğitim Enstitüsüne aşırı komünist militanların getirilip yerleştirildiklerini... Alevi mahallelerin kışkırtıcı elemanler tarafından bir üs olarak kullanıldığını ve Sünni vatandaşların üstünde saldırıldığını’ belirtmiştir.”
Ortadoğu (7. 9. 1978): “Sivas’ ta bayram kanlı geçti.
“Bayram arefesinde Sivas’ın Alibaba semtinde çocuk meselesinden çıkan bir kavga, solcu provokatörlerin halkın içerisine katılarak kışkırtması ile bir anda mezhep kavgasına dönmüştür. Taş, sopa, bıçak, demir çubuk ve tabancaların kullanıldığı çatışmayı ilk anda emniyet kuvvetleri önleyememiştir... Olay kısa zamanda bütün Sivas’ta yayılmış ve bu arada çatışan gruplar birçok işyerini tahrip ederek ateşe vermişlerdir.”
Cumhuriyet (4. 9. 1978): “Sivas Valisi Fikret Kozak, olaylarla ilgili olarak basına şu bilgileri verdi:
“Olaylar, Sünni ve Alevi yurttaşların oturdukları Alibaba Mahallesinde çocuk kavgasından çıkmıştır. Yaşlı bir kişi çocukları ayırmaya gitmiş. Ancak henüz bilinmeyen bir nedenle sağ eğilimli kişiler bu yaşlı adamı ve bir olması nedeniyle kısa bir sürede sağcılarla solcular arasında silahlı çatışma şeklini almıştır. Buradaki çatışmada iki kişi ölünce olaylar bu kez tüm kentte yayılmıştır...
“Olaylar sırasında sağcıların şehirde terör yarattıkları ve Alibaba Mahallesi’nde bazı evlere benzin dökerek ateşe verdikleri görülmüştür. ‘Kanımız aksa da zafer İslamın’ diye bağıran ve yüzlerine mendiller bağlayan sağcı gruplar, demir çubuk ve sopalarla çarşı içinde ve bazı ana caddelerde bulunan dükkanların tümünü, Bankalar Caddesi, Posta ve Kepenek Caddesi’ndeki dükkanların büyük bir bölümü tahrip etmiştir. Olaylar sırasında polisin yeterli kışkırtmalarda bulunduklarını belirtmiştir...
... AA’nın haberine göre emniyet yetkilileri bazı sağ çevreleri bir süreden tahriklemre hazırnlandıklarını dünkü
olaylarda Aleviler camilere saldırıyor şeklinde bir söylentinin rol oynadığını söylemişlerdir. Bu arada bazı kişiler de bu söylentiyi yaymak için mahalle mahalle dolaşarak halkı tahrik etmişlerdir.”
c) Cinayetlerin Bilançosu
1974-1980 Yılları arasında Sivas’ta işlenen siyasi cinayetler:
·Hüseyin ESEN (Öğretmen) 15.05.1974 Sol
·Abdullah CAHUD (Savcı) 06.12.1975
·Sinan SAVAŞ (Öğrenci) 11.01.1976 Sağ
·Hasan ULUBAŞ (Öğrenci) 11.09.1977 Sağ
·Fikret ÇAĞAN (Bakkal) 07.06.1978 Sol
·Gülsüm KEKLİK (Ev Hanımı) 04.09.1978 Sivas Olayları
·Vedat KANIT (Çocuk) 04.09.1978 Sivas Olayları
·Bektaş GÖKDEMİR 04.09.1978 Sivas Olayları
·Gülizar BORA (Ev Hanımı) 04.09.1978 Sivas Olayları
·Musa OĞUZ 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları
·Bünyamin YILMAZ 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları
·Musa KALE 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları
·Muhittin AKBAY 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları
·Ahmet GÖNENÇ (Öğrenci) 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları
·Ömer AKSAK 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları
·Ruhi ÖZVAR (Öğrenci) 04.09.1978 Sol Sivas Olayları
·Ali İLERİ (Öğrenci) 04.09.1978 Sol Sivas Olayları
- 2 Temmuz 1993 Katliamı
a) Pir Sultan Abdal ŞenlikleriPir Sultan Abdal, Sivas Yıldızeli İlçesi’ne bağlı Banaz Köyü’nde yaşamıştır. Halkın diliyle ve sazıyla halk kültürünü yaygınlaştıran ve yaşatan bir ozandır. Osmanlı yönetiminin baskı, katliam ve soygununa karşı çıkarak halkı örgütleyen bir halk öncüsüdür. Bu özellikleri ve uğraşları nedeniyle Osmanlı yönetiminin şimşeklerini üstünde toplamış; sonuçta Sivas’ta asılmıştır. Osmanlı yönetimi, Pir Sultan Abdal’ı asmakla da yetinmemiş, deyişlerini, şiirlerini de yasaklamıştır. Tüm baskı ve yasaklara karşın, halk, Pir Sultan Abdal’ı unutmamış; 400 yıldan beri deyişlerini, şiirlerini sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktararak bugünlere getirmiştir. Banaz Halkı, kendi öncüsü ve piri olan Pir Sultan Abdal’ın ilkelerini ve kültürünü örgütlü olarak yaşatmayı amaçlar. 1976’da Banaz Köyü’nde “Pir Sultan Abdal” adıyla bir dernek kurulur. Derneğin öncülüğünde ve yöre halkının katkıları ve katılımıyla her yıl Pir Sultan Abdal etkinlikleri düzenlenmektedir. Ayrıca Yıldız Dağı’na bakan tepenin üstüne, 8 metre boyunda tunç kaplamalı bir Pir Sultan Abdal heykeli yaptırılır. Ne var ki 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yöneticileri, diğer dernekler gibi bu derneği de kapatırlar. Sevenleri, Pir Sultan Abdal’ı yaşatmaya kararlıdır. 1988’de Ankara’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’ni kurulur. Eskiden olduğu gibi, Banaz Köyü’nde her yıl Pir Sultan Abdal Etkinlikleri düzenlenmeye de başlanır. 1-4 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecektir. Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal, tüm ezilenlere, demokrasi ve özgürlük yanlısı olan herkese mal olmuş bir simgedir. Pir Sultan’ın bu özelliğinden hareket eden Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri, etkinlikleri demokrasi ve özgürlük yanlısı kesimlerin temsilcileriyle ortaklaşa yapma kararı alır ve bu amaçla, çeşitli demokratik kitle örgütlerine, yazarlara, ozanlara, sanatçılara çağrı yaparlar. Çağrı mektubu şöyledir: “Sayın Başkan ve Yönetim Kurulunun Değerli Üyeleri; “Önce bir hususun altını sevinerek çizmek gerekiyor. Hepimizin mutlulukla izlediği bir örgütlenme sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreci başlatma şansının bizlere ve bizim kuşaklarımıza nasip olması, kuşkusuz ayrı bir onur nedeni olarak kabul edilmelidir. Tarih, ulusumuzun ve yaşamsal donanımımız olan kültürümüzün asimile edilerek Araplaştırılmasına ve sonuç olarak da yok edilmesine karşı gösterilen direncin örnekleriyle doludur. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Atatürk'ün uluslaşma, laikleşme ve çağdaşlaşma çabalarıdır. Bunun yanında Alevi yurttaşların Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde dinsel gericiliğe, din devletine, dinin siyasete ve kişisel çıkarlara alet edilmesine karşı verdiği mücadelenin sayısız örnekleri de tarihi birer gerçek olarak ortadadır. Bunlardan en çarpıcı örnek de PİR SULTAN ABDAL'dır.</code></pre></li>
“Çağdaş ve ilerici bir yaklaşım örgütlülüğün önemli bir kilometretaşı olan dernek ve vakıflarımızın giderek amacına daha uygun işlevleri üstleneceğine inancımız tamdır. Evrensel yanları bugüne dek fazla yansımayan Alevi kültür ve folklorunun, ulusumuzun tümüne ve insanlığa kazandırılması konusundaki çabalarımızı tarih kuşkusuz tespit edecek ve değerlendirecektir. “Canlar, “Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı güzel Anadolumuzun evrensel isimleri adına kültür şenlikleri düzenliyor. Ancak siyasi iktidarın bu kapsamda ünlü düşünür Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen şenliklerde Alevi felsefesinin özünü saptırmaya çalıştığını, onu siyasi araç yaptığını hepimiz üzülerek izliyoruz. Bunun en somut ve çarpıcı örneği, ANAP döneminin Ülkücü Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'tir. Zeybek'in o ünlü konuşmasında, Hacı Bektaş Veli'nin Ahmet Yesevi tarikatına bağlı olduğunu, ondan feyz aldığını kanıtlamak için büyük çaba sarfetiği hâlâ hatırlardadır. “Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa ve benzeri halk önderleri adına düzenlenen şenlikler, bizler için mihenk taşlarıdır. Bu şenlikler, Anadolu kültürünün gün ışığına çıktığı, yaşadığı, ete kemiğe büründüğü, renklendiği, insanları etkilediği ve kitleselleştirdiği devinimlerdir. Bu şenliklerin siyasi amaçla kullanılmasına asla izin vermemeli, onlara sahip çıkmalı ve özünün korunmasına gerekli özeni göstermeliyiz. Bunu sağlamak için de ev sahipliğini biz yapmalıyız, şenlikleri bizler yönetmeliyiz. “Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri'ne sürekli evsahipliği yapan derneğimizin Yönetim Kurulu, yukarıda bilgilerinize sunulan özet görüşlerden yola çıkarak, farklı bir yol ve yöntemi önermekte, evsahipliğini de bölüşmek istemektedir. Bu şenliklerde kültürümüz, en anlamlı şekilde ortaya konmalı, bizler tarafından dikkatle izlenmeli ve konuklara keyifli bir ortam sunulmalıdır. Basının, TV'nin şenlikleri takip etmesi sağlanmalı ve bu yoldan şenliğe katılamayan yurttaşlarımıza da ulaşılmalıdır. Laiklik ve demokrasi konusundaki çabalarımızın kitleselliğe dönüşmesine ve kamuoyuna mal olmasına bu şenlikler büyük katkı sağlamalıdır. Bu nedenle yazımız ekinde sunulan Şenlik Programı'nda sıralanan etkinliklerin, dernek ve vakıflarımız arasında paylaştırılması düşünülmektedir. Örneğin; bir kuruluşumuz semah ekibi ile katılarak katkıda bulunacaksa, bir başka kuruluşumuz gazetecileri, panelistleri, sanatçıları veya TV ekibini götürmeyi, bunlara araç sağlamayı, konaklama için yer ayırmayı vb… görevleri üstlenerek katılabilirler. “Sevgili Canlar; “Bu mektubumuz yurtiçi ve yurtdışında olmak üzere yaklaşık olarak elli kuruma gönderilecektir. Pek doğal olarak, özellikle yurtdışındaki kuruluşlarımızın organizasyon içerisinde aktif bir görev almaları ve yerine getirmeleri çok zor görünmektedir. Bu kuruluşlarımızdan bütçeleri ölçüsünde, sembolik de olsa bu organisazyona katkı beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Ancak bu kuruluşlarımızın yönetici ve üyeleri, tatillerini şenlik tarihine denk getirir ve konuğumuz olurlarsa, hem şenliğimizi onurlandırırlar, hem de bizi mutlu kılarlar. Şenlik düzenlenmesine aktif veya maddi olarak katkıda bulunacak kuruluşlar, uygun görecekleri bir ismi de tespit ederek Şenlik Komitesi'ne önereceklerdir. “Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri'ne maddi veya manevi olarak katılmayı düşünenlerin ve “Şenlik Komitesi Üyeleri’nin isimleri, dergimizin 7. sayısında ilan edilecektir. “Önerilerimize olumlu yaklaşım gösteren kuruluşlarımızın değişiklik öneri veya düşünceleri varsa, onları en geç 15 Mayıs 1993 tarihine kadar bize bildirmelerini rica ederiz. 22. 04. 1993 Saygılarımızla… Rıza AYDOĞMUŞ Murtaza DEMİR Gen. Bşk. Yrd. Genel Başkan “ 3 Derneğin çağrısına çok sayıda örgüt, yüzlerce yazar, ozan, sanatçı, semah ve tiyatro ekibi olumlu yanıt verdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin yöneticileri, Kültür Bakanlığı’nın ve Sivas Valiliğinin katkılarını da istemişlerdir. Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği, bu istemi olumlu karşılar ve mali katkı yanında, konaklama ve ağırlama konusunda da katkıda bulunulacağı bildirilir. Hatta, Sivas üst Düzenleme Kurulunda, Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü Mehmet Talay da yer alır. 30 Haziran 1993 akşamı, ozanlar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan yüzlerce kişi otobüslerle Ankara’dan Sivas’a hareket eder. Sivas halkı, konuklarını coşkuyla karşılar. 1 Temmuz gününün programı oldukça yoğundur. Sivas Kültür Merkezi’nin konferans salonu tıklım tıklım dolmuştur. İzleyicilerin çoğunluğu ayaktadır. Salonun içindekiler kadar bir topluluk da dışarıda kalmıştır. Saygı duruşundan sonra, PSAKD’nin Genel Başkanı Murtaza Demir bir açış konuşması yapar. Sivas Valisi Ahmet Karabilgin’in konuşmasından sonra Yazar Aziz Nesin konuşur. Daha sonra sahneye gelen halk oyunları ekibi salonu coşturur. Öğleden sonra Buruciye Medresesi’nde kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışı yapılır. Yazarların imza masalarının önündeki okuyucular onlarca metrelik kuyruklar oluşturmuştur. Halkla yazarlar ve sanatçılar bir aile gibi kaynaşmışlardır. Saat 17.00’de Kültür Merkezi’nde Hasret Gültekin’ in dinletisinden sonra, “Çağların Pir Sultanlarından Günümüz Pir Sultanlarına“ başlığıyla düzenlenen panel başladı. Yazar - Gazeteci Sami Karaören’in yönettiği panele, Asım Bezirci, Prof. Dr. Afşar Timuçin, Aydın Çubukçu ve Hüseyin Gülkanat panelist olarak katıldılar. Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin birinci günü, halkın ilgisi ve coşkusuyla noktalandı. Etkinlikleri izleyen Sivaslılar, kent dışından gelenleri evlerine konuk etme yarışına girmişlerdir. Konukların bir kısmı evlere dağılırken, bir kısım konuk da otellerde kalmayı yeğlemiştir. 2 Temmuz günü programı saat 10.00’da başladı. Şenlik ekipleri, bir gün önceki yoğun çalışmanın yorgunluğuna aldırmadan, günün etkinliklerinin daha başarılı ve coşkulu geçmesi için hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı. Buruciye Medresesi’ndeki fotoğraf ve kitap sergilerine gösterilen ilgi aynı yoğunlukta sürüyordu. Salonun çılışından çok önce gelmiş insanlar, ellerindeki kitapları imzalatmak ve değerli yazarlarla sohbet edebilmek için heyecanla bekleşiyordu. Saat 14.00’deki Kültür Merkezi’nde Arif Sağ’ın dinletisinden sonra, “Medya ve Emperyalizm” paneli yapılacaktı. Hasan Uysal’ın yöneteceği panele, Sami Karaören, Raif Türk, Şükrü Günbulut, Mustafa Yalçıner ve Soner Doğan da panelist olarak katılacaktı. Kültür Merkezi’nde 1500 kadar izleyici bulunuyordu. Bu çalışmalar sürdürülürken, bazı cami önlerinde ve yakınlarında birtakım gruplaşmalar görüldüğü ve bir saldırı olabileceği haberi fısıltı halinde yayılıyordu. b) Saldırı Başlıyor PSAKD’nin Sivas’taki etkinliklerine yönelik saldırı, anlık bir tepkinin ürünü değildir. Bu saldırının planlı bir hazırlık süreci sonrası başlatıldığı olaylardan sonra ortaya çıkmıştır. Irkçı-şeriatçı örgütler, Malatya, Kahramanmaraş, Elazığ, Çorum, Tokat, Kayseri gibi çevre illerdeki deneyimli militanlarını Sivas’a taşımışlar ve militanlar, Belediye’nin ve dini vakıfların yurtlarında konuk edilmişlerdir. Bu hazırlıklara ek olarak Sivas halkının dini duygularını tahrik amacıyla bildiri dağıtılmış ve camilerde dar kadrolu toplantılar yapılmıştır. Saldırı ve katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerden biri şöyle: “MÜSLÜMAN KAMUOYUNA “Bismillâhirrahmânirrahim “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından ileridir. Onun hanımları da mü’minlerin analarıdır.” (Ahzâb:6) “Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (S.A.V.)’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine (Kâbe’ye) ve kitab’ı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır. “Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir. “Bu şeytanî oyunlara karşı, izzetli ve duyarlı Müslümanlar yiğitçe mücadele ortaya koyarak, bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir. “Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de; AYDINLIK gazetesi denilen bir paçavrada, mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki laik ve ikiyüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır. “Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir . “Kâfirler şunu iyi bilmeli ki: “İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır. “Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür. “Gün, Allah (C.C.)’ın vahyi Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (S.A.V.)’e, O’nun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulması günüdür. “‘İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.’ (Nisa:76) “Galip gelecek olanlar, şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır. MÜSLÜMANLAR” 4 Saldırı ve katliam gecesi 1 Temmuz akşamı da başka bir bildiri evlere dağıtılır: “Halkımıza Çağrı; “Müslüman halkın yaşadığı bu ülkede, İslam için binlerce şehit verilmiş bu topraklarda, bir kesim tarafından, ‘basın özgürlüğü, düşünce hürriyeti’ adı altında, Müslümanlar’ın kutsal değerlerine sözlü veya yazılı olarak kimse saldıramaz. “Biz Müslümanlar, canımız pahasına da olsa, bu değerlerimizi korumakta kararlıyız. “Müslüman halkımızdan bu konularda duyarlı olup, İslam’ın değer yargılarını alaya alanlara izin vermemelerini, ne pahasına olursa olsun bunu engellemeyi dini bir görev olarak bilmelerini, bu alçaklar karşısında susulduğunda, yarın mahşerde Allah’a nasıl hesap vereceğimizi düşünmelerini istiyoruz. “ ‘Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeyi gerekir. O’nun eşleri, onların anneleridir...’ (Ahzâb Suresi, Ayet: 6) “ ‘Ve kâfirlerin hesapları varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Allah hesabı çabuk görendir.’ (Enfal Suresi, Ayet : 30) “ ‘Kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.’ (Saff Suresi , Ayet:8) “Not: Bu yazıyı okuyan, Allah rızası için çoğaltarak dağıtsın. MÜSLÜMANLAR” 5 Etkinliklerin ikinci günü, Sivas’taki sağ eğilimli yerel basında (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf) da halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler çıkmıştı. Tertipçiler, saldırıya geçmek için koşulların yeterince olgunlaştığı kanaatine varırlar. 2 Temmuz günü, camiler tıklım tıklım dolar. Bazı saldırganlar cuma namazını tam bitmemiş olacak ki, bir yanda ellerinde sopalar, bir yanda yarı bırakılmış namazlarını tamamlamak için sağına, soluna selam vererek koşuyorlardı. 2 Temmuz Cuma günü, saat 13.30’da saldırı başlatıldı. Değişik camilerden akın akın insan, şenlik yapılan Kültür Merkezinin önünde toplandılar; taş ve sopalarla Kültür Merkezine saldırdılar. “Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak“ sloganları atan gruplar, Kültür Merkezi’nde bulunan 1500 kişinin üzerine saldırır. Ancak, etkinlikleri izlemekte olanların direnişleriyle karşılaşan ve sayıca görece az olan saldırganlar, geri çekilmek zorunda kalır. Saldırganlara sürekli olarak yeni katılımlar olmaktadır. Çeşitli camilerden çıkanlar, koşarak saldırganlara katılmaktadır. Kalabalık gruplar, Kültür Merkezi’ne bir kez daha saldırırlar. İzleyiciler ve görevliler bir yandan saldırıya karşı barikat kurarak direniyor; öte yandan da içerideki insanları boşaltmaya ve arabalarla başka yerlere göndermeye çalışıyorlardı. Olay yerinde yeteri sayıda güvenlik gücü yoktu. Olanlar da saldırıyı engelleyecek güçte değillerdi. Kültür Merkezi’nin camları, kapıları ve pencereleri yerle bir edilmişti. Nihayet, Kültür Merkezi boşaltıldı ve saldırıya uğrayanlar güvenli bölgelere gönderildi. Bu arada, yeni katılımlarla saldırganların sayısı onbine yaklaşmıştı. Gözlerini kan bürümüştü ve dişlerini gıcırdatarak parçalayarak insan arıyorlardı. Saldırgan kitle, isteğine ulaşamamanın verdiği hırsla Kültür Merkezi’nden Valiliğe yöneldi. Valilik önünde toplanan binlerce saldırgan, “Şerefsiz vali istifa, Sivas size mezar olacak, Şeriat gelecek, zulüm bitecek, Yaşaşın şeriat, Muhammed’in ordusu kafirlerin korkusu, Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik, şeriat isteriz...” sloganlarıyla binayı taşa tuttular... Saldırganların bir kolu, yeni dikilen “Halk Ozanları Heykeli”ne yöneldi. Heykeli kazma ve balyozla parçalayarak sürüklemeye başladılar. Bu arada, kimi saldırganların dişlerini heykele geçirmeye çalıştığı görülüyordu. Diğer bir grup da, Kongre Müzesinin yanında bulunan Atatürk heykeline saldırdı, yere düşürdükleri Atatürk heykelini de sürüklemeye başladılar. Saldırganların sayısı giderek 15 bine yaklaşmıştı. Şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak etkinlik konuklarının kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Otelde, kent dışından gelmiş ve çoğunluğu yazar, ozan ve sanatçı yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Saldırı üzerine, güvenliğin daha kolay sağlanacağı düşüncesiyle otele gelmiş insanlar tedirgin oldular. Otelin önünde az sayıda polis vardı ve saldırganlara, “Dağılın, yapmayın” demekten öte bir müdahalede bulunacak gibi görünmüyorlardı. Otelde bulunanlar, tehlikenin ayırdında idiler. Telefonla Sivas Valisi’ni, Emniyet Müdürünü ve diğer yetkilileri arayarak önlemlerin artırılmasını istediler. Bununla da yetinmediler, telefonla Ankara’da bulunan Başbakanı, Başbakan Yardımcısını, İçişleri Bakanı’nı, parti liderlerini ve milletvekillerini aradılar. Oteldekiler arasında olan halk ozanı, 1987-1991 dönemi SHP milletvekilli Arif Sağ da, telefon başından ayrılmıyor, Ankara’da SHP milletvekili Cevdet Selvi’yi, Bakan Seyfi Oktay’ı, İstanbul eski belediye başkanı Nurettin Sözen’ i arayarak saldırının korkunçluğunu anlatıyor, bir an önce önlem alınmasını istiyordu. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğoltay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Ulaşılan her yetkili, “Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır” yanıtını veriyorlardı. Saldırganların amacını sezinleyen Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de saat 14.30’da Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı telefonla arayarak bilgi vermiştir. Saldırının giderek bir katliama dönüşeceğini gören Sivas Valisi, çok tedirgin olur ve Ankara’yla telefon irtibatını hiç kesmez. Saat 14.40’da yeniden İçişleri Bakanı’nı ve müşteşarını arar, saldırının artık bir katliama dönüşmekte olduğunu bildirir. Vali yine de rahatlayamaz. Saat 18.45’te Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı tekrar arar ve mutlaka yardım edilmesi gerektiğini bildirir. Çevre illerden de yardım istenmektedir. Sivas Valisi’nin bunca çabalarının ve görüşmelerinin sonucu, Tokat Emniyet Müdürlüğü’nden 20 polis; Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden 31 Polis, Jandarma Komutanlığı’ndan 20 Jandarma olmak üzere 71 güvenlik görevlisi gelmiştir. Sivas Tugay Komutanı 6 bin kişilik asker mevcudundan yalnızca 30-40 acemi er göndermiştir. Askerler saldırganların arkasında bir yerde nöbet tutarcasına bekletilir. Bir ara Tugay Komutanı da olay yerine gelir ve sağa sola bir göz attıktan sonra ayrılır. Otel’de bulunanların Ankara’daki yetkililerle yaptığı telefon görüşmeleri ve önlem istemleri de dikkate alınmamıştır. Bu girişimler ve devletin duyarsızlığı değerlendirildiğinde saldırganların korunduğu tartışması gündeme gelmektedir. Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Saldırganlardan kimileri, otelin önündeki arabaları ters çevirerek ateşe vermekte, kimisi de bidonlarla benzin taşıyarak otelin içine atmaktadır. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır. Yangın oteli tamamen sarar. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başlamıştır. Artık ölümün çok yakınında olduklarını biliyor ve ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Yangın bütün oteli sarmıştır. Cinnet halindeki kalabalık, ölüm haberlerini beklemektedir. Dışarıda gözlerini kan bürümüş katiller, otelden gelen yanmış insan eti kokusunu ciğerlerine çekerken, Ankara’daki bakanlar ve yetkililer de kokteyllerde kadeh kaldırıyorlardı. 4 Temmuz günü, Sivas’ın Madımak Oteli’nde 35 can yakılarak katledilmiştir. 51 kişi de kendi olanaklarıyla ağır yaralarla kurtulabilmişlerdir. Çatıya çıkarak yardım isteyenler arasında Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli de vardı. İtfaiyenin merdivenli arabası otele yaklaştı. Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli merdivenlerden inerlerken, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak ile bazı belediye görevlileri saldırıya geçtiler.Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli, itfaiyenin merdivenlerinden aşağıya atıldılar. Başından yaralanan Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli’yi linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar ambulansla değil polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesine götürüldü. c) Yaşamını Yitirenler Yaşamını yitirenler: 1) Behçet Sefa AYSAN Şair - Ankara 2) Yeşim ÖZKAN Sanatçı - Ankara 3) Nurcan ŞAHİN Sanatçı - Ankara 4) Muhibe AKARSU Misafir - Ankara 5) Muhlis AKARSU Sanatçı - Ankara 6) Murat GÜNDÜZ Sanatçı - Ankara 7) Handan METİN Sanatçı - Ankara 8) Ahmet ÖZYURT Sanatçı - Ankara 9) Huriye ÖZKAN Sanatçı - Ankara 10) İnci TÜRK Sanatçı - Ankara 11) Özlem ŞAHİN Sanatçı - Ankara 12) Yasemin SİVRİ Sanatçı - Ankara 13) Asuman SİVRİ Sanatçı - Ankara 14) Uğur KAYNAR Şair - Ankara 15) Sehergül ATEŞ Sanatçı - Ankara 16) Gülender AKÇA Sanatçı - Ankara 17) Gülsün KARABABA Sanatçı - Ankara 18) Mehmet ATAY Sanatçı - Ankara 19) Hasret GÜLTEKİN Sanatçı - Sivas 20) Serkan DOĞAN Sanatçı - Ankara 21) Muammer ÇİÇEK Sanatçı - Tokat 22) Belkıs ÇAKIR Sanatçı - Ankara 23) Asaf KOÇAK Karikatürist - Ankara 24) Edibe SULARI (AĞBABA) Misafir - İsviçre 25) Menekşe KAYA Sanatçı - Ankara 26) Koray KAYA Çoçuk - Ankara 27) Serpil ÇANİK Sanatçı - Ankara 28) Erdal AYRANCI Yönetmen - Ankara 29) Asım BEZİRCİ Yazar - Ankara 30) Sait METİN Sanatçı - Ankara 31) Carina (Cuanna) THUIJS Misafir - Hollanda 32) Nesimi ÇİMEN Sanatçı - İstanbul 33) Metin ALTIOK Şair, Yazar - Ankara 34) Kenan YILMAZ Otel görevlisi - Sivas 35) Ahmet ÖZTÜRK Otel görevlisi - Sivas Yaralananlar: 1) Aziz NESİN 27) Oktay SAMUR 2) Lütfiye AYDIN 28) Kadir ARDIÇ 3) Cafer Can AYDIN 29) Ahmet BAYRAM 4) Aydoğan YAVAŞLI 30) Faruk YALÇIN 5) Melahat YAVAŞLI 31)H.İbrahim DARBİÇER 6) Kamber ÇAKIR 32) Ahmet YAPAR 7) Lütfi KALELİ 33) Şaban YILMAZ 8) Serdar DOĞAN 34)Selahattin ÖZASLAN 9) Gülay ŞAHİN 35) Nurettin DARIKA 10) Makbule ÇİMEN 36) Sabri KANGAL 11) Nuray ÖZKAN 37) Birsen GÜNDÜZ 12) Bülent DAYLAŞLI 38) Mustafa GÖKTEKİN 13) Faruk DAYLAŞLI 39) Turan KESER 14) Bedia ATMACA 40) Erkan KILIÇ 15) Şadiye TANIŞ 41) Şükrü GÜLMEZ 16) İnci ŞENER 42) Bilal KALE 17) Nevzat ÇİĞDAMLI 43) Ali SERTAŞ 18) Ünal ALTUNAY 44) Çiğdem GÜLHAN 19) Ali UYGUR 45) Mecit ÜNAL 20) Hasan YILDIRIM 46) Hidayet ÖZDEN 21) A. Turan ONAK 47) Solmaz YILMAZ 22) Mustafa KAYA 48) Zülali BİLGİN 23) Erdal KOÇ 49) Seyit İNAT 24) Rukiye GÜLER 50) Ersin GÜREN 25) Adem ŞAHİN 51) Salim CEBENAY 26) Ercan DEVELİ Otelden yara almadan kurtulanlar 1) Arif SAĞ 21) Neval OĞAN 2) Yıldız SAĞ 22) Tuncay YILMAZ 3) Murtaza DEMİR 23) Demet IŞIK 4) Ali ÇAĞAN 24) Elif DUMANLI 5) Haydar ÜNAL 25) Murat KILIÇ 6) Yüksel YILDIRIM 26) İclal KARAKUŞ 7) Ali BALKIZ 27) Ertan KARTAL 8) Ali BAŞTUĞ 28) Ali Rıza KOÇYİĞİT 9) Ali DOĞAN 29) Mustafa TÜRKAN 10) Ayben KOP 30) Rıza AYDOĞMUŞ 11) Ali YÜCE 31) Mehmet AYDOĞMUŞ 12) Nimet YÜCE 32) Deniz HUNAR 13) Celal YILDIZ 33) Ferhun ATEŞ 14) Nurhan METİN 34) Cevat GERAY 15) Cem CELASUN 35) Gülsen GERAY 16) Zerrin TAŞPINAR 36) Olgun ŞENSOY 17) Mehtap YÜCEL 37) Nuray ÖZKAN 18) Hülya KADEROĞLU 38) Cevat ÜSTÜN 19) Battal PEHLİVAN 39) Hidayet KARAKUŞ 20) Türkân PEHLİVAN 40) İ. Cem ERSEVEN Yaralanan polisler: 1) Doğukan ÖNER İl Emniyet Müdürü 2) Rahim ÇALIŞKAN Emniyet Müd. Yrd. 3) Mustafa UZUN Şube Müdürü 4) Yaşar TEMEL Başkomiser 5) İbrahim KURŞUN Komiser 6) Sönmez KAYIŞ Polis Memuru 7) Ramazan KARATAŞ Polis Memuru 8) Bülent DAMLACI Polis Memuru 9) Nevzat GÜNDOĞDU Polis Memuru 10) Ersoy KARA Polis Memuru 11) Şaban AKIN Polis Memuru 12) Salim ŞEN Polis Memuru 13) Hüseyin YÜKSEL Polis Memuru 14) Sebahattin DİNÇ Polis Memuru (Kaynak: Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, s.335-37)6 d) Devlet yetkilileri ne dedi? Sivas’ta eli sopalı, taşlı, zincirli onbini aşkın saldırgan, insan avındaydı. Korkunç durum, Başbakana, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği halde herhangi bir yardım gelmedi ve önlem alınmadı. 35 insan yakılarak feci şekilde katledildi. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz” diyor, ilgilileri uyarıyordu. Cumhurbaşkanının “halk”tan kastettiği oteli kuşatan saldırgan kalabalıktı. Gerçi Süleyman Demirel, politik yaşama kazandırdığı, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” şeklindeki veciz sözü ile tarafını çoktan açıklamıştı. Başbakan Tansu Çiller ise, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyebiliyordu. Daha sonra TBMM’de yaptığı bir konuşmada da Van’da yakılan bir oteli, Sivas’takiyle karıştırmış ve “Bir vatandaş, sigortadan para almak için sigortalı oteli yakmıştır” demişti. Bir başbakan, ülke sorunlarına ve toplumsal gelişmelere bu denli duyarsız olabiliyordu. Ülkenin iç asayişinden sorumlu bir yetkilisi, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, otele yapılan saldırıyı, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” şeklinde yorumlayarak saldırganları mazur göstermiştir. Devlet yetkililerinin açıkça taraf tutmaları, güvenlik güçlerinin ilk soruşturmasını da etkilemiştir. Saldırı öncesinde, sırasında ve sonrasında yeterince önlem alınmadığından insanlar yakılmış, saldırgan katiller ellerini kolllarını sallayarak kent dışına çıkmış ve izlerini kaybettirmişlerdir. 10-15 bin saldırgandan ancak 35 kişi, katliamdan bir gün sonra gözaltına alınmıştır. Artan toplumsal tepkiler sonucu, gözaltına alınanların sayısı daha sonra 190’a çıkarıldı. Gözaltına alınanlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalafetten dolayı soruşturma başlatılmış, fezlekeler bu doğrultuda hazırlanarak Cumhuriyet Savcılığı’na sevkedilmişlerdir. Soruşturmanın bu yetersiz çerçevede kalması sonucu, 190 kişiden 124’ü tutuklanmış, geri kalanlar serbest bırakılmışlardır. Olay, rejime yönelik ve arkasında ırkçı-şeriatçı örgütlerin bulunduğu siyasal bir gelişme şeklinde ele alınmadı. Hukuki süreç bu yönde işletilmedi. Böylece, 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın düzenleyicileri olan ırkçı-şeriatçı örgütler ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı. e) Sivas Valiliğinin Raporu Sivas Valisi Ahmet KARABİLGİN, katliamla ilgili olarak hazırladığı bir raporu İçişleri Bakanlığına sunar: I. Olay Öncesi İstihbarat 01. 07. 1993 Perşembe günü, İl Merkezinde başlayacak olan ve aralarında Aziz NESİN’in bulunduğu birçok yazar ve sanatçının katılacağı 4. Geleneksel Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’ni protesto etmek amacıyla, 30. 06. 1993 günü ‘gizli’ olarak, ‘Ek - 1’de sunulan bildiri dağıtılmıştır. Konunun hassasiyetinden dolayı, etkinlik programı ve Aziz Nesin aleyhindeki bildiri Emniyet Müdürlüğü’ne faksla iletilmiştir. II. Olayın Başlangıcı ve Seyri 2 Temmuz 1993 Cuma Paşa Camii önünde görevli emniyet ekibi (3860 kodlu) tarafından, Paşa Camii ve Meydan Camii’nden, Cuma namazından çıkan 500-1000 kadar kişiden oluşan grubun dört koldan Hükümet Konağı’na doğru ilerledikleri bildirilmiştir. (13.30) - Hükümet Meydanı gerisinde oluşturulan polis barikatını aşan yaklaşık 2 bin kişi, maydanda, “Vali istifa”,”zafer İslam’ın”,”Şeytan Aziz”,” İslamiyet’i ezdirmeyeceğiz” vb. sloganlar atmışlardır. (13.40)- Sayıları yaklaşık 3 bini bulan grup, Osmanpaşa Caddesi ve Buruciye Medresesi civarında benzer sloganları yinelemiştir. (13.55) - 3 bin 500 dolaylarında gösterici, Kültür Merkezi önüne gelmiş ve içerdeki karşıt grupla slogan mücadelesi başlamış, çatışma polis tarafından önlenmiştir. (14.10) - Kültür Merkezi’nden ayrılan grubun sayısı, 4-5 bini bulmuştur. (14.40) - Grup, Buriciye Medresesi’ne gelmiştir. (14.45) - Buriciye Medresesi önünden Hükümet Meydanı’na geçen 6 bin dolayındaki gösterici, aynı sloganları tekrarlamışlardır. (14.50) - Grup, Hükümet Meydanı’ndan Atatürk Caddesi’ne yönelmiştir. (15.00) - Atatürk Caddesi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na gelinirken, sayı yaklaşık 8-9 bini bulmuştur. (15.10) - Hükümet Meydanı’ndan İstasyon Caddesi yoluyla Kültür Merkezi’ne gelen göstericiler, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etmiş; Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla taşlı sopalı çatışma, polisçe, fazla büyümeden, zor kullanılarak önlenmiştir. (15.30) - Valilik tarafından görevlendirilen Belediye Başkanı, Kültür Merkezi önündeki topluluğu sakinleştirmek için bir konuşma yapmıştır. (15.48) - Kültür Merkezi’nden İstasyon Caddesi yoluyla yeniden Hükümet Meydanı’na ve Madımak Oteli civarına gelen yaklaşık 10 bin kişilik gösterici grubu, slogan atmaya devam etmiştir. (15.55) - Madımak Oteli önünde toplanan yaklaşık 15 bin göstericiye, Valilik’ten gelen istek üzerine, Belediye Başkanı ve Büyük Birlik Partisi İlçe Başkanı birer konuşma yapmışlardır. (18.00) - Belediye İtfaiye araçları, Hükümet Meydanı’na gelmiştir. (18.30) - Kültür Merkezi önündeki heykel, belediye garajına konulmak amacıyla Meydan’dan geçirilirken, topluluk tarafından Madımak Oteli önüne getirilmiştir. (19.14) - Madımak Oteli önündeki araçlar ve heykel ateşe verilmiştir. (19.50) - Otele yaklaşmak isteyen itfaiye araçlarına, göstericiler yere yatarak engel olmuşlardır. (20.00) - İtfaiye, otele güçlükle yaklaşabilmiştir. (20.05) - Yangın Otele de sıçramıştır. (20.10) - Afyon Sokak’tan (arka taraftan) gelen itfaiye, yangını söndürmeye başlamıştır. (20.20) - Hükümet Meydanı’na gelen göstericiler, Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlamışlardır. (20.40) - Güvenlik kuvvetleri havaya ateş etmiş ve göstericiler dağılmaya başlamıştır. (20.50) - Kalabalık, küçük gruplar halinde şehrin çeşitli kesimlerine yayılmıştır. (21.00) - Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk Büstü tahrip edilmiştir. (21.40) - Sayın İçişleri Bakanı Valiliğe gelerek, olaylarla ilgili bilgi almıştır. (22.00) - Valilikçe ilan edilen ”sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hâkimiyet sağlamışlardır. (23.00) III. Olayın Nedeni Olayların asıl nedeni, dinsiz olduğunu birçok kez açıklayan yazar Aziz Nesin’i bahane eden irtica yanlısı ve devlet düşmanı odakların, fırsattan yararlanıp, halkı, işsiz, güçsüz kişileri galeyana getirmesi ve istismar etmesidir. Olaylar, idarenin elinde olmayan, kanunsuz göstericiler karşısında eldeki güvenlik güçlerinin kesin üstünlüğünü imkansız kılan bir gelişim seyretmiştir. Gelişmeler, dakika dakika hükümet yetkililerine ve üst düzey yöneticilere iletilmiştir. Çeşitli camilerden çıkan ve normal bir kalabalık içinde küçük gruplar halinde değişik yönlerden gelen göstericiler, bir anda Hükümet Konağı önünde kanunsuz gösterilerine başladılar. 13.30 dolaylarında başlayan bu ilk olay üzerine, derhal Emniyet ve Jandarma üsleri ile yaptığım haberleşmede, başlayan olaya karşı alınacak önlemler değerlendirilmeye ve uygulamaya sokulmuştur. Olayın, ilk dakikalarında yarattığı izlenim, toplanan kişilerin hemen dağılıp gidecekleri şeklinde olmuştur. Topluluğun Hükümet Konağı önünden ayrılmayıp slogan atmayı sürdürdükleri ve yere oturmaya başladıkları görüldüğünde, işin ciddiyeti anlaşılmış ve saat 13.45’te, yani olayın başlamasından 15 dakika sonra, Tugay Komutanı’ndan askeri güç talebinde bulunulmuştur. 13.45’te başlayan ve aralıklarla süren takviye kuvvet isteme talebine gecikerek karşılık verilmiştir. Hazırlandığı bildirilen kırk kişilik ilk kuvvet, Hükümet Konağı önüne ancak saat 16.00 dolaylarında ulaşmıştır. Saat 19.10’da Genelkurmay Başkanı ile yaptığım telefon görüşmesine kadar, Tugay güçlerinin olay mahalline sevki</code></pre></li> mümkün olamamıştır. Sayın Genelkurmay Başkanı bu telefon görüşmesinde, Tugay’ın tüm gücünün olaylara müdahale etmek üzere kullanılacağını bildirmiştir. Saat 19.45’te, göstericiler kundaklanmış Madımak Oteli’ne girmek üzereyken, Tugay’ın son gelen ek gücü, koşar adımla kalabalığa müdahale etmeye çalışmış, ama kalabalığı yaramamıştır. Tugay takviyesinin en son anda, saldırganlar otele girmek üzereyken ulaşmakta olduğu, deşifre edilecek Emniyet telsiz konuşmalarından, Emniyet Müdürü ile yaptığım haberleşmelerden de anlaşılmaktadır. Bu kritik anda yanımda bulunan İl Jandarma Komutanı’nın emri ile Jandarma timinin havaya ateş açması, olayların daha vahim noktalara gitmesini önlemede etkin olmuştur. IV. Son Değerlendirme 1. Kanunsuz bir toplum olayına dönüşeceği yönünde kesin bir belirti bulunmamasına rağmen her türlü güvenlik önleminin alındığı etkinliklerde fanatik bir grubun çıkarttığı olayın, daha önceki yıllarda yaşanan ve tüm şehri kaplayan mezhepler arası çatışmaya dönüşmemesi, güvenlik güçlerinin halk üzerine ateş edip olayları daha da alevlendirmesi yanlışlığına düşülmemesi yönünde her türlü duyarlılık gösterilmiştir. Keza aynı yaklaşım, Sayın Başbakan’ımız ve İçişleri Bakanı’mızla yaptığım telefon görüşmelerinde, ‘Gösteriler içindeki halkın, güvenlik güçlerinin ve saldırıya hedef olan misafirlerin hepsinin korunması zorunluluğu olmadıkça kuvvete başvurulmaması’ şeklinde tekrar edilmiş ve bu yönde talimatlar alınmıştır. 2. İlk anda kuvvete başvurup, grubun tüm şehre yayılması; olayların tüm şehri kaplaması ve sayıca yetersiz güvenlik güçlerinin şehre yayılan olaylar karşısında iyice güçsüz bir duruma düşmesi ve olayların daha büyük facialara dönüşmesi sonuçlarını yaratabilirdi. 3. Çevre illerden gelen takviye güçler, 25-30 sayıları mertebesinde kalmış, Tugay’ın tüm gücünün bir anda seferber edilmemesi de, mevcut güvenlik kadrosuna yeterli desteğin zamanında katılamaması sonucunu doğurmuştur. V. Sonuç Sonuç olarak, yaşanan üzücü olayın öncesinde, olay sırasında ve sonrasında, eldeki tüm olanaklar ve güvenlik gücü kullanılmaya çalışılarak, ilimizde bulunan askeri birlik, 5. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı Sayın Müsteşarı’nın bilgisi altında Kayseri ve Tokat illerinden; ilimiz Hafik, Yıldızeli, Kangal, Şarkışla ve Zara Kaymakamlarından takviye kuvvet zamanında istenilmiş, Sayın Başbakan’a, Sayın İçişleri Bakanı’na, Sayın İçişleri Bakanlığı Müsteşarı’na, uçak ve helikopterle takviye gönderilmesi talebi arz edilmiştir. Yaşanan bu üzücü olayda, Valiliğimiz yasal ve idari her türlü çareye başvurmuş, gerekli makamlarla haberleşme ve koordinasyon içinde bulunmuştur. Dünyanın her yerinde, ülkemizin birçok yerleşim merkezinde de yapılması gereken en temel iş, olayları sınırlamak ve büyümesini engellemektir. Bu çerçevede Valiliğimiz görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmiştir. 7 f) Tahrik mi, Tertip mi? Devletin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan düzeyindeki yetkililerinin olaya yaklaşımları, yakılanların bunu sanki hak ettiği yolundadır. Saldırganlara yönelik herhangi bir tutum alınmasına karşı çıkmakta, olayın tahrike bağlı bir duyarlık olduğunu iddia etmektedirler. Böyle bir tutum, etkilerini göstermekte gecikmedi. Nitekim Emniyet Müdürü ile Vali hemen görevden alınır. Katliam soruşturması, Aziz NESİN’in tahrikleri ekseninde yürütülür. Emniyet tahkikatı bu yöndedir ve Savcılık da böyle bir yol tutturmuştur. Cumhuriyet Savcılığı soruşturmasında, katliamı planlayan ve başlatan örgütler üzerinde durulmamış; saldırı Aziz NESİN’ın tahriklerine bağlanmış ve iddianame, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefet temelinde hazırlanmıştır. (Sivas Savcısının hazırladığı iddianame: Hazırlık 1993/2460, Sivas Asliye Ceza Mahkemesi) Ankara DGM Savcılarının 1 Nolu DGM’ye sunduğu iddianamede de, “Sivas’ta Pir Sultan Şenlikleri ve bu şenliklere katılan, bir konuşma da yapan, Aziz NESİN gibi dini inkâr etmekten öte, İslâm dinini küçültücü, aşağılayıcı bir kitabı da neşrettiren, Türk halkına aptal demekten çekinmeyen kişilerin davet edilmesi” gibi ifadelere yer verilmiştir. 8 DGM Savcıları da, katliamı planlayanları ve başlatan örgütleri ortaya çıkarmaktan yana olmamış ve olayları Aziz NESİN’in tahrikine bağlamışlardır. Ankara 1 Nolu DGM de gerekçeli kararında (E: 1993/106, K: 1994/190), saldırıyı ve katliamı Aziz NESİN’in tahrikine bağlayarak olaylarda bir örgüt aramanın gereksiz olduğuna karar vermiş, sanıkların cezasında da dörtte bir oranında indirim uygulamıştır. Oysa saldırının ve katliamın örgütlü olarak planlandığına dair tanık ifadeleri ve belgeler bulunmaktadır. Üstelik bunların tümü mahkemeye sunulmuştur. Olaylardan iki gün önce kentte, “Müslüman Kamuoyuna” başlıklı bir bildirinin dağıtıldığını belirtmiştik. Şenliklerin birinci gününün akşamı, “Halkımıza Çağrı” başlığı taşıyan ikinci bir bildirinin dağıtıldığı da vurgulanmıştı. Malatya Valisi, saldırıdan bir gün önce bir otobüs dolusu Aczmendi militanının Malatya’dan Sivas’a geldiğini, basına söylemiştir. Yine daha önce aktardığımız gibi, şenliklerin birinci ve ikinci günleri, Sivas’taki yerel sağ basın organları (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke vb.) dağıtılan bildirilerin içeriğine uygun ve tahrik edici yazılar yayımlamışlardır. Bu yazılı kaynaklara ek olarak, TBMM’nin olayla ilgili kurduğu Araştırma Komisyonuna ifade veren çeşitli görevlilerin anlatımları da ilginç bilgilerle yüklüdür. O günlerde Sivas Emniyet Müdürü olan Doğukan ÖNER: “... Bu Perşembe günü de, Aziz NESİN Buriciye Medresesine gitmiş, Buriciye Medresesinde öğleye kadar kitap imzalamış, o akşama kadar belirli yerlerde gezmiş. O akşam çıkıp Madımak Oteli’ne gitmiş. Gece saat 21.00’de bir tek siyasi şubemizin korumasıyla birlikte yanında 8 kişi ile Madımak Oteli’nden çıkmışlar, Atatürk Caddesinden inmiş aşağıya; orada Sarayhan Restorantı var; Sarayhan Restorantına yaya gitmişler. Orada içki içtikten sonra da yine yaya olarak aynı ekiple o şekilde gitmişler. Yani ben şunu arz etmek istiyorum, yani olay bir tek Aziz NESİN’e yönelik olan bir hadise değildir. “... Bu işte kesin provokasyon vardır. Bu işte kesin dışarıdan gelme birtakım güçler vardır. İlk defa camiye gittiğim zaman o caminin ön tarafında belirli birtakım gruplar vardı... Ben o grupları Madımak önünde görmedim...” 9 Mehmet YILDIZ (Sivas Emniyet Asayiş Müdürü): “Heykel getirildi, topluluğun önüne atıldı. Atılınca gerçekten insanlar artık çok çılgınca hareket ediyorlardı. Dişleriyle dahi ısıranları gördük, kafasını vuranları gördük... Paşa Camisinden anons edilince, diyelim ki 200 kişi pankart astı. Amerikan Bayrağını yaktılar...” Millet Partisi İl Başkanı: “Paşa Camisinde namaz bitmişti, bir kısım imamı beklemeden namaz biter bitmez dışarıda bir gürültü patırdı oldu... Amerikan Bayrağının yakılışını bizzat gördüm. Pankartı da cami duvarında asılı olarak gördük.” Dr. Hüseyin POLAT (Tabiblar Odası Başkanı): “Öncelikle bu saldırı devlete karşı yapıldı. Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı yapıldı. Belediye Başkanı ‘Gazanız mübarek olsun’ diyerek manevi destek verdi.” Mehmet TALAY (Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü): “Aziz NESİN Sivas’a ilk kez gelmedi. Aziz NESİN bundan yedi, sekiz ay veya bir sene kadar önce kitap imza gününe gelmişti. Sonra Aziz NESİN’in konuştuğu gün Perşembe günü, olaylar 24 saat sonra çıkıyor. Tepki olarak olsaydı aynı gün tepki olurdu...” Şakir ŞEKER (ANAP İl Başkanı): ”Caminin içinden insanlar çıkmaya başladığı anda, 20 veya 25 kişilik namazla hiç alakası olmayan ve namaz kılmayan bir grup, bahçede namaz kılan yere gelir ve bunlar bir pankart açarlar, arkasından da bir Amerikan Bayrağı ateşe verilir...” 10 Yine kamu tanıklarından Emniyet görevlileri İzzet KARADAĞ, Erol ÇÖL, Refik SUNGUR, Nazım GÜNAYDIN, Orhan Veli KARADAYI, Mehmet ÖZBEK, Ömer Faruk ÜNAL hazırlık ifadelerinde ve Mahkemedeki ifadelerinde saldırının ve katliamın organizeli olduğunu belirtmişlerdir. 11 Belgelerden ve tanıkların anlatımlarından anlaşıldığı gibi, Sivas katliamı tahrik sonucu değil, örgütlü ve planlı hazırlıkların sonunda gerçekleşmiştir. g) Yargı Süreci Katliamdan birkaç gün sonra soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma ve yargılamanın gelişimi şöyledir: 1) Sivas C. Başsavcılığı, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefetten dolayı bazı kişiler hakkında soruşturma başlatır ve Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açar. Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi de 23. 08. 1993 gün, 1993/302 Esas, 1993/315 kararıyla, kamu güvenliği yönünden davayı Ankara Asliye Ceza Mahkemesine gönderir. Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 1993/1185 E. Kararıyla dava Ankara DGM’ye gönderilir. 2) Sivas C. Başsavcılığı, ayrıca 22. 07. 1993 gün ve 1993/2212 Hz. Sayılı iddianamesiyle Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açar. Mahkeme de kamu güvenliği nedeniyle dava dosyasını Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderir. Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi de, oluşumunun DGM’yi ilgilendirdiği gerekçesiyle 11. 10. 1993 gün, 1993/169 E., 1993/150 sayılı kararıyla davayı Ankara DGM’ye gönderir. 3) Sivas İli, Kayseri DGM kapsamındadır. Bu yüzden, Kayseri DGM Savcılığı da soruşturma başlatır. Sonra 25. 08. 1993 gün, 1993/175 Esas, 1993/197 sayılı kararıyla davayı kamu düzeni bakımından Ankara DGM’ye gönderir. 4) Ankara DGM, kendisine gönderilen dava dosyaları hakkında 27. 10. 1993 tarih ve 1993/129 Esas, 1993/109 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verir. Böylece Mahkemeler arasında uyuşmazlık sonucu dava dosyası Yargıtay’a gider. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 08. 11. 1993 gün ve 1993/11824 Esas, 1993/11804 sayılı kararıyla Ankara DGM’nin yetkili olduğuna karar verir. 5) Ankara DGM, gerek Asliye Cezada açılan davaların dosyasını, gerekse Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dosyayı 1993/106 Esas kararıyla birleştirir. Sonuçta dava, Ankara 1 nolu DGM’de açılmıştır. Görüldüğü gibi, saldırı ve katliam sırasında Emniyet, suçluları yakalamada oldukça pasif kalmış; Sivas’ın dışından gelen saldırganlar kolaylıkla Sivas’ı terketmişlerdir. Sonradan gözaltına alınanların tümüne yakını Sivas’ta oturanlardır. Yargı sürecinde dava dosyası, Kayseri DGM, Sivas, Ankara Asliye ve Ağır Ceza Mahkemeleriyle, Ankara DGM ve Yargıtay arasında uzun süre dolaştırılmıştır. Böylece sıcağı sıcağına soruşturma başlatılmadığı gibi, suçluların çoğunluğu çoktan kayıplara karışmışlardır. 35 kişinin ölümüne, 60 kişinin yaralanmasına neden olan bu katliamın soruşturulmasına, yargılanmasına etki eden veya engellemeye çalışan gizli güçler mi vardır? Burası tartışma konusu olmuştur. Ama katliamın öncesi, sonrası ve yargılama süresinde saldırganların korunduğuna, basın ve kamuoyu tanık olmuştur. Ankara 1 nolu DGM’ye sunulan iddianamede Sivas Katliamı şöyle anlatılmaktadır: “İDDİANAME: 02. 07. 1993 Cuma günü her yıl olduğu gibi Banaz Köyü’nde yapılmakta olduğu söylenilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin bu yıl Sivas şehrine dikilen Pir Sultan Abdal Abidesi’nin açılışı nedeniyle Sivas il merkezinde yapılmış olması, toplantıya İslam dünyasında tepki yaratan Şeytan Ayetleri Kitabı’nı Türkiye’de de yayınlayan Aziz Nesin’in davet edilmesinin, il içinde olumsuz bir ortamın doğmasına neden olduğu gözlenmiştir. Sivas ilinde yaşayan vatandaşların bu duruma hassasiyetlerini gösterecekleri ve bir büyük olayın geleceği önceden bilinmesi de bir yana, yasal ve emniyet tedbirlerinin bu tür olayları önlemede etkin bir çare olamayacağı açıktır... “İslam dünyasında tepki yaratan ‘Şeytan Ayetleri’ kitabının Türkiye’de yayınlanmasını yürüten ve Türk toplumunda sergilediği hareketleriyle hiç de iyi izlenim bırakmayan Aziz Nesin’in bu merasime (4. Pir Sultan Abdal şenliği) davet edilmesi, geleneksel olarak Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin her yıl Banaz Köyü’nde yapıldığını düşünürsek, bu şenliğin Sivas İl Merkezi’ne getirilmesi; kamu davasındaki bu olayı hazırlamıştır. “İşte 02. 07. 1993 gününün Cuma olması ve camilerden çıkan halkın, fanatik dincilerin yönlendirmesiyle, yetkililerce olayın önlenmesi için yeterli tedbirin alınmaması ve geciktirilmesi, “Ayrıca, fanatik toplulukça şenlikten bir gün önce il merkezinde yayınlanan gazetelerde açıklamalar yapılması ve halkı kışkırtan bildiriler dağıtılması; “Hele hele Aziz Nesin’in İslam Dini’ne karşı tutum ve davranışları ve açıklamaları; “Kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması; “Eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir. Sivas ilinde meydana gelen bu vahim olay için de, ‘Bu şenlik neden İl Merkezi’nde yapılmıştır, neden Cuma gününe rastlatılmıştır, neden genelde halk tarafından hareketleri hiç de hoş karşılanmayan Aziz Nesin şenliğe davet edilmiş, kendisine konuşmalar yapma imkanı tanınmış, neden şenlikle hiç ilgisi olmayan terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulmuştur?’ soruları cevapsız kalmaktadır. “Bir yanda ‘Marksist-Leninist’ düzene dayalı devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik oluşturulan yasa dışı terör örgütleri, özellikle PKK terör örgütünün; bir yanda fanatik dincilerin laik devlet düzenini cebren ilga edilip, yerine şeriat devlet düzeninin getirilmesine ilişkin; “... Çalışmaları Sivas olayında tahrik ve teşvik şeklinde görüntülenerek gövde ve güç gösterisi oluşturulmuştur. Olaydan bir gün önce sokağa dökülen Marksist-Leninist düzene dayalı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik Dev-Sol, Dev-Genç, PKK terör örgütlerinin militanlarının katılmasıyla Sivas sokaklarında yapılan yürüyüş ve Aziz NESİN’in konuşmaları sergilediği tavrı, bir gün sonra meydana getirilecek olayların tahrikçisi olmuştur...” 12 DGM savcılarının iddianamelerinde, Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri ve bu şenliğe katılanlar “Dev-Sol, Dev-Genç, PKK” örgütleriyle bağlantılı olmakla suçlanmaktadır. Bu örgütlerin Sivas’ta yürüyüş yaptıklarından sözedilmektedir. Oysa Sivas Valiliğinin ve Emniyet Müdürlüğünün raporlarında böyle bir yürüyüş olmadığı belirtilmiştir. Yine, katliamı gerçekleştiren ırkçı-şeriatçı örgütlerden hiç söz edilmemiştir. Katliamın nedenini Aziz NESİN’in tahrikine ve sol örgütlere bağlayarak savcıların, katliamı yapanlardan yana taraflı olduğu görülmektedir. Davanın ilk duruşması, Ankara 1 nolu DGM’de 21. 10. 1993 günü yapıldı. Duruşmayı izlemek üzere binlerce kişi Ankara DGM önüne geldi. Binin üstünde polis Adliyenin geliş yollarını çevirmişti. Saldırganların yakınlarının ve avukatlarının dışında kimseyi Adliyeye yaklaştırılmıyorlardı. Sivas’ta katledilenlerin aileleri ve avukatları içeri alınmadılar. Emniyet güçleri, duruşmayı izlemeye gelenlere ve katledilenlerin yakınlarına acımısızca saldırdılar. Kadınları saçlarından tutarak yerlerde sürüklediler ve copladılar. Ağza alınmayacak küfür ve hakaretler yapıldı. Birçok kişi gözaltına alındı. İlk duruşma böyle başladı. Yakınlarını kaybeden aileler ve müdahil avukatları sonraki duruşmalara katılma imkanı buldular. Sanıklar, her duruşmada müdahil avukatlara ve yakınlarını kaybeden ailelere sözle ve el hareketleriyle hakarette bulunuyorlardı. Mahkeme heyeti bu tür hareketlere müdahale etmiyordu. Müdahil avukatlar, katliamla ilgili elde edilmiş fotoğrafları, filmleri ve benzeri belgeleri mahkemeye sundular. Mahkemeye sunulan belgelerde saldırganlar, somut olarak görülüyordu. Ancak mahkeme heyeti avukatların belgelerin incelenmesi istemini kabul etmedi. Daha sonra davanın gelişimini, tanıkların ifadelerini basından ve kamuoyundan gizlemek için gizlilik kararı alındı. Müdahil avukatlar, mahkeme heyetinin tutumunu yanlı görerek reddi hakim isteminde bulundular. Avukatların bu istemi de reddedildi. Mahkemenin yanlı tutumu karşısında, müdahil avukatlar, yaptıkları bir açıklamayla duruşmalara katılmama kararı aldılar: “...Şeriat heveslilerinin, teokratik devlet özlemcilerinin yargılandığı ve Cumhuriyet tarihimizin en önemli davalarından olan Sivas Olayları Davasının her yönüyle topluma, halkımıza açık olması gerekir. Müdahil vekileri olarak, gerekçesi ve nedenleri bile tutanağa yazılmamış olan ‘Gizlilik kararı’nın sürmesini asla benimsemeyiz, yargılamanın kamuoyundaki inandırıcılığına gölge düşmesine göz yummayı, halkın haber alma hakkının tıkanmasını içimize sindiremeyiz ve hukuka uygun bulmayız. “Bu nedenle meslektaşlarımız, müdahil müvekkillerin de isteklerini göz önünde bulundurarak; mahkemelerce verilmiş bulunan ‘Gizlilik kararı’ kaldırılıncaya kadar, duruşmalar halka açık olarak yapılıncaya kadar, duruşmalara girmeme ve mahkemeyi tarihi sorumluluğu ve hukuki yanlışlığı ile baş başa bırakma kararı vermişlerdir...”13 Müdahil avukatların bu kararını desteklemek üzere, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkezi de tüm şubeleriyle açlık grevi kararını aldı. 14 Haziran 1994 günü başlayan ve18 Haziran akşamı sona eren dört günlük açlık grevine, Derneğin 35 Şubesinin tüm yönetim kadrosu katıldı. Açlık grevi süresince 100 binin üstünde kişi ve kurum temsilcisi Derneği ziyaret ederek destek verdiler. Buna ek olarak Ankara’da 200 bin bildiri dağıtıldı. Bunca tepki ve uyarıya karşın, mahkeme heyeti kararında direnerek yargılamayı yürüttü. Gizlilik içinde yürütülen yargılama 26. 12. 1994’te karara bağlandı. Mahkemenin gerekçeli kararı şöyledir: “Gerekçeli Karar: ...Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz NESİN’in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz NESİN’e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz NESİN olmasına rağmen hedefde sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların, laik-antilaik veya mezhep çatışması olmadığı, sadece İslam dinince mukaddes sayılan değerlerin aşağılanmasına tepki gösterildiği, Aziz NESİN’in Anadolu’nun herhangi bir vilayetinde da aynı tepkiyi görebileceği, dolayısıyla şahsa yönelik eylemin bir başka amaca çekilerek kamplaşma ve kutuplaşma yaratmasının hukuki ve sosyal bir yararı olmadığı kanaatindeyiz. “... Olayların müştekisi Aziz NESİN’in, Bakanlar Kurulu’nun 24. 08. 1989 tarih ve 1989/14479 sayılı kararnamesinde, yazarı Salman RÜŞDİ olan ‘Şeytan Ayetleri’ isimli kitabın Türkiye’ye sokulması ve dağıtılmasını yasakladığı, Türkiye’de bu yasağa rağmen adı geçen kitabı Aydınlık Gazetesinde yayınladığı ve bu kitabın içeriği itibarıyla Müslümanların Peygamberi ve eşlerine karşı tahrik ve tazyif edici ibarelerin bulunması sebebiyle tüm Müslüman halkı bu yayından dolayı haksız şekilde tahrik ettiği, böylece olayların çıkmasının müsebbibi bulunduğu anlaşıldığından, sanıklara tayin olunan ceza TCK’nun 51/1 maddesi gereğince ¼ nisbetinde indirilecek... hapis cezasıyla ayrı ayrı cezalandırılmalarına...“ (Ankara 1 nolu DGM’nin Gerekçeli Kararı, Sayfa: 461/465) 14 Böylece Sivas katliamı davasının 22 sanığı hakkında 15’er yıl, 3 sanığı hakkında 10’ar yıl, 54 sanığı hakkında 3’er yıl, 6 sanığı hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanığı hakkında da beraat kararı verildi. DGM’nin kararında katliamı gerçekleştiren faşist (ırkçı-şeriatçı) örgütlerden söz edilmediği gibi, katliam Cumhuriyete ve laikliğe karşı bir eylem olarak da değerlendirilmemiştir. Ama bir suçlu gerekliydi ve o da bulunmuştu: Aziz NESİN. Üstelik bu hiç de yeni bir şey değildi; devletin yetkilileri, siyasi iktidarın sözcüleri, emniyet yetkilileri ve savcılar da, Sivas katliamının örgütlü bir hareket olmadığını, Aziz NESİN’in tahrikiyle ortaya çıkmış bir tepkinin sonucu olduğunu, olayın ilk gününde açıklamışlardı. Müdahil avukatlar, DGM’nin kararını taraflı, hukuka ve adalete aykırı olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunmayla temyiz ettiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Esas No: 1996/688, Karar No: 1996/4716 kararıyla, “Katliamın Cumhuriyete, Laikliğe ve Demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek DGM’nin kararını esastan bozdu. Ankara 1 nolu DGM, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı. Karar, 28. 11. 1997’de açıklandı. Mahkemenin Esas No: 1996/84, Karar No: 1996/199 Gerekçeli Kararında şu ifadelere yer veriliyordu: “... 7-8 saatlik uzun bir zaman süreci içerisinde güvenlik görevlilerince yapılmış olan çeşitli uyarılara rağmen dağılmayarak Hükümet Konağının önünde bulunan güvenlik görevlilerini kurduğu barikatın da zorlanıp devlet ve hükümetin il’de temsilcisi olan valiye ‘Şerefsiz vali’, ‘Vali istifa’ şeklinde, yürüyüşler ve toplanmalar sırasında Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerine aykırı biçimde ‘Şeriat gelecek zulüm bitecek’, ‘Cumhuriyeti burada kurduk, burada yıkacağız’, ‘Yaşasın şeriat, kahrolsun laiklik’, ‘Şeriat isteriz’, ‘Dinsiz laikler’ sloganlarının atılması, bir kısım işyeri, mesken ve araçların yakılması ‘Yak yak’ sloganları altında güvenlik görevlilerinin kurduğu barikatın cebir kullanılmak suretiyle açılıp otelin yakılması suretiyle 35 kişinin öldürülmüş ve çok sayıda kişi ve güvenlik görevlisinin yaralanmış bulunması ve nihayet Türk İnkılabının temel taşlarından birisi olan Sivas Kongresinin imzalandığı ve sonradan müzeye dönüştürülmüş bulunan bina ile önündeki Atatürk Heykelinin tahrip edilmiş olması, olayda kullanılan cebir, bir kısım icra hareketlerinin TCK’nin 146. Maddesinde belirtilen sonucu yaratmaya elverişliğinin ve Aziz NESİN’in düşünce ve davranışları bahane edilmek suretiyle Anayasal düzenin en önemli ilkelerinden olan Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerinin ortadan kaldırılmasına yönelik bulunduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır...” (Gerekçeli Karar, s. 65-67) DGM’nin kararında 33 sanığa idam, diğerlerine de muhtelif ağır hapis cezaları verilmiştir. Mahkemenin kararı taraflarca temyiz edilmiştir Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, 24. 12. 1998 günü verdiği kararda hapis cezaları onaylanırken, 33 idam cezası bazı usul noksanlıkları nedeniyle bozulmuştur. Dava bir kez daha DGM önündedir. KAYNAKLAR 1) Zeki COŞKUN, Aleviler-Sünniler ve Öteki Sivas, s. 27 2) İlke Dergisi, Sayı: 58 (Ekim 1978) 3) PSAKD Arşivi 4) Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, s. 319 5) A.g.e., s. 323 6) A.g.e., s. 335 7) A.g.e., s. 330 ve Lütfi KALELİ, Sivas Katliamı, s. 41 8) Gerekçeli Karar (Ankara 1 nolu DGM: 1993/106, Karar: 1994/190) 9) Sivas Dosyası (TBMM Araştırma Komisyonu Dosyası) 10) A.g.e. 11) Kayseri DGM Savcılığı (16. 07. 1993-KL -4) 12) Gerekçeli Karar (Ankara 1 nolu DGM: 1993/106, Karar: 1994/190), s. 95, 96, 111, 112 13) A.g.e. 14) A.g.e. Bu bölümle ilgili geniş bilgi için şu kaynaklardan yararlanılabilir A- Kitaplar: 1) Muzaffer İlhan ERDOST, Üç Sivas 2) Zeki COŞKUN, Aleviler-Sünniler ve Öteki Sivas 3) Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını 4) Çetin YİĞENOĞLU, Ölü Ozanlar Kenti Sivas 5) Ali YILDIRIM, Ateşe Semaha Durmak 6) Ali BALKIZ, Sivas’tan Sydney’e Pir Sultan 7) Bilinmeyen Yönleriyle Sivas Katliamı, Ayyıldız Yayınları 8) Lütfi KALELİ, Sivas Katliamı 9) Serdar DOĞAN, Yaşamak 10) Öner YAĞCI, Sivas’ı Unutmadık B-Dergiler: 1) Pir Sultan Abdal / Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı 8, Ağustos 1993 2) A.g.e., Sayı 9, Ekim 1993 3) A.g.e., Sayı 10, Aralık 1993 4) A.g.e., Sayı 12, Haziran 1994 5) A.g.e., Sayı 13, Ocak 1995 6) A.g.e., Sayı 15, Haziran 1995 7) A.g.e., Sayı 16, Temmuz 1995 8) A.g.e., Sayı 20, Eylül 1996 9) A.g.e., Sayı 23, Temmuz 1997 10) A.g.e., Sayı 24, Ekim 1997 C-Gazeteler: 1) Cumhuriyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10,11 Temmuz 1993 2) Miliyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 Temmuz 1993 3) Hürriyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, ,9 10 Temmuz 1993 4) Aydınlık, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 Temmuz 1993 5) Sonhavadis, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 6) Tercüman, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 7) Akşam, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993 8) Akit, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 9) Zaman, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 10) Sabah, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993 11) Türkiye, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993