1.Katliama Doğru
a) Tarihsel giriş
Sivas, Yozgat, Kayseri, Tunceli, Gaziantep, Adana, Hatay illeri gibi Maraş da yüzyıllar boyunca göçer aşiretlerin konaklama ve yaylak yerlerinden biri olmuştur. Göçer aşiretler, sonbaharda Adana, Gaziantep ve Hatay’a iner ve kışı bu ılık bölgelerde geçirirler; ilkbaharda binlerce çadırdan oluşan kafileler halinde serin yaylalara göçerlerdi. Göçer aşiretlerin bir kolu Maraş üzerinden Uzunyayla’ya, diğer bir kolu yine Maraş üzerinden Yama ve Çiçek Yaylasına giderler. Dönüşlerinde aynı yolu izleyerek dönerler.
Bilindiği gibi, belli yerleşim yerleri olmadığı için, göçer aşiretler, yerleşikler ve merkezi hükümet nezdinde kural ve disiplin tanımaz gruplar olarak bilinir. Askere gitmezler, vergi ödemezler, göç sırasında yerleşik halkın evlerini, hayvanlarını, ekinlerini yağmalar, adam öldürürler. Kanun kaçaklarını içlerinde barındırırlar. Kendilerine engel olmak isteyen güçlerle savaşırlar.
Maraş, Sivas, Gaziantep, Adana, Hatay, Kayseri bölgesini yaylak olarak kullanan Kozanoğulları ve Avşarlar da kural ve disipline uymayan aşiretlerdendir. Hem yerleşik halkı rahatsız ediyorlar; hem de birbirlerine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir üstünlük kavgası sürdürüyorlardı. Bu aşiretler, Osmanlı’ya karşı da kimi zaman birlikte, kimi zaman tek başlarına ayaklanıyorlardı. Yine Maraş’a bağlı Zeytunlu Kasabasındaki Ermeniler de, Osmanlı yönetimine başkaldırmışlardı.
19. yüzyılda Osmanlı yönetiminin etkinliği azalmış, bölgelerdeki beyler ve ağalar da başlarına buyruk olmuşlardı. Örneğin Maraş’ın etkin beylerinden Beyazıtzâdelerle, Dulkadiroğulları arasındaki çekişme kanlı kavgaya dönüşmüştü. Kavgalı olan iki bey, vurucu güçlerini kendilerine bağlı aşiretlerden sağlıyorlardı. Maraş meclis üyelerinden Necip Efendi, Divan Efendi Zâde, Bekir Ağa, Seyis Oğlu, Haci Ali ile Maraş’ın bazı saygın kişileri, Beyazıtların baskısına karşıdır. Beyazıt Beyleri, Zeytunlu (Ermenilerden) toplumundan altı yüz silahlı kişiyi getirterek karşıtlarına baskı yapmaya, öldürmeye savaşmaya yönelirler. 1
Osmanlı Yönetimi, bu bölgede konaklayan, kural ve disiplin tanımayan göçer aşiretlerini yerleşik duruma getirmek, denetim altına almak için 1864’de “Fıkra-i İslahiyye” adıyla seçkin bir askeri birlik kurar. Birliğin başına Muşir Derviş Paşa ile savaş deneyimi olan Kurt İsmail Paşa getirilir. Osmanlı birlikleri, Çukurova’da egemenlik kurmaya çalışan, kural tanımaz aşiretlerle (Kozanoğulları, Avşarlar, Ceritler vb.) savaşa girişirler. Aşiretler yenilir. Devletin baskısıyla tüm aşiretler zorunlu iskâna tabi tutulur.
Bu aşiretlerin büyük bölümü, Adana, Gaziantep ve Maraş’ın kırsal bölgelerine zorla yerleştirilir. Yerleşik duruma getirilenler, bir yandan geleneksel hayvancılığı sürdürürken; öte yandan tarımla uğraşmaya yönelmişlerdir. Hayvansal ve tarımsal ürünlerini Maraş’taki eşraf ve esnafın aracılığıyla değerlendirirler. Bu insanlar, Maraş ve ilçelerindeki eşraf ve esnafına, paralarını, ürünlerini güvenle teslim etmektedirler. Hükümetle olan sorunlarını da bunların aracılığıyla çözmeye çalışıyorlardı. Aynı biçimde Maraş eşrafı, esnafı da bu insanlara güven duyarak içli dışlı olmuşlardır.
Osmanlı Devleti, her yerde olduğu gibi, Maraş’ta da şeriata yönelik uygulamalarıyla Sünni olmayan inanç topluluklarını asimile etmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle Maraş’ta şeriata dayalı medrese, cami ve mescit yapımına önem verir. 1916’da Maraş’ta Milli Eğitim Müdürü olan Besim Atalay, Maraş’ın tarihi, coğrafi ve kültürel yapısıyla ilgili yaptığı araştırma sonucu şu bilgileri aktarmaktadır: “Maraş’ın nüfusu 32.704. Bu nüfusun 24.228’i Müslüman, 8.476’sı gayrimüslim. Bir tane 6 yıllık lise, bir tane 4 yıllık öğretmen okulu, 9 tane erkek çocukların gittiği ilkokul, bir tane kızların gittiği okul olmak üzere toplam 11 okul var. Buna karşın 92 cami ve mescit bulunmaktadır.” 2
Genellikle Maraş il ve ilçe merkezlerinde yerleşik halkın büyük çoğunluğu Sünni; kırsal kesimde (köylerde) olanların bir bölümü Türkmen, bir bölümü Kürt kökenli olup, büyük çoğunluğu Alevi inançlıdır. Ama aralarında hiç mezhep tartışması, kavgası olmamıştır. Hatta Kürtler, Türkler ve Aleviler ile Sünniler, Maraş’ın İngiliz ve Fransızlar tarafından işgaline karşı hep birlikte mücadele yürütmüşlerdir. Elbistan’ın Alhaslı Aşiretinden “Kalık Dede” adında biri işgal yıllarının tanığıydı ve Malatya’ya sık sık gelirdi. Hoş sohbet bu yaşlı adam, Maraş’ın İngiliz ve Fransızlar tarafından işgalini ayrıntılarıyla anlatıyordu:
“Ben o sıralarda 8-9 yaşındaydım. Köyümüzde, çevre köylerde eli silah tutanlar, bir milis gücü oluşturdular. Milisler, Fransızların geleceği yolları kestiler. O dönem, ayakkabı falan yoktu. Gön çarık vardı, onu giyerlerdi. Cephedekilerin ayakları üşümesin diye köylerden yün çorap, tiftikten yapılmış kalpak (başlık), aba toplayarak, gön çarık dikerek gönderiyorlardı. Bir de Maraş’ın içinde bulunan halk için evlerden bulgur, un, çökelek, mercimek, tarhana topluyorlar, topladıklarını gizlice Maraş’ın içine sokuyorlardı. Hatta Akçadağ ve Malatya köylerinde de toplanan silah, giyecek ve yiyecekler Elbistan ve Pazarcık üzerinden Maraş’a gönderiliyordu. Fransızların her tarafını milis gücü sardı. Fransızlar kaçmak zorunda kaldılar.”
Kalık Dede, tanık olduğu Fransız işgalini ve anısını böyle anlatıyordu. Fransızlara karşı, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımı gözetilmemiş kardeşçe, dostça kaynaşmışlar. ...
Geçmişte Alevi-Sünni ayrımı yoktu. Sonraları ne oldu da Alevilerle Sünnilerin arasına nifak tohumu ekilmeye çalışıldı? Aleviler, Osmanlı’nın katliamlarından kaçarak dağlık bölgelere, orman içlerine sığınmışlardı. Osmanlı’nın despot, soyguncu ve katliamcı hanedanlığı yıkıldı; yerine Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetle birlikte, dağlara sığınmış Aleviler de ovalara, kentlere göç etmeye yöneldiler. Kentlerde çocuklarını okutmaya, işyeri açmaya başladılar. Alevilerin ekonomik ve kültürel gelişimi, bazı tutucu çevreleri rahatsız ediyordu.
Maraş’ın Pazarcık ilçesine bağlı Alevi köylerinin yerleşik olduğu bölgedeki sazlıklar kurutuldu. Kartalkaya barajının yapılmasıyla bir bölüm arazi sulanmaya başladı. Topraklardan yılda dönüşümlü iki-üç ürün alınmaya başlandı. Pamuk ekimi oldukça gelişti. Ekonomik güçleri artan Aleviler, Maraş merkezinde tekstile yönelik fabrika kurmaya, sanayi ve ticaret alanında yeni işyerleri açmaya yöneldiler. Alevilerin sanayi ve ticarete yönelmeleri; Maraş’ta Sünni kesimin bu alanları elinde tutan ırkçı, tutucu kanadının işine gelmiyordu
Tipik çıkar çelişkisi olarak beliren bu durum Maraş’ta kendini göstermeye başlıyordu.
b) Kahramanmaraş’ta son çeyrek yüzyılın siyasal seyri
Kentte, 1969 milletvekili seçimlerinde AP, 38.419 (%32); CHP, 21.126 (%17.6);
MHP, 1.469 (%1.27); TİP, 2.230 (%1.8) oy almış, MSP seçime katılmamıştır.
24 Aralık 1995’de yapılan milletvekili seçimlerinde ise; RP (MSP’nin devamı), :134.331 (%36.8); DYP (AP’nin devamı), 60.434 (%16.4); ANAP, 72.369 (%19.8); CHP, 33.813 (%9.3); MHP, 38.253 (%10.5); DSP, 9.792 (%2,7) oy almıştır.
Görüldüğü gibi, yaklaşık 25 yıldan sonra sosyal demokratların oyu düşerken; MHP ve RP oyları hızla artmıştır. Solcuların ve sosyal demokratların oylarının düşüş nedenlerinden biri, baskı ve katliamlar sonucu Alevilerin ve solcuların bölgeden zorunlu göçüdür.
Maraş’ın ekonomisine egemen olan Sünni işadamları, Alevi işadamlarını kendilerine tehdit olarak görmektedirler. Bu faktör, katliamı değerlendirirken gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim katliam sırasında bu işadamlarının bir bölümünün faşist saldırganlarla işbirliği içinde olduklarını basından öğreniyoruz. Aşağıdaki bilgiler, Aydınlık Gazetesinin 12. 01. 1979 tarihli sayısından aktarılmaktadır:
“Kahramanmaraş katliamı, EDEM (Yağ Fabrikası) toplantısında kararlaştırıldı. Katliamdan 15 gün öncesine rastlayan toplantıya, EDEM ortağı Faruk ARIKAN, Fabrikatör ve Hacı Çiftliğinin sahibi Muammer PAKDİL, kardeşi Cahit PAKDİL, Faruk ARIKAN’ın ağabeyi Hacı Osman ARIKAN, Pişkinler İplik Fabrikası sahibi Abdurrahman PİŞKİN, Çırçır ve Prese Fabrikatörü Sıddık AKDİŞLİ, Tanrıverdi Çırçır Fabrikası sahiplerinden Zekeriya KİRİŞÇİ, Yağlıca kardeşler Kooperatif şirketi sahipleri Kasım ve Ali YAĞLICA, Fabrikatör Tarık SARIKATİPOĞLU, Çırçır Fabrikatörü Mehmet VAKKASOĞLU, AP İl Başkanı ve Kadıoğlu Çiftlikleri sahibi Faruk KADIOĞLU, Belediye Başkanı Ahmet UNCU, MİSK Bölge Temsilcisi (Başkanı) Cemil TOZKOPARAN katıldılar...
“Toplantının açış konuşmasını yapan Hasan BALCI, ‘Bugüne kadar bizleri koruyabilmeleri için ülküdaşlarımıza her ay 250 bin lira para veriyorum. Sizler ise bugüne kadar bir kuruş yardım yapmadınız. Hükümete haddini bildirmek ve Alevi komünistleri yok etmek istiyorsak mutlaka birleşip bütün gücümüzü ortaya koymalıyız. Elbirliği yapalım, Maraş’ı komünistlerden, POL-DER’cilerden, TÖB-DER’cilerden temizleyelim’ demiştir.” 3 Gazetenin bu haberi yalanlanmamıştır.
Kahramanmaraş Milletvekili Hüseyin DOĞAN, katliamdan hemen sonra yapılan CHP grup toplantısında, şu görüşleri ifade etmiştir: “Kahramanmaraş’ta olan bir savaş değildir. İç savaşın silahlı iki tarafı olur. Kahramanmaraş’ta olan bir katliamdır. 1572 yılı 24 Ağustos’unda binlerce Protestanın boğazlandığı gibi, Saint Barthelemy katliamı gibi, Endonezya’da solcuların bir gecede birer birer vuruldukları faşist ayaklanma gibi bir katliamdır.
“Bunun adına anarşi denmez. Sağ-sol çatışması da denmez. Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Bunlar içinde aransa bile bu plânlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş’a getirilen katil çetelerine belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir plânla yürürlüğe konan bir faşist eylemdir. Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, direnme hakkından söz edip ‘Milli direnme hakkı doğmuştur’ diye bildiri yayınlayanların eseridir. Maraş katliamı ‘Müslüman Türkiye-Milliyetçi Türkiye, Allah için Cihad başına’ sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden vuranlar karşısında ‘Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz’ diyenlerden destek görenlerin eseridir…” 4
Milletvekili Hüseyin DOĞAN’ın belirttiği gibi, Kahramanmaraş katliamı, örgütlü, plânlı, ekonomik çıkar nedeniyle bazı iş adamlarının destek verdikleri netleşmektedir.
c) Katliam saatinin kurulduğu süreç
Şimdi Kahramanmaraş katliamının hazırlık sürecine bakalım. 7 Nisan 1978’de Ankara’da PTT aracılığıyla bombalı bir paket, Malatya Belediye Başkanı Hamit FENDOĞLU’na gönderilir. Hamit FENDOĞLU gönderilen paketi açmış, patlama sonucu kendisi, gelini ve iki torunu yaşamını yitirmişlerdir. Yine aynı tarihte, aynı özellikte ve ağırlıkta başka bir bombalı paket, Pazarcık CHP İlçe Başkanı Memiş ÖZDAL’a gönderilir; ÖZDAL, paketten kuşkulanarak almaz, ancak PTT memurları paketi açarlar ve patlama sonucu bir PTT memuru ölürken, diğeri ağır yaralanır. Biri Adıyaman’a diğeri Adana’ya gönderilen iki ayrı paketin varlığından daha önce söz edilmişti.
Yapılan inceleme sonucu kuşkular, bombalarda kullanılan patlayıcı maddenin Nükleer Araştırma Merkezinden alındığı kuşkuları doğar ve bu kuruluş kapatılarak soruşturma başlatılır. Dönemin başbakanı Ecevit, bombalarla Ülkü Ocaklarının ilişkisinin araştırıldığını söyler. Bunun üzerine MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Malatya benzeri olayların Erzurum ve Kahramanmaraş’ta da çıkabileceği tehdidini savurur.5
TÜRKEŞ, bu açıklamasını, Malatya Belediye Başkanı Hamit FENDOĞLU’nun katledilişinin üçüncü gününde yapmıştır. Açıklamanın hemen sonrası, Erzurum’da 500’e yakın ülkücü, Atatürk Üniversitesi’ndeki sol görüşlü öğrencilere ve öğretim üyelerine saldırmışlardır. Ülkücülerin başka bir grubu da Erzurum içinde terör estirerek solculara ve CHP’lilere ait işyerlerini tahrip etmişlerdir.
Diğer yandan, Memiş ÖZDAL Pazarcık’taki adresine gönderilen bombalı paketi alsaydı, Malatya olayı gibi bir katliam hemen o günlerde Kahramanmaraş’ta da yaşanacaktı.. Memiş ÖZDAL’ın kuşkusu, böyle bir katliamı önler. Bu durum üzerine, ülkücüler hazırlıklarını zamana yayarlar.
Başbakan Bülent ECEVİT, “MHP Genel Başkanının bildiği bazı şeyler var. Bu arada hükümetimiz bir güvenlik önlemi almak üzere çevre il ve garnizonlardan Maraş’a askeri birlikler gönderdi. Önlem alınmıştır” diyordu. Güvenlik güçleri ve askeri birlikler, Maraş’ın sokaklarında sıkı önlem alırlar. Güvenlik güçleri, saat 22.30 sıralarında Serintepe Mahallesinde dolaşan iki kişiden şüphelenir ve gözaltına alırlar. Bu kişilerin, bir süre önce İmam-Hatip Lisesi’nde hırsızlık yaptıkları iddiasıyla aranan Ahmet KOLUTEK ile Ali KOŞARGELİR oldukları, üzerlerinde patlamaya hazır üç dinamit lokumu bulunduğu ortaya çıkar. Soruşturma sonucu, kentte sabaha kadar arama yapılır. Aramada 34 kişi gözaltına alınır. Ayrıca üç otomatik silah, çok sayıda mermi ve patlayıcı madde ele geçirilir. Gözaltına alınanlar, ifadelerinde birçok yeri bombaladıklarını, iki gizli örgüt “Türk Yıldırım Komandoları” ve “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” ile ilişkili olduklarını söylemişlerdir. Yine ifadeleri sonucu, İstasyon Caddesi üzerinde bulunan caminin avlusuda gömülmüş, etrafı sıvanarak fitilleri dışarıda bırakılmış, patlamaya hazır beş adet dinamit de ortaya çıkarılmıştır.6
Emniyetin bir yetkilisi, “Yapılan soruşturma kentte meydana gelen patlamaların bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmıştır; komandolar, özellikle kendi kuruluşları olan derneklere bombayı atıyorlar, sonra da suçu solcu gruplara yüklemek istiyorlar” diyordu. (Cumhuriyet, 22. 04. 1978)
Gözaltına alınan 34 kişi, mahkemeye sevk edilir ve Edip ÖZBAŞ (Stajyer Avukat), Eyüp GÜRBAZER, Turan TOLU, Mehmet TOLUN, Ali KOŞARGELİR, İsmet ÇALIŞIR, Ahmet Sayın, Mehmet TİMARCIOĞLU, Celal ÖZYEY, Cuma AKIN, Ahmet KOLUTEK, Nuri ERKINACI, Hikmet Reşit
AYHAN, Şahin BORU, Behzat ŞEN, İsmail KÜTÜKÇÜ, Haydar ATALAY, Muharrem ASLAN, Hasan Hüseyin AKBAŞ, Ökkeş YORULMAZ, DOĞAN TAŞORAN, Dursun AKÇAM, Recep ŞAHİN, Veli ESKİ tutuklanır.
Tutuklananlar arasında Kahramanmaraş MHP Milletvekili Mehmet Yusuf ÖZBAŞ’ın avukat oğlu Edip ÖZBAŞ da bulunmaktadır. Tutuklama haberini alan MHP Milletvekili ÖZBAŞ, bazı yandaşlarıyla birlikte Adliye binasına gider; I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım DEMİRSU ve 2. Asliye Ceza Yargıcı Ertop KANMAZ’la karşılaşır. Sinirli bir şekilde yargıçlara, “Tutuklamaları siz mi yapıyorsunuz? Sizi mahvedeceğim, pezevenkler…” diyerek küfreder ve fiili saldırıda bulunur. I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım DEMİRSU’ya yumrukla saldırır, bu sırada içeri giren Savcı Nuri MİMAROĞLU da ÖZBAŞ’ın küfüründen nasibini alır. Saldırıya uğrayan Yargıç Kazım DEMİRSU, Hükümet Tabipliğinden 5 günlük rapor almıştır.
Savcı Nuri MİMAROĞLU olayı şöyle anlatır: “Saat 08.40 sıralarıydı. Makam odamda, ceza hâkimlerimiz Kazım DEMİRSU ile Ertop KANMAZ arkadaşlar beni bekliyorlardı. Ben o sırada savcı yardımcıları arkadaşlarımla birlikte tutuklama olayının tahlilini yapıyordum. Odacı gelerek hakim beylerin beni makam odamda beklediklerini söyledi. Odaya girdiğimde her iki hakimlerimizin ayakta olduklarını, polis memuru ile MHP’li Milletvekilinin de içeride bulunduğunu gördüm. Milletvekilinin bana ilk sözü ‘Pezevenk’ oldu. Çeşitli hakaretler yağdırıyordu. Polisler Milletvekilini dışarı çıkardılar…” (22. 04. 1978 tarihli Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazeteleri)
Kahramanmaraş katliamı 23 ve 24 Aralık 1978’de yapıldı. Oysa bu tarihten sekiz ay önce (Nisan 1978) bir katliamın plan ve hazırlıklarının yapıldığı somut kanıtlarıyla ortadadır. MHP Genel Başkanı TÜRKEŞ’in de “kehaneti”yle, bu hazırlıklardan haberli olduğu açık açık görülmektedir.
Yine bu gelişmelerden anlaşılıyor ki, ülkücüler, Maraş katliamını, gönderilen bombalı paketlere göre planlamışlar ancak, Pazarcık CHP İlçe Başkanı Memiş ÖZDAL’ın paketi almayışı ve güvenlik güçlerinin Maraş’ta ortaya çıkardıkları ırkçı örgüt elemanlarının tutuklanması, Maraş’ta katliamı geciktirmiştir.
O tarihten Aralık’a kadar geçen sekiz aylık süre içinde katliamın altyapısı hazırlanmaya çalışılır. Katliamdan bir hafta önce, görevli olduklarını söyleyen birtakım kişiler, Alevi ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, evde kaç kişinin oturduğunu sormuşlar ve yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdir. Başka bir bölgede başka bir grup, bu kez PTT görevlisi olduklarını ve mektupların kaybolmaması için bir çalışma yaptıklarını söyleyerek kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. İşaretlerin ne anlama geldiğini “işaretlenenler” bir hafta içinde acı bir şekilde öğreneceklerdi.
Kamuoyu nezdinde katliama meşruiyet kazandırmak için bazı senaryoların hazırlanması da gerekiyordu. Faşist örgütlerin her zaman başvurdukları yöntemlerden biri “Dini ve camileri” kullanmaktır. Belirli yerlere ve özellikle ibadethanelere patlayıcı madde atıyorlar ve “Dinsiz solcular attı” diye propaganda yapıyorlardı. Maraş katliamında da aynı yönteme başvurulmuştur. Kendi binalarına ve camilere tesiri az patlayıcılar atıyor, sonra suçu solculara yükleyerek “meşru tepkilerini” göstermek için miting ve yürüyüş yapıyor, ardından saldırıya geçiyorlardı. Maraş’ta da bu yönde planlar yapılmış, hazırlıklar tamamlanmıştır. Sıra artık uygulamaya gelmiştir.
d) Katliamın başlama vuruşu: Çiçek Sinemasında patlama
ÜGD tarafından getirtilen “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli bir film 16 Aralık 1978’de Çiçek Sinemasında gösterilmeye başlanır. 19 Aralık Salı günü seans saat 20.00’de başlamıştır. Seyirciler içinden sık sık “Müslüman Türkiye, Milliyetçi Türkiye, Başbuğ TÜRKEŞ, Komünistler Moskova’ya, Katil iktidar” sloganları yükselmektedir.
Çiçek Sineması, Maraş’ın Boğazkesen, Kanlıdere, Uzunoluk ve Kale Caddelerinin kesiştiği dört yol ağzındadır. PTT ve CHP binasına yakındır. Filmin bitimine az bir süre kalmışken salonda tesiri az olan bir patlama olur. Önceden hazırlanmış 30-40 kişilik Ülkü Ocaklı bir grup, “Bunu solcular attı” diye diğer seyircileri tahrik etmişler, sloganlarla PTT ve CHP binasına saldırmışlardır.
Polis, olaya hemen el koyar. Araştırma sonucu patlayıcı maddenin ülkücüler tarafından atıldığı ortaya çıkar. Bu nedenle bazı kişiler gözaltına alınır. Gözaltına alınanlardan Yusuf İLHAN, poliste verdiği 21 Ocak 1979 tarihli ifade tutanağı şöyledir:
“Daha önceden tanıdığı sanık Ökkeş KENGER’in 17. 12. 1978 Pazar günü kendisine ‘Ankara’dan geldim, cezaevinde yatan kardeşin Muhittin’i gördüm, sana selamı var, ama sen kardeşine layık değilsin; neden sağda solda dedikodu yapıp kardeşimin cezaevine girmesine onlar sebep oldu diyorsun, biz Kahramanmaraş’ı düzelteceğiz. Çiçek Sinemasındaki film ülkücüleri savunuyor, arkadaşlarımız oraya toplanıyor, biz bunları istediğimiz yöne çekebiliriz, sana da iş düşüyor. Bir görev versek yapar mısın?’ dediğini; kendisinin ‘Kardeşimi yaktınız, beni de mi yakmak istiyorsunuz?’ diyerek bu teklifi kabul etmediğini ve yanından ayrıldığını; 18. 12. 1978 Pazartesi günü eski belediye önünde yine yanına gelen sanık Ökkeş KENGER’in ‘Sana bir görev vereceğim, yapmazsan seni harcarız, bu başkanın emridir’ dediğini, tuvalete gideceğini söyleyerek sanığın yanından ayrıldığını; akşam eve geldiğinde kardeşi Mehmet İLHAN’ın ‘Seni bir arkadaşın Kümbet Çay Bahçesinde bekliyor’ demesi üzerine oraya gittiğinde sanık Ökkeş KENGER’in kendisini beklediğini ve ‘Yarın akşam Çiçek Sinemasına patlayıcı madde atacağız, esas görevi biz yapacağız, senin yapacağın işte korkacak bir şey yok, taş atmak gibi bir şey’ diyerek parkasının cebinden çıkardığı kırmızı çiçekli bir beze sarılmış yarım dinamit lokumunu kendisine verdiğini; fitilinin yarım parmak dışarıda göründüğünü; beze sarılı bir yarım dinamit daha göstererek ‘Bir arkadaşımla beraber sinemada olacağız, yan salondan sahne kısmına geçip oradan atacağız, sen yarın akşam fllm başladıktan sonra kaleye çıkan yolun üzerinde dolaş, içerdeki patlamayı duyduktan sonra elindeki dinamiti ateşleyip sinemanın damına at’ dediğini; kendisinin bu dinamiti aldığını; 19. 12. 1978 günü akşam sinemadaki patlamayı duyunca kendisinin de elindeki dinamiti ateşleyerek sinemanın damına fırlattığını; ancak dinamitin patlamadığını; bilahare buluştukları ÖKKEŞ’in ‘Sen bizi kandırdın, dinamiti atmadın’ dediğini; yanından ayrılıp eve gittiğini, dinamiti patlatmaktaki amacının sinemadaki ülkücü gençliği ve dışarıdaki halkı tahrik etmek ve patlamayı solcuların yaptığı intibaını vererek hadise yaratmak olduğunu söylemiştir.” 7
Poliste yapılan işlemden sonra Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı da Yusuf İlhan ve Ökkeş KENGER’i ayrı ayrı çağırarak ifadelerini alır. Yusuf İLHAN, dinamiti Ökkeş KENGER’in verdiğini tekrarlamış, Ökkeş KENGER de olayı doğrulamıştır.
Tanık İsmail Laçin ise Savcılık ifadesi tutanağında şu bilgiler vardır: “Çiçek Sinemasına patlayıcı madde atıldığı gece Manisa’daki kızına telefon etmek için PTT’de bulunduğu sırada sanık Ökkeş KENGER’in gelerek bir konuşma yaptığını ve PTT’den ayrıldığını; sanığın ne konuştuğunu duymadığını, aradan 5-6 dakika geçtikten sonra sinemada patlama olduğunu; bir sivil şahsı içeriye getirdiklerini, dışarıdaki halkın PTT’yi taşlayıp camları
kırdığını; daha sonra gelen polislerin bu sivil şahsı alıp götürdüklerini,
“Sanık Ökkeş KENGER’in bir süre sonra bu defa yanında 15 kişilik bir grup ile tekrar PTT’ye gelip telefon yazdırdığını; telefonu hemen çıkınca durumun ilgisini çektiğini, zaten kabinin kapısının da açık olduğunu ve konuşmanın da rahat duyulduğunu, ‘Orası Genel Merkez mi? Ben teşkilattan Ökkeş KENGER, sen onlara söyle beni tanırlar, burada sinemaya bomba atıldı, 10 yaralı var, 4’ü ağır, söyle acele gelsinler!’ dediğini; bu ikinci konuşmada sanığın yaralıların ismini yazdırmadığını ve herhangi bir dergi isminin geçmediğini söylemektedir.” 8
Kahramanmaraş Valiliği, İsmail LAÇİN’in ifadesi doğrultusunda telsizle durumu İçişleri Bakanlığı’na iletir. Yapılan araştırmada Ökkeş KENGER’in Ankara’da konuştuğu telefonun Ülkücü Gençlik Derneğine ait 294351 nolu telefon olduğu; ve konuşmanın, patlayıcı maddenin atıldığı gün 20.40 ile 22.27 saatleri arasında yapıldığı tespit edilir. 9
Polise ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcılarına verdikleri ifadeleri mahkemede kabul etmeyen sanıkların tümü, yargılama sonunda delil yetersizliğinden beraat eder. (Hatta birinci sanık Ökkeş KENGER, MHP ve BBP’den milletvekili olarak Meclise girer.)
Faşistlerin bütün çabalarına karşın, kentteki Aleviler ve solcular, provokasyona gelmemek konusunda titiz davranırlar ve “Ne gelecekse mala gelsin, cana gelmesin” diye temkinli olmaya özen gösterirler. Ne var ki, faşistler kararlıdır. 20 Aralık’ta saat 20.00 sıralarında bu kez de, Yeni Mahalle’de sol görüşlülerin ve Alevilerin devam ettiği Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi ağır yaralanır. 21 Aralık akşamı, Devlet Hastanesi civarında oturan sağ görüşlü judo öğretmeni Güngör GENÇAY’ın olmadığı sırada evine patlayıcı madde atılır.
İki öğretmen öldürülüyor
Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden sol görüşlü Hacı ÇOLAK ve Mustafa YÜZBAŞIOĞLU, 21 Aralık’ta okuldan evlerine giderlerken yolda silahlı saldırıya uğrarlar. Hacı ÇOLAK olay yerinde ölürken; Mustafa YÜZBAŞIOĞLU yaralı olarak hastaneye yetiştirilir, ama kurtarılamaz ve yaşamını yitirir.
Öğretmenlerin cenazesi 22 Aralık’ta kaldırılacaktır. Faşistler ve sağcı gruplar, cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylere adam göndererek, “Komünistler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım” diye çağrı yaparlar. Bu arada Maraş Müftüsünün de resmi araçla kentte dolaştığı, halkı kışkırttığı bildirilir. 10
Faşistlerin ve din görevlilerinin propagandasının sonucu, on bine yakın kalabalık Ulu Cami’nin etrafına ve cenazelerin geleceği güzergah üzerinde toplanır.
Cumhuriyet Savcısı, otopsisinin çabuk yapılması ve defin için cenazelerin bir an önce teslim edilmesi isteğiyle, Devlet Hastanesi Başhekimi Çetin DİKER’i sıkıştırmakta, ancak Başhekim, “Halen kurşunlar bulunamadı, film çekmemiz gerekiyor” diye teslimatı geciktirmektedir. Başhekimin amacı, cenaze törenini cuma namazı bitimine denk getirmektir. Nihayet cenazeler saat 14.30’da sahiplerine teslim edilir. Başhekim de özel otosuna binerek Ulu Cami’ye gider. Orada toplanan MHP’li tanıdıklarına, “Cenazeyi teslim ettik, birazdan gelirler” der. Devlet Hastanesinin bir hemşiresi, o günü, “Otopsinin tamam olmasından sonra, Başhekim Çetin Bey hastaneden ayrıldı. Giderken bize, sakın ayrılmayın, yaralı ve ölü gelebilir, dedi. Biz korktuk, telaşlandık” diye anlatmaktadır. 11
Meslek Lisesinde yapılan törenden sonra cenazeleri Ulu Cami’ye götürmek üzere kortej yola çıkar. Korteje beş bine yakın kişi katılmıştır. Yolda polis ve askeri birlikler, kortejdekileri tek tek arayarak ellerindeki pankartlara varıncaya dek, üzerlerinde ne varsa toplar. Cenaze korteji Ulu Cami’ye yaklaştığında, toplanan saldırganlar “Komünistlerin, Alevilerin namazı kılınmaz. Komünistler Moskova’ya, Katil iktidar” sloganlarıyla bağırarak saldırıya geçer. Ellerindeki taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırılması üzerine, iki grubun arasında bulunan polisler, kaçar ve hükümet binasına sığınırlar. Orada bulunan ve sayısı az olan jandarma birliği havaya ateş ederek saldırıyı durdurmaya çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Kortejdekilerin kaçmak zorunda kalması sonucu ortada sahipsiz kalan cenazeleri askeri birlik alır ve Devlet Hastanesinin morguna götürür.
Bu arada, faşist saldırganlar gruplar halinde, şehir içine dalmış, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere dağılarak önüne gelenleri dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamıştı. CHP, DİSK, TÖB-DER, POL-DER, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğünün binalarını yakıp yıkan saldırganlar, av tüfeği satan bazı dükkanları talan ederek silahlarını götürürler. Sokak ve mahalle aralarında girdikleri çatışmalar sonucu, saldırganların üçü hayatını kaybeder: Cemil KARADUTLU, Memili BAKICI, Hamza YILMAZ. Olaylar, askeri birlikler tarafından ancak geç saatlerde denetim altına alınabilir. Saldırı sonucu, 100’e yakın işyerinin tahrip edilerek yakıldığı saptanır. 22 Aralık günü böyle noktalanır.
2. Toplu katliam başlatılıyor
Gelişmelerin iyiye doğru olmadığını gören Alevi, CHP ve diğer sol partilerle demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerinden oluşan bir grup, aynı gün Valiye, Emniyet Müdürüne, Jandarma Alay Komutanına giderek ertesi günün olaylı geçeceğinden endişe ettiklerini belirtir ve önlem alınmasını isterler. Vali ve yetkililer kaygısızca güvence verirler: “Devlet güçlüdür, her olayın üstesinden gelecek güçtedir. Önlemler alınmıştır. Vatandaşlar emin olsunlar.” Oysa öğretmenlerin cenaze töreninde ertesi günün kanlı geçeceğinin somut belirtileri vardı. Her nedense, çevre illerden güvenlik yardımı istenmediği gibi, yeterince önlem alma yoluna da gidilmez.
Faşist gruplar ve yandaşları, cenaze töreniyle ilgili saldırı olayını değerlendirerek 23 Aralık 1978 günü başlatılacak katliamın planını yeniden gözden geçiriyorlardı. Saldırı için gerekli sopa, demir çubuk, benzin ve gaz, paçavralar, kazma, kürek gibi araç ve gereçlerini tamamlayarak güvenli evlerde saklamaya; saldırıyı yönetecek kadrolarını belirleyerek eksiklerini gidermeye çalışıyorlardı.
23 Aralık Cumartesi yapılacak saldırıya ve katliama halkı da katmak için camilerde ve belediye hoparlöründen yapılacak çağrının metni hazırlanır. sabahında Belediye hoparlörü ve camilerden, sabah saatlerinden itibaren aralıksız olarak, “Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar” şeklindeki duyuru yapılmaya başlanır. Yatsı ve sabah namazında da cami imamları aynı çağrıyı yaparlar. Artık katliamın hazırlıkları tamamlanmıştır ve saldırı emri beklenmektedir.
Belediye hoparlöründen yapılan anonsu durdurmak için giden Yzb. Bülent ENGİN karşılaştığı durumu şöyle anlatıyor:
“... 23. 12. 1978 günü, saat 06.30’dan itibaren verilen görev gereğince Eğitim Enstitüsü ve çevresinde tertibat alındığını; saat 08.00’e doğru askerlerin Belediye hoparlöründen tahrik edici yayın yapıldığını bildirmeleri üzerine Belediye hoparlörlerini dinlediğini; hoparlörlerden ‘Vatandaşlar, din kardeşlerimiz, toplanıp akşamki olaylarda
ölen ölülerimizi gömelim’ şeklinde yayın yapıldığını; bundan sonra şehrin çeşitli kesimlerinde yer yer dumanlar görüldüğünü ve silah seslerinin gelmeye başladığını; yakındaki belediye binasına giderek yayın odasına girdiğini; yayın odasında kimsenin olmadığını, etrafta bulunanlara, ‘Bu yayını kim yaptı?’ diye sorduğunda, bilmediklerini söylediklerini; saat 10.30’a doğru sokağa çıkma yasağı konulduğunu ve bu yasağın belediye hoparlöründen yayınlatılması emrinin kendisine verildiğini; bunun üzerine tekrar belediye yayın odasına girdiğini, orada bulunan polis memurunun sokağa çıkma yasağına ilişkin Valilik emrini daha önce getirdiği halde yayın yapmadıklarını kendisine söylediğini; orada bulunan memurlara sorduğunda, ‘Şu anda Belediye Başkanı uyuyor, onun emri olmadan yayın yapmayız’ dediklerini, bunun üzerine Belediye Reisinin iznine gerek olmadığını, sokağa çıkma yasağı duyurusunun 10 dakikada bir yayınlanmaması halinde yayın odasına el koyup yayın yapmayanları tutuklayacağını söylemesi üzerine duyurunun belediye hoparlöründen yayınlanmaya başladığını; Eğitim Enstitüsü yukarısındaki Hükümet Konağı önünden geçen Trabzon Caddesi üzerindeki büyük bir grubun oradaki dükkanları tahrip ettiklerini…” 12
Askeri yetkilinin belirttiği gibi, belediye hoparlöründen yapılan anons hem halkı tahrik etmekte, hem saldırının başlatılmış olduğunun işaretini vermektedir. Bunun üzerine, katil faşistler, mahallelere dağılarak saldırıya başlamışlardır.
23 Aralık günü, mahallelere yaygın ve sistematik saldırı başlatılır.
a) Mahallelere Saldırı
Yörükselim ve Mağaralı Mahallesi
Sabahın ilk saatlerinde, Abdurrahman Kurt’un evine civardaki evlerden otomatik silahlarla ateş edilmiş; gazlı paçavralar ateşlenerek evin içine atılmıştır. Daha sonra eve giren faşistler, evdeki insanları feci şekilde döverek işkence etmiştir. Sokaklarda dolaşan başka bir grup, silahla evlere ateş etmektedir.
Yörükselim Mahallesine giden saldırgan gruba katılmak, destek vermek için Uzunoluk Caddesi üzerinde toplanan üç bine yakın ve ellerinde MHP bayrağı bulunan bir topluluk, “Alevilere ölüm, komünistler Moskova’ya, milliyetçi Türkiye” sloganlarıyla harekete geçer. Askeri birlikler saldırganları engellemeye çalışmış, ancak topluluk, içlerindeki maskeli kişilerin, “Ne duruyorsunuz, Yörükselim’de arkadaşlarımız şehit ediliyor, yürüyelim” tahrikiyle barikatı yaran topluluk, Yörükselim’deki saldırgan gruba katılmıştır. Ellerinde sopa, demir çubuk, odun, balta, nacak, silah ve patlayıcı maddeler bulunan saldırganlar, önceden işaretlenmiş Alevi evlerini tahrip ederek ateşe veriyorlardı. Mahallede, bazı kişilerin, saldırganlara karşı savunmak amacıyla ateş açtıkları, birkaç kişinin öldüğü söylenir. Yörükselim Mahallesini işgal eden faşistlerin bir grubu, Ahırdağı eteklerindeki Çamlık bölgesinde bulunan Alevi evlerine yönelir, ancak burada sol bir grubun direnişiyle karşılaşır; karşılıklı çatışma sonucu taraflardan ölenler olur.
Sayısı bini bulan bir saldırgan topluluğu Mağaralı Mahallesini basmış, evlerinden dışarı çıkardıkları Alevileri kurşuna dizmişlerdir. Katliam sonrası, dere içinde Alevilere ait kokuşmuş 16 ceset bulunmuştur.
Katliamı yaşayanlar anlatıyor:
“... Hep ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makineli tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı. Kolları kesildi, kafaları dövüldü (ezildi). Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Kocasının yanında yaptılar. Kocası dedi ‘Allah’tan korkun’. Kocasını çektiler öldürdüler. Ardından kadını öldürdüler. 20 yaşında bir babayı oğluyla birlikte öldürdüler. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe’de Kaşanlı (...)ün karısının ırzına geçip, kurşuna dizdiler. Daha sonra külotunu çıkarıp sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail’e de baltayla vurup beynini parçaladılar....” 13
Mahmut DUMAN: “Evimiz, Yörükselim Mahallesi Çeşme Sokaktadır. Evde oturuyorduk. Sokaktan ve evimizin yakınından silah sesleri gelmeye başladı. Pencereden baktığımızda, büyük bir kalabalık gördük; ellerinde sopa, satır gibi cisimler vardı. Bağırıyorlardı. Bizim evin üst tarafında bulunan birkaç evi yakmışlardı. Evlerin penceresinden alevler yükseliyordu. Bizim evi sardılar, biri ‘Bu evdekilere dokunmayın’ diye bağırıyordu. Kalabalık evimizin etrafından dağılarak başka tarafa gitti. ... Daha sonra, tahminen saat 12.00 sıralarıydı. Dışarıdan evimize silahla ateş edildi. Sokakta 25-30 kişi gaz doldurdukları şişeleri ateşleyerek pencereden içeriye attılar. İçerisi alev aldı. Bir grup da kapıyı zorladı ve kırarak içeriye girdi. Ellerinde tahta, nacak, silah vardı. Bizi evden dışarı çıkardılar, ellerimizi başımızın üstünde tuttuk. Bu sırada bize ateş ettiler. Oğlum Mehmet Duman öldü. Biz de yaralandık. Askerler geldi, bizi alıp götürdüler.” 14
Hüseyin ÜN: “Yörükselim Mahallesi Çamlık Caddesi Balkaya Sokağının başında evde oturuyoruz. 23. 12. 1978 Cumartesi günü hastanenin önünden silah sesleri ve bağırtılar geldi. Evin önüne çıktık ve baktık. Ellerinde silah ve çeşitli saldırı malzemesi bulunan kalabalık bir grup bize doğru geliyordu. Gelen grubu, evimize yaklaştırmamak için taş attık. Onlar da silahla bize ateş ettiler. Kaçarak evin içine girdik. O sırada askerler geldi, saldırganları uzaklaştırdılar. Öğle zamanıydı, askerler gitti. Askerlerin gittiğini gören saldırgan grup tekrar mahalleye daldı. Evimizi otomatik silahla taradılar. Eve girdiler, sopalarla bizi dövdüler; sonra bizleri sıraya dizdiler, silahla taradılar. Kamil GÜLŞEN, Zeynep ÜN ile Yusuf LAKAP öldürüldüler. Beni ve Şakir’i öldü diye orada bıraktılar. Yaralıydık, askerler geldi ve bizi hastaneye götürdüler.” 15
Meryem POLAT: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler” 16
Yörükselim ve Mağaralı Mahallesinde; Zekeriya, Gülşen, Kamil ÜN, Şah İsmail KALAYCI, Mahmut DUMAN, Evliya ERMİŞ, Hasan ÖZTAŞ öldürülmüş, çok sayıda insan da yaralanmıştır. Yörükselim’de 129 ev ile 14 işyeri; Mağaralı Mahallesinde de 45 ev ile 2 işyeri tahrip edilerek yakılmıştır. Katliamdan önce, bu mahallelerde bulunan Hasköy Sokağında 32, Alanya Sokağında 6, Karacaköy Sokağında 13, Elbistanlılar Sokağında 12 ve Göksun Sokağında da 3 evin kapısına kırmızı işaret yapıldığı ve yeni numaraların yazıldığı askeri görevlilerce tespit edilmiştir. 17
Serintepe Mahallesi
23 Aralık sabahının ilk saatlerinde saldırgan bir grup mahalleyi basar. “Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, kadınlarımızı katlediyorlar. Camileri ateşe veriyorlar” şeklindeki kışkırtmalarına kapılan ve daha önce tarafsız görünen birçok Sünni de onlara katılmıştı. Alevilere ait önceden işaretlenmiş evlere giren ve içerdekileri, sopa, satır ve silahla işkence ederek öldüren saldırganlar, evleri ateşe vermişlerdir.
Olayı yaşayanlar anlatıyor:
Murat BOZKURT: “23.12.1978 günü sabah saat 08.30 sıralarıydı. Bakkal Murat’ın evinin önüne minibüs, kamyon ve traktörlerle insanlar getirildi. Kısa sürede
kalabalık büyüdü. Sonra ‘Müslüman Türkiye, Komünistler Moskova’ya Allah’ını seven gelsin, Alevilere ölüm, Alevileri yaşatmayalım’ sloganlarıyla bağırarak yürüyüşe geçtiler. Ellerinde kesici, delici aletler, taş sopa ve uzun menzilli silahlar vardı. Biz, İmam ERGÖNÜL’ün evinde bulunuyorduk. Evin etrafını sardılar. Taşlarla camlarını kırdılar. Sonra başka tarafa doğru bağırarak gittiler. Aradan birkaç dakika geçmemişti ki, tekrar geldiler. Eve hücum ederek, evin tavanını deliciyle delmeye çalıştılar. Evin içine, gaza batırılmış bez parçalarını ateşleyerek atıyorlardı. Pencereden patlayıcı madde attılar. Evin içini alevler sardı. Kadın, çocuk bağırarak korunmaya çalışıyorduk. Başka bir grup da demir kapıyı sökmeye çalışıyordu. İçerde hiçbir şey yapamıyorduk.. Ateşi söndürmeye çalışırken kapıyı kırıp içeriye doluştular. Bizlere sopa, nacak, kılıç gibi kesici aletlerle vurmaya başladılar. Her tarafımız kan içindeydi. Küfür ve hakaret ediyorlardı. Yalvarmalarımız çevrede yankılanıyordu. Bir yanda yanan ev ve eşyalar, bir yanda yaralılar ve akan kanlar tüyleri ürpertiyordu. Bizi sıraya dizdiler, silahla ateş ettiler. İmam , Hüseyin, Güllü ERGÖNÜL ile Hacı Bektaş BOZKURT ve Mahmut ÜNAL’ı öldürdüler. Birkaçımız da ağır yaralandık. Kargaşa ortasında bir fırsatını bulup (Ben, İbrahim BOZKURT, Mercan BOZKURT ve Sultan ATEŞ) dışarı kaçtık. Oradan Mağaralı Deresinin öbür tarafında bulunan Molla TABAK’ın evine sığındık. Sonra askerler geldi, bizi Kışlaya götürdüler. Yakınlarımız öldürüldü. Evlerimiz, eşyalarımız tamamen yandı…” 18
Hatun KÖSE: “23.12.1978 Cumartesi günü sabahın ilk saatlerinde bakkal Murat’ın evinin önüne arabalarla, kamyonlarla çok kişi geldi. Hepsinin elinde tahra, satır, nacak, silah, sopa vardı. Topluca yürüyüşe geçtiler. ‘Durmayın, 5 yaşından 90 yaşına kadar durmayın, Komünist Alevileri öldürün, kim bunları öldürürse cennetlik olacaktır. Kahrolsun Komünistler, Yaşaşın Türkeş’ diye bağırıyorlardı. Yörükselim Mahallesine doğru yürüdüler. Çok sürmedi, geri döndüler. ‘Vurun, kırın, öldürün’ diye emir veriyorlardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, yakmaya, tahrip etmeye başladılar. Bir grup da ellerindeki silahlarla pencerelerden içeriye ateş ediyorlardı. Biz de korkumuzdan Mehmet POLAT’ın evine sığındık. Sığındığımız bu eve de saldırdılar. Taş ve sopalarla pencereleri kırdılar. ‘Vurun komünist Alevilere’ diye sürekli bağırıyorlardı. Mehmet POLAT’ın kapısının önünde oturan 80 yaşındaki M. Ali GÜNER’in boynuna tahrayı dayadılar. ‘Müslüman mısın, değil misin?’ diye soruyorlardı. Bu sırada askerler yetişti, saldırganları uzaklaştırdılar. Askerler sıra halinde evlerin önünde nöbet tuttular. O sırada saldırganların cephaneliğe yürüdüklerinin haberi gelince, askerler oraya doğru koşarak gittiler. Askerler gidince saldırganlar, gruplar halinde aşağıdan ve yukarıdan silahla ateş ettiler. Evlerin üzerinde kurşunlar vızır vızır gidiyordu. Can korkusuyla yerlerde sürünerek kaçmaya çalışıyorduk. Bu sırada Hüseyin KİLİT ile Hatice TEMİZ atılan kurşunlarla yaralandılar. Sürünerek, çömelerek Mağaralı Deresini geçtik. Molla TABAK’ın evine zor bela yetişerek içeri girdik. Bu sırada içeri girmekte olan Hüseyin ve karısı Fatma BAZ vurularak öldürüldü. Fatma BAZ’ın kucağındaki küçük çocuğu 6 aylık Yılmaz da kurşunla vurularak öldürüldü. Sığındığımız Molla TABAK’ın evinin etrafını sardılar. Her taraftan yağmur ve dolu gibi kurşunlar geliyordu. Evin camları, kapıları delik-deşik olmuştu. Biz içerdekiler de yerlere uzanarak kurşunlardan saklanmaya çalışıyorduk. Saldırganların elinde üç hilalli bayraklar vardı. Topluca hücuma geçtiler. Bizler korku içinde birbirimize sarıldık. Tam içeri girecekleri sırada askerler yetişti, bizi alıp askeri kışlaya götürdüler. Ölüler orada kaldı. Eşyalarımızın bir kısmını alıp götürüyorlardı, geri kalanı evle birlikte yaktılar. Bizler de esirler gibi ortada kaldık. O günlerde Maraş’ta devletin yerini faşist saldırganlar almıştı..” 19
Kamil BERK: “23. 12. 1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki, ... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresini geçerek Ahmet TABAK’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır Dağına doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP’ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal BAYIR ve Ali ÜN’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla TABAK’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma BAZ ile Zeynep AYDOĞDU’yu kurşunla öldürdüler. Fatma BAZ’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla TABAK’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı.” 20
Serintepe Mahallesinde, Hatice GÖRÜR, Ali ASLAN, Cemal BAYIR, Ali ÜN, Fatma BAZ, Yılmaz BAZ, Hüseyin BAZ, ZeynepAYDOĞDU, İmam ERGÖNÜL, Hacı Bektaş BOZKURT, Hüseyin ERGÖNÜL, Güllü ERGÖNÜL, Mahmut ÜNAL, İsmail KARACA öldürüldü. 96 ev de tahrip edilerek yakıldı.
Yusuflar Mahallesi
23 Aralık Cumartesi günü sabahı, ellerinde çeşitli saldırı malzemesi olan, önlerinde maskeli kişilerin bulunduğu bine yakın saldırgan, sloganlarla Yusuflar Mahallesini çember içine aldı ve Alevilerin evlerine otomatik silahlarla ateş etmeye başladı. Saldırganlar, daha sonra kapılarını kırarak içeriye girdikleri evlerde bulunanları satır, sopa ve silahla dövdüler ve öldürdüler.
Naciye-Habibe ÜNVER: “Yusuflar Mahallesi Dalyan Sokakta oturuyorduk. 23. 12. 1978 sabahı saat 09.00 sıralarında saldırgan bir grup evimizi bastı. Korkumuzdan, komşumuz Osman KÜÇÜKBEŞE’nin evine gittik. Hepimiz bir odada gizlenmeye çalışıyorduk. Saldırganların sayısı tahminen beş altı bin kişi kadardı. Önce evimizi yağmaladılar, eşyalarımızı dışarı çıkararak yaktılar. Bir grup saldırgan da saklandığımız evi bastı. Saklandığımız odanın kapısını içerden kilitlemiştik, kapının kilidini ve kapıyı taradılar. İçerde bulunan Mehmet ÜNVER alnından kurşunla yaralandı. Kapıyı kırdılar, odaya daldılar. İçerde bulunan erkekleri (eve sığınan Ünver ailesinin erkekleri) alıp dışarıya çıkardılar. Yol üzerinde ‘Allahını seven vursun’ diye bağırdılar. Topluca taş, sopa, balta ile vurmaya başladılar. Malik ÜNVER’i öldürdüler. Bu sırada Mehmet ve karısı Döndü ÜNVER, kaçarak karşıdaki komşumuz Nebahat ALBEZ’in evine sığınmaya çalışıyorlardı. Arkasından koşan saldırganlar her ikisini de yakalayarak, öldürdükleri Malik’in cenazesinin yanına götürdüler. Bu arada Mehmet ve karısı Döndü ‘Her ikimizi birden öldürün’ diye bağırdılar. Her ikisine önce sopa ve taşla vurdular, sonra silahla öldürdüler. Bu sırada, saldırganlar yanlışlıkla bir arkadaşlarını da vurdular. Onun cenazesini hemen alıp kaçırdılar. Dışardaki
kalabalık büyüdü. Sonra ‘Müslüman Türkiye, Komünistler Moskova’ya Allah’ını seven gelsin, Alevilere ölüm, Alevileri yaşatmayalım’ sloganlarıyla bağırarak yürüyüşe geçtiler. Ellerinde kesici, delici aletler, taş sopa ve uzun menzilli silahlar vardı. Biz, İmam ERGÖNÜL’ün evinde bulunuyorduk. Evin etrafını sardılar. Taşlarla camlarını kırdılar. Sonra başka tarafa doğru bağırarak gittiler. Aradan birkaç dakika geçmemişti ki, tekrar geldiler. Eve hücum ederek, evin tavanını deliciyle delmeye çalıştılar. Evin içine, gaza batırılmış bez parçalarını ateşleyerek atıyorlardı. Pencereden patlayıcı madde attılar. Evin içini alevler sardı. Kadın, çocuk bağırarak korunmaya çalışıyorduk. Başka bir grup da demir kapıyı sökmeye çalışıyordu. İçerde hiçbir şey yapamıyorduk.. Ateşi söndürmeye çalışırken kapıyı kırıp içeriye doluştular. Bizlere sopa, nacak, kılıç gibi kesici aletlerle vurmaya başladılar. Her tarafımız kan içindeydi. Küfür ve hakaret ediyorlardı. Yalvarmalarımız çevrede yankılanıyordu. Bir yanda yanan ev ve eşyalar, bir yanda yaralılar ve akan kanlar tüyleri ürpertiyordu. Bizi sıraya dizdiler, silahla ateş ettiler. İmam , Hüseyin, Güllü ERGÖNÜL ile Hacı Bektaş BOZKURT ve Mahmut ÜNAL’ı öldürdüler. Birkaçımız da ağır yaralandık. Kargaşa ortasında bir fırsatını bulup (Ben, İbrahim BOZKURT, Mercan BOZKURT ve Sultan ATEŞ) dışarı kaçtık. Oradan Mağaralı Deresinin öbür tarafında bulunan Molla TABAK’ın evine sığındık. Sonra askerler geldi, bizi Kışlaya götürdüler. Yakınlarımız öldürüldü. Evlerimiz, eşyalarımız tamamen yandı…” 18
Hatun KÖSE: “23.12.1978 Cumartesi günü sabahın ilk saatlerinde bakkal Murat’ın evinin önüne arabalarla, kamyonlarla çok kişi geldi. Hepsinin elinde tahra, satır, nacak, silah, sopa vardı. Topluca yürüyüşe geçtiler. ‘Durmayın, 5 yaşından 90 yaşına kadar durmayın, Komünist Alevileri öldürün, kim bunları öldürürse cennetlik olacaktır. Kahrolsun Komünistler, Yaşaşın Türkeş’ diye bağırıyorlardı. Yörükselim Mahallesine doğru yürüdüler. Çok sürmedi, geri döndüler. ‘Vurun, kırın, öldürün’ diye emir veriyorlardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, yakmaya, tahrip etmeye başladılar. Bir grup da ellerindeki silahlarla pencerelerden içeriye ateş ediyorlardı. Biz de korkumuzdan Mehmet POLAT’ın evine sığındık. Sığındığımız bu eve de saldırdılar. Taş ve sopalarla pencereleri kırdılar. ‘Vurun komünist Alevilere’ diye sürekli bağırıyorlardı. Mehmet POLAT’ın kapısının önünde oturan 80 yaşındaki M. Ali GÜNER’in boynuna tahrayı dayadılar. ‘Müslüman mısın, değil misin?’ diye soruyorlardı. Bu sırada askerler yetişti, saldırganları uzaklaştırdılar. Askerler sıra halinde evlerin önünde nöbet tuttular. O sırada saldırganların cephaneliğe yürüdüklerinin haberi gelince, askerler oraya doğru koşarak gittiler. Askerler gidince saldırganlar, gruplar halinde aşağıdan ve yukarıdan silahla ateş ettiler. Evlerin üzerinde kurşunlar vızır vızır gidiyordu. Can korkusuyla yerlerde sürünerek kaçmaya çalışıyorduk. Bu sırada Hüseyin KİLİT ile Hatice TEMİZ atılan kurşunlarla yaralandılar. Sürünerek, çömelerek Mağaralı Deresini geçtik. Molla TABAK’ın evine zor bela yetişerek içeri girdik. Bu sırada içeri girmekte olan Hüseyin ve karısı Fatma BAZ vurularak öldürüldü. Fatma BAZ’ın kucağındaki küçük çocuğu 6 aylık Yılmaz da kurşunla vurularak öldürüldü. Sığındığımız Molla TABAK’ın evinin etrafını sardılar. Her taraftan yağmur ve dolu gibi kurşunlar geliyordu. Evin camları, kapıları delik-deşik olmuştu. Biz içerdekiler de yerlere uzanarak kurşunlardan saklanmaya çalışıyorduk. Saldırganların elinde üç hilalli bayraklar vardı. Topluca hücuma geçtiler. Bizler korku içinde birbirimize sarıldık. Tam içeri girecekleri sırada askerler yetişti, bizi alıp askeri kışlaya götürdüler. Ölüler orada kaldı. Eşyalarımızın bir kısmını alıp götürüyorlardı, geri kalanı evle birlikte yaktılar. Bizler de esirler gibi ortada kaldık. O günlerde Maraş’ta devletin yerini faşist saldırganlar almıştı..” 19
Kamil BERK: “23. 12. 1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki, ... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresini geçerek Ahmet TABAK’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır Dağına doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP’ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal BAYIR ve Ali ÜN’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla TABAK’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma BAZ ile Zeynep AYDOĞDU’yu kurşunla öldürdüler. Fatma BAZ’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla TABAK’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı.” 20
Serintepe Mahallesinde, Hatice GÖRÜR, Ali ASLAN, Cemal BAYIR, Ali ÜN, Fatma BAZ, Yılmaz BAZ, Hüseyin BAZ, ZeynepAYDOĞDU, İmam ERGÖNÜL, Hacı Bektaş BOZKURT, Hüseyin ERGÖNÜL, Güllü ERGÖNÜL, Mahmut ÜNAL, İsmail KARACA öldürüldü. 96 ev de tahrip edilerek yakıldı.
Yusuflar Mahallesi
23 Aralık Cumartesi günü sabahı, ellerinde çeşitli saldırı malzemesi olan, önlerinde maskeli kişilerin bulunduğu bine yakın saldırgan, sloganlarla Yusuflar Mahallesini çember içine aldı ve Alevilerin evlerine otomatik silahlarla ateş etmeye başladı. Saldırganlar, daha sonra kapılarını kırarak içeriye girdikleri evlerde bulunanları satır, sopa ve silahla dövdüler ve öldürdüler.
Naciye-Habibe ÜNVER: “Yusuflar Mahallesi Dalyan Sokakta oturuyorduk. 23. 12. 1978 sabahı saat 09.00 sıralarında saldırgan bir grup evimizi bastı. Korkumuzdan, komşumuz Osman KÜÇÜKBEŞE’nin evine gittik. Hepimiz bir odada gizlenmeye çalışıyorduk. Saldırganların sayısı tahminen beş altı bin kişi kadardı. Önce evimizi yağmaladılar, eşyalarımızı dışarı çıkararak yaktılar. Bir grup saldırgan da saklandığımız evi bastı. Saklandığımız odanın kapısını içerden kilitlemiştik, kapının kilidini ve kapıyı taradılar. İçerde bulunan Mehmet ÜNVER alnından kurşunla yaralandı. Kapıyı kırdılar, odaya daldılar. İçerde bulunan erkekleri (eve sığınan Ünver ailesinin erkekleri) alıp dışarıya çıkardılar. Yol üzerinde ‘Allahını seven vursun’ diye bağırdılar. Topluca taş, sopa, balta ile vurmaya başladılar. Malik ÜNVER’i öldürdüler. Bu sırada Mehmet ve karısı Döndü ÜNVER, kaçarak karşıdaki komşumuz Nebahat ALBEZ’in evine sığınmaya çalışıyorlardı. Arkasından koşan saldırganlar her ikisini de yakalayarak, öldürdükleri Malik’in cenazesinin yanına götürdüler. Bu arada Mehmet ve karısı Döndü ‘Her ikimizi birden öldürün’ diye bağırdılar. Her ikisine önce sopa ve taşla vurdular, sonra silahla öldürdüler. Bu sırada, saldırganlar yanlışlıkla bir arkadaşlarını da vurdular. Onun cenazesini hemen alıp kaçırdılar. Dışardaki
kargaşadan yararlanarak ben ve Habibe ÜNVER, polis memuru Yaşar ALTINKESEN’in evine sığındık. Sonra askerler bizi alıp kışlaya götürdüler.” 21
İsmail YILMAZ: “Yusuflar Mahallesi Mutlugün Sokağı Dik Çıkmazında oturuyorduk. 23.12.1998 Cumartesi günü, saat 10.00 sıralarında bir grup ‘Vurun kızıl komünistlere, bunlara yaşamak haramdır’ diye evimize saldırdılar. Sopalarla vurdular, muhtelif yerlerimizden yaralandık. Babam Ali, annem Hatice, ağabeyim Hüseyin YILMAZ’a saldırdılar. Babam, anam ve ağabeyim, ‘Bizi öldürmeyin’ diye çok yalvardılar. Dereden kaçarak hastaneye yetiştim. Bir gün yattım, yaralarımı sardılar, ertesi gün hastaneden çıkıp eve gittiğimde annemin, babamın ve ağabeyimin cesetlerini evimizin kapısının önünde gördüm. Babamın parmaklarını kesmişlerdi, kanını da bir kazanın içine akıtmışlardı. Annemin kafasını biriketle parçalamışlardı, yüzü tanınmıyordu. Evimizi, eşyalarımızı da yakmışlardı. Her şey kül olmuştu.” 22
Elif ve Gülizar NERGİZ: “Yusuflar Hekimoğlu Sokakta oturuyoruz. 23.12.1978 günü öğleden sonra ellerinde balta, et satırları, tabanca, sopa, taş ve Kuran bulunan saldırganlardan bir grup, ‘Allahını seven Alevileri öldürsün’ diyor ve bağırarak yürüyorlardı. Evimize saldırdılar. Önce dış kapıyı kırarak, duvarları yıkarak içeriye girdiler. Biz de korkumuzdan evin bir köşesinde saklanmaya çalışıyorduk. İçeri girdiklerinde İsmail NERGİZ’in başına balta ile vurdular, yere yıkıldı. ‘Hangi mezheptensiniz?’ diye sorgulamaya başladılar. İsmail ağır yaralıydı, konuşamıyordu, cevap veremiyordu. Sonra İsmail’in bacağından tutup, yerde sürükleyerek sokağa çıkardılar. Bir süre sokakta dolaştırdılar. Sonra tekrar eve getirdiler ve öldürdüler. O sırada Zeynep NERGİZ İsmail’in üzerine atıldı ve ağlayarak cesedine sarıldı. Acımadan Zeynep’e de ateş ettiler ve onu da öldürdüler. Cesetlere sopayla vuruyorlardı. Bu fırsattan faydalanarak komşumuz Mehmet BALTACI’nın evine sığındık. Sonra askerler geldi, bizi kışlaya götürdüler...” 23
Fatma ŞENGÜL: “Yusuflar Mahallesi Neşeligün Sokakta oturuyoruz. 23.12.1978 öğleye doğru cadde üzerinde bağırıyorlardı. Silah sesleri geliyordu. Dışarıya baktık, yollar ve sokaklar saldırganlarla dolu. Ellerinde et satırları, tahra, balta, sopa, silah gibi şeyler görünüyordu. Eli silahlı bir grubu görünce ev sahibimiz Şerife KARAASLAN’ın evine gittim. Buraya gelen saldırgan grup ‘Burada Alevi var mı, bize verin öldürelim. Yoksa evinizi yıkarız’ diye tehdit ettiler. Ev sahibinin sözleri üzerine geri gittiler. Bir süre sonra tekrar geldiler, beni alıp yakınımızda olan Yeşil Cami’ye götürdüler, orada ‘Salavat getir bakalım Müslüman mısın?’ dediler. Salavatı getirdim, beni bıraktılar. Tekrar ev sahibinin yanına geldim. Bir süre sonra başka bir grup geldi ‘Bu evde Alevi varmış yakacağız’ diye bağırdılar. Ev sahibi Şerif KARAASLAN, saldırgan gruba Müslüman olduğumu söyledi. Öyleyse pencereye gelsin ‘Eşhedü çeksin’ dediler. Pencereye çıkarak eşhedüyü çektim. Beni alkışladılar.
Saldırgan grup, bu defa Ali AKINCI’nın evine hücum etti. Eşyalarını dışarıya atıp yaktılar. Civardaki bir komşuya sığınmış olan Ali AKINCI’yı yakalayarak ‘Salavat getir. Müslüman mısın?’ diye sıkıştırdılar. Ali, ‘Ben Müslümanım’ dediyse de ‘eşhedü’ çekemedi. Bunun üzerine Ali AKINCI’yı vurdular. Ev sahibi ise ‘Adam zaten yaşlı ve hasta bir kişi, bırakın evine gitsin’ demesi üzerine bıraktılar. Fakat başka bir saldırganın, ‘Adamı neden bıraktınız, Alevi ayağımıza gelmiş, neden öldürmediniz?’ demesi üzerine, evine yeniden girerek Ali AKINCI’yı öldürdüler...” 24
Leyli ÜNVER: “Öğretmenlerin cenazelerini camiye koymadılar. Hükümet ve polis dedi ki, ‘Dükkanlarınızı kapatıp, evlerinize girin’. Saat 7.00’de eve tıkıldık. Babamız, ‘Bari gelin hep beraber oturup, bir çay içelim’ dedi. Çayı hazırladık, içmeden saldırdılar. Sabah 9.00’da camide toplanıp saldırdılar. Başka bir eve saklandık. Analık kaçmadı, avluda kaldı ihtiyar. Evi ateşe verdiler, ev ateş alınca analık bağırdı, ‘Abdullah, İbrahim beni kurtarın’ diye. İkisi de koştular, ikisi de vuruldu o sırada. Ortanca oğlumu kucağıma aldım, Malik kucağımda öldü. Bey de ben de yaralıydık. Hep saçma yarası. Büyük oğlan geldi. ‘Gelme’ dedim geldi. Biri 7.5 aylık bebeleri var. Bebeleri kapıp, komşuya saklandım. Komşu bizden değildi. Elbistanlı bir polisti. Sonra dışarı koştum, çaya gittim. Mahmut’u boklu çaya atmışlar, yaralı ‘ölüyorum’ diyor. İbrahim’le çıkardık. Bir eve gittik, saklasınlar diye. İçeri almadılar. İbrahım çarşıya gitti, Vali’ye gitmiş. Vali, ‘Ne dolaşıyorsun, dava daha savulmadı git’ demiş. Geri geldi. Bir kalabalık geliyordu motorla, motora bindik; motor hastaneye götürmedi. ‘Hastaneye götürmeye yetkim yok’ dedi. Ne demekse? Sağlık Ocağında hep bize saldırdılar, beyin ağzına silah tuttular. ‘ağzını aç’ dediler, vurdular. İbrahim de kucağımda öldü. Ben yaralı yaralı sürünerek içeriye girip saklandım. Sakallı bir adam gördü, saklandığım odanın kapısına dayandı. Ölü sandı. ‘Şu şarmutayı kocasının üstüne atın’ diye dışarıdakilere verdi beni. Üstümüzden paraları, dükkanın anahtarlarını, her şeyi aldılar. Gerisini bilmiyorum. Bir asker, ‘Kadında can var’ dedi. Duyuyorum, ama dilim dönmüyor. ‘Cenazeye atmayın’ dedi. Hastaneye götürdüler. Oradan helikopterle Adana’ya, 15 gün ameliyatta kaldım.” 25
Yusuflar Mahallesinde; Mehmet ÜNVER, Döndü ÜNVER, Malik ÜNVER, Zöhre YILDIRIM, Abdurrahman YILDIRIM, Gülsüm AKIRMAK, Hasan AKIRMAK, Ali YILMAZ, Hüseyin YILMAZ; Yusuf LEVENDİZ, İsmail NERGİZ, Zeynep NERGİZ, Ali AKINCI, Hatice YILMAZ öldürüldü, 24 ev tahrip edilerek yakıldı.
Dumlupınar Mahallesi
Aynı gün, saldırganlardan bir grup Orman Deresi civarında bulunan Alevi evlerine saldırır.
Saldırıyı Yaşayanlar anlatıyor
Yeter İŞBİLİR: “Ali Rıza İŞBİLİR kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İŞBİLİR’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23. 12. 1978 Cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İŞBİLİR’in evi’ diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. Saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ bağırarak ve ağlayarak dışarıya çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İŞBİLİR’in, karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar; evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. Bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. Cadde üzerinde Ali Rıza İŞBİLİR’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İŞBİLİR’e ‘Bu senin
neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İŞBİLİR’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.” 26
Seyithan KÖSE: “Olay günü kalabalık bir grup, BALTA ailesinin evine saldırdılar, ateşle yakmaya çalışıyorlardı. Yanlarına giderek engel olmaya çalıştım. Saldırganlar ‘Senin kanında da bozukluk var. Burada Aleviler oturuyormuş, onları göster’ dediler. Karşı çıkınca ellerindeki sopalarla dövmeye başladılar, ağır yaralandım, kaçtım ve evde saklandım. BALTA ve SAĞLAM ailesinin erkekleri de evlerinden çıkarak tarlalara doğru kaçmaya çalışıyorlardı. Arkadan sıktılarsa da vuramadılar. Sonra dönüp evlerini, eşyalarını yaktılar.” 27
Şerife BALTA: “23.12.1978 günü akşamı evimizi yaktılar. Ben, babam Mehmet Ali, dayım Ali ve dayımın oğlu Mehmet SAĞLAM ile birlikte, Orman Deresinin altındaki tarlalara doğru kaçtık, o gece soğukta tarlalarda saklandık. Ertesi gün Örsen köylüleri bizi orada gördüler. ‘Dört Alevi de bizim köye nasip olsun’ diye bizi alıp Örsen’e götürdüler. Orada Yaşar KİRİK, bizi kendi evine aldı. Bazı köylüler, ‘Öldürelim’ diyorlardı. Yaşar KİRİK engel oldu. Geceyi orada geçirdik. Bir sonraki gün Maraş’a gitmek üzere yola çıktık. Aksu’yu geçmiştik ki, silahlı şahıslar bize saldırdılar. Kaçmaya başladık, bir hendeğin içine uzanarak saklanmaya çalıştık. Ancak saldırganlar, babamı, dayım Ali’yi ve oğlu Mehmet SAĞLAM’ı yakaladılar. Tarlada kurşuna dizdiler. Ben de yaralıydım, sürüklenerek, saklanarak kaçtım...” 28
Dumlupınar Mahallesinde Elif ve M. Ali BALTA, Mehmet ve Ali SAĞLAM, Ali Rıza, Sebahat, Ayşe, Hacı Veli ve Mehmet İŞBİLİR öldürülür, 12 ev ve işyeri de tahrip edilerek yakılır.
Yenimahalle ve Sakarya Mahallesi
Yaşayanlar anlatıyor
“Faşistler tarafından öldürülen iki öğretmenin cenaze töreni sırasında çıkan olaylardan sonra, saldırgan bir grup, “Müslüman Türkiye, komünistler Moskova’ya” sloganlarıyla mahalleler arasında dolaşmaya başladılar. Daha sonra öncü sayılan 30’a yakın ülkücü, bir evde toplanarak 23.12.1978 günü saldırılacak Alevilerin evlerini, saldırıda kullanılacak sopa, dinamit, gazyağı gibi malzemeleri ve görevlileri beliredi. 23 Aralık Cumartesi günü sabahı, belirlenen Alevi evlerine otomatik silahlarla saldırdılar. Pencerelerden içeriye patlayıcı ve yanıcı madde atarak yangın çıkardılar. Yangından kurtulmak için dışarı çıkanları, kadın, çocuk, yaşlı demeden sopalarla dövmeye başladılar. Erkekleri, kadınları toplayarak ‘Kelime-i şehadet’ getirmeye zorladılar.”
Kudret KUDRETOĞLU: “Sakarya Mahallesi Üçüncü Selim Sokakta oturuyoruz. 23.12.1978 günü sabahı, yakınımızda bulunan Çınar Cami önünde 300-400 kişilik bir grup toplanmıştı. ‘Müslüman Türkiye, Aleviler Moskova’ya, Maraş ovası Müslümanların yuvası’ diye bağırıyorlardı. Bizim sokağa doğru yürüdüler. Saldırganların bazısı avcılar gibi giyinmişlerdi. Bazılarının da yüzleri örtülüydü (Maskeli). Ellerinde av tüfeği, çivili tahta ve benzeri silahlar, sopalar vardı. Evimizin önüne geldiler. Karşı komşumuz Naime BALTACI, ‘Durun’ dedi. Mahalledeki Alevilerin evlerini tek tek gösterdi. Naime kadın, ‘Müslüman olan, dinini, milletini seven yürüsün Alevilerin üstüne’ diye topluluğu tahrik ediyordu. Bu sırada saldırganlar, Habibe ÖZDEMİR’in evini taşladılar. Musa SUNA’nın evine yöneldiler. Damdan bakıyorduk, Musa SUNA’nın evinin bulunduğu taraftan duman ve alevler çıkmaya başladı. Biz de korkumuzdan ev sahibimiz Milcan BALAR’ın evine sığındık. Gece saat 03.00 sıralarında ev sahibi bizi uyandırıp dedi ki, ‘Çınar Cami’nin bitişiğindeki Kırıkhanlı Dişçi’nin evinde 7 tane ölü var. Onların acısından bize rahat vermiyorlar. Alevileri çıkarmazsanız sizin evi de yakacağız diyorlar, durmayın gidin’. Biz de önce evimize gittik, sonra İsadivanlı Mahallesindeki Şeker Apartmanına sığındık. Bizden sonra evimizin eşyalarını yağlamamışlar, ateşe vererek yakmışlar.”29
Nursel ve Songül METİN (Öldürülen İlköğretim Müfettişinin kızları): “Yenimahalle Refet Efendi Caddesinde, Musa Suna’nın evinin alt katında oturuyorduk. Olaylardan bir hafta kadar önce, ellerinde defter, kalem olan iki şahıs geldi. ‘Nüfus sayımı için evlerin numaralarını yeniden belirliyoruz. Kaç kişi oturduklarını yazıyoruz’ dediler. Sonra kapımıza 12/A numarasını yazdılar, yanına işaret koydular. 22. 12. 1978 Cuma günü akşamı mahallede büyük bir topluluk oluştu. Arka sokakta oturan Çokuçkunların taksisinin geceleyin sayısız gidiş-geliş yaptığını gördük. Cumartesi sabahı saat 08.00 sıralarında ellerinde kırma av tüfeği, taş, sopa, satır, Kuran bulunan 300-400 kişilik saldırgan grubu, ‘Müslüman Türkiye, kahrolsun komünistler, Alevilere ölüm’ diye bağırıyordu.. Evimizin önünden geçip aşağıya doğru gittiler. Bitişiğimizdeki odun deposundan da bu kalabalığa odun dağıttılar. Saat 11.30 sıralarında evimize saldırdılar. Korkudan hepimiz banyo ve tuvalet arasına sığındık. Evin camlarını taşla kırıp içeriye gazlı meşaleler attılar, yatak odasına attıkları bombanın patlamasıyla yangın çıktı. Söndürmeye çalışırken, bu sefer kurşun yağmuruna tutulduk. Bu sırada babam (Süleyman METİN) somyanın üstüne çıkıp dışarıya bakarken atılan kurşunla karnından yaraladı, yere düştü. Mutfağın pencere demirini testere ile kesen saldırganlardan ikisi içeri girdi ve babama teslim olmasını söyledi. Babam yaralıydı ve yerde yatıyordu. ‘Çocuklarımla teslim oluyorum. Garanti verirseniz dışarıya da çıkacağım’ dedi. Bu sırada kapıyı açtılar, içeriye doldular. Babam, T’eslim olduk, daha ne istiyorsunuz?’ dedi. İçeriye giren saldırganlardan biri, elindeki tüfek ve sopayla yaralı babamı dövmeye başladı. Arkasından silah sesi geldi. Annem ‘Öldürdünüz’ diye bağırmaya başlayınca, saklandığımız yerden çıktık. Babam kanlar içinde yerde yatıyordu. Saldırganlar, küçük kız kardeşim Hürriyet’in, babama sarılarak ağlamasıyla alay ederek gülüşüyorlardı. Sonra evin her tarafına gaz, benzin dökerek ateşe verdiler. Odalar ve salon alev alev yanıyordu. Babamın cesedini yanmaması için dışarı çıkarmaya çalışıyorduk. Saldırganlar ise ‘Bırakın kafir yansın’ diye bağırıyorlardı. Sonra cesedi ateşe doğru çektiler. Bizi de sopayla dövmeye başladılar. Bizi evden çıkardılar, sokaklarda gezdirmeye başladılar. Bu arada pijamalarımızı aşağıya indiriyor, çirkin davranış ve hakaretlerde bulunuyorlardı. Topluluğun başında bulunan sakallı Mahmut DOĞAN’ın elinde et satırı bulunuyordu. Bizi, ‘Sizin hesabınızı daha sonra göreceğiz. Alevilerin son günü, boynunuzu vuracağız’ diyerek korkuturken topluluğu da sürekli tahrik ediyordu. Bu şahsın yanında iki tane daha sakallı şahısla sarı bıyıklı bir şahıs bulunuyordu. Topluluğun kışkırtılmasında bunlar da rol alıyordu. Bizi Namık Kemal Mahallesi Çerkezler Semtine götürdüler. Topluluktan birinin, ‘Müslüman olan kızlara dokunmasın’ demesi üzerine, Eğitim Enstitüsü öğrencisi Ramazan PURKAYA, bizi topluluğun elinden aldı ve evlerine götürdü. Saldırganlar yeniden bizim eve doğru yöneldiler. Bizi yeniden götürmeye çalıştılar, yalvardık, bizi bıraktılar. Sınıf arkadaşım Hacer BÜYÜKKÖSE’nin evine gittik. O sırada kadınlı-erkekli bir grup arkamızdan, ‘Bunların kökünün sonu gelsin, kahpeler, orospular, Ecevit gelsin sizi kurtarsın, sizin gibi Alevileri biz ne yapacağız, komünistler’ diye bağırıyor ve hakaret ediyordu. En sonunda, olay bölgesine gelen bir askeri araçla vilayete götürüldük.” 30
Elif SUNGUR: “Eniştem İbrahim BİLMEZ’in yanında kalıyordum. 22.12.1978 Cuma gecesi komşularımız Hasan ILDIRCAN ve Hasan YAKAR, aileleri ile beraber bize geldiler. Ertesi gün saat 10.00’a doğru, ev sahibimizin karısı
Fatma geldi. ‘Evi yakacaklar, dışarı çıkın’ dedi. Biz evi terk etmedik. Ellerinde taş, sopa, tahta, tüfek ve Türk bayrağı ile üç hilalli bayrak bulunan bir grup, ‘Müslüman Türkiye, Başbuğ Türkeş, Maraş Müslüman yeri, Komünistler Moskova’ya’ diye sloganlarla bağırıyorlardı. Mahallenin yollarını ve etrafını çevirdiler. Bir süre sonra, Şükrü KAYA ile bir grup kapıyı kırarak eve girdi. Erkekleri aradılar. Erkeklerimiz, evde bir odada saklanıyorlardı. Biz kadınlar, odanın önünde oturarak girmelerini engellemeye çalışıyorduk. Saldırganlar çıktılar, sonra tekrar dönüp saldırıya geçtiler. Aşağıdan odunları yakarak evi ateşe verdiler. Taşlarla camları kırarak içeriye ateş ettiler, dinamit attılar. Şişelere gaz doldurup attılar. Evin içi yanmaya başladı. Dumandan duramaz hale geldik. Balkona çıkmak zorunda kaldık. O sırada damın üstünde bulunan Recep ESENCELİ, ‘Gelin sizi kurtaracağım’ diyerek Ali BİLMEZ’i ve beni elimizden tutarak damın üstüne çekti. Ali BİLMEZ, dama çıkar çıkmaz vuruldu. Ben de yaralandım ve tekrar balkona düştüm. O sırada saldırganlar, ‘Siz kadınlar aşağıya inin, erkekleri öldüreceğiz’ diye bize bağırdılar. Teyzem Fatma BİLMEZ; ‘Kocamı da öldürdünüz, oğlumu da öldürdünüz, daha ne istiyorsunuz?’ diyerek saçını başını yoluyordu. İçerideki ateş biraz sönmüştü, tekrar içeri girdik. O sırada, damda bulunan Hasan ILDIRCAN’ı da vurdular. Evin içine yine dinamit atmaya başladılar. Saldırı sabahtan akşama kadar devam etti. Mecburen balkona çıktım ve ‘Teslim oluyoruz’ diye bağırdım. Evde erkek olarak yalnız Hasan BİLMEZ sağ kalmıştı. Onu da silahla yaraladılar. Teyzem Fatma BİLMEZ ile Selda BİLMEZ, yaralı olan Hasan’ı dama çıkardılar. Saldırganlar pencereye demir direk dayadılar ve eve bir sürü saldırgan doldu. Birisi beni merdivenlerden, yanan odunların üstüne attı. Ağzım ve yüzüm yandı. Biri ‘kız yanıyor’ diyerek beni ateşten aldı.. Evde kalan kadın ve çocukları topladılar. Kimileri ‘Bunları öldürelim’ derken, kimileri de ‘Müslümanlıkta bu yok, kadınlara dokunmayın’ diyor ve engel olmaya çalışıyordu. Başka bazıları da, ‘Bunları rehine olarak alalım’ diyordu. Ve sonunda bizi saldırgan topluluğun içine attılar. Saldırganlar bizi kaldırıp kaldırıp yere vurdular. Çok dövdüler; yara bere içinde kalmıştık. Ben bayılmışım, saldırganlardan Hüseyin KEKİK’in evine götürmüşler. Ayıldığımda, orada bulunan gençler, beni çimdiklemeye, sarkıntılık etmeye başladı. Sonra askerler beni gördü. Alıp kışlaya götürdü.” 31
Bu mahallede, Süleyman METİN, Musa FUNDA, Aziz TÜZÜN, Fidan, Esma, Ali, Mehmet, Fatma, Hasan, Suna ve Ali BİLMEZ, Hasan ILDIRCAN, Hasan KÜÇÜKYAKAR, Hüseyin YÜZÜAK, Musa ALTUN öldürülmüş, 45 ev ile bir oto yakılmıştır.
Daha sonra hazırlanan Savcılık iddianamesinde Selda BİLMEZ’e atfen şu anlatımlara yer verilmektedir: “Sakarya Mahallesi Dereköy Sokaktaki Dişçi Rüstem’in (297 iddianame numaralı sanık Rüstem SARIKAYA) evinin üst katında kiracı olarak oturduklarını; 23.12.1978 Cumartesi günü, saat 10.00-10.30 sıralarında kardeşi Murat’ı kucağına alarak balkona çıktığında karşısında oturan Göksunlu SUNA ailesinin (300 iddianame numaralı sanık Hasan SARIOĞLAN) kızlarının ‘Biraz sonra çocuk sevmeyi gösteririz’ dediğini, evden içeriye girdiğinde babası İbrahim BİLMEZ’in, ‘Ev sahibinin karısı ile oğlu geldi, evi basacaklarmış’ diye konuştuğunu; hemen arkasından da evin 500-600 kişilik bir grup tarafından çevrildiğini; bunların ‘Başbuğ Türkeş’ diye bağırdıklarını; çoğunun elinde Türk bayrağı ve üç hilalli bayrak bulunduğunu; saldırganların ‘Erkekler çıksın, kadın ve çocuklara bir şey yapmayacağız’ diye bağırdıklarını; evin erkeklerini bir odaya koyarak kadınların bu odanın kapısının önünde toplandıklarını; saldırganların bir kısmının yukarı çıktıklarını; ev sahibinin oğlu Şükrü SARIKAYA’nın (292 iddianame numaralı sanık) kendisine bir tekme vurarak yere devirdiğini ve içeriden kilitli olan kapıyı kırarak ‘Erkekler, gavurlar burada’ diye bağırdığını ve aşağıya indiğini; o zaman saldırganların aşağıda bulunan odunları yaktıklarını, evin içine ateş ettiklerini, dinamit, yakılmış naylon ve gaz doldurulmuş şişeler attıklarını; yanmakta olan evi söndürmek için suyu açtıklarını, saldırganlara, ‘Erkek yok. Bir ben varım, çoluk çocuğuma dokunmayın’ diyerek kendisini pencereden aşağıya attığını; evi ateş ve duman sardığı için kadın ve çocukların balkona çıkarak biriketlerin oraya sığındıklarını; kardeşleri Ali ve Hasan BİLMEZ ile komşuları Hasan ILDIRCAN ve Hasan YAKARCA’nın sedirlerin altına saklanmış olduklarını; balkonda bulundukları sırada eve yapılan ateşin devam etmekte olduğunu; aşağıda kadınların şişelere gaz doldurup erkeklere verdiğini, erkeklerin de bunları evden içeri attıklarını, ‘Alevileri öldürelim, bir Aleviyi öldüren bir yıl hacca gitmiş olur’ diye bağırdıklarını; o sırada yanlarına gelen ve gözleri az gören ağabeyi Ali BİLMEZ’i, damda bulunan bir adamın (306 iddianame numaralı sanık Recep ESENCELİ) ‘Seni kurtaracağım’ diyerek dama çıkardığını, ağabeyi Ali BİLMEZ’in dama çıkmasıyla vurulmasınının bir olduğunu; o sırada saldırganların sokaktaki demir elektrik direğini dayadıkları pencereden içeriye girmeye başladıklarını; dama çıkmak isteyen Hasan ILDIRCAN’ı bu sırada vurduklarını; Hasan YAKAR’ı da merdivenden inerken vurduklarını ve ateşe attıklarını; saldırganların dışarıdan tekrar ‘Teslim olun’ diye bağırdıklarını; bunun üzerine yanlarında bulunan büyük ağabeyi Hasan BİLMEZ’i de, ‘Teslim oluyoruz’ diye ayağa kalktığında vurduklarını; yanlarına gelen 3-4 saldırganın hepsini dama çıkarttıklarını; annesinin ve kendilerinin devamlı olarak, ‘Bizi öldürmeyin, sizde Müslümanlık, din iman yok mu?’ diye yalvardıklarını; orada kendilerine ‘Eşhedü’ çektirdiklerini ve ‘Gavursanız da Müslüman oldunuz’ dediklerini; o sırada yaralı vaziyette damda yatmakta olan Hasan ILDIRCAN’ı aşağıya attıklarını; kendilerini bitişik evin damına dayadıkları merdivenden aşağıya indirmeye başladıklarını; önce çocukların indiğini ve onları komşulara götürdüklerini ve sonra, yaralı büyük ağabeyi Hasan BİLMEZ’i ve annesi Fatma BİLMEZ’İ de aralarına alarak, merdivenden sokağa indirmeye başladıklarını; kendisi sokağa indiği sırada saldırganlardan birisinin ağabeyi Hasan BİLMEZ’İ çekerek düşürdüğünü, annesi Fatma BİLMEZ’in de ağabeyinin üstüne düştüğünü; o zaman saldırganların ateş ederek ve sopalarla vurarak annesini ve ağabeysini öldürdüklerini; kendisinin bağırarak annesi ve ağabeyinin üzerlerine atıldığı sırada, iki saldırganın kollarından tutarak dövdüklerini ve diğer çocuklarla beraber arka taraftaki Yassıada Sokaktaki Hüseyin KEKİK’in (372 iddianame numaralı sanık) evine götürerek, ‘Bunları rehin alalım, bizim onlarda adamlarımız var’ dediklerini; bir süre sonra gelen askerlerin kendilerini kurtardıklarını; olaylar sırasında saldırganlardan bazılarının ‘Yeter’ diyerek çekilmek istediklerini, elleri silahlı elebaşların ise ‘Çekilirseniz sizi vururum’ diyerek dağılmayı önlediğini …” (G.K., s. 219)
İsadivanlı ve Duraklı Mahallesi
23 Aralık Cumartesi günü, sabahın ilk saatlerinde, ellerinde sopa, tahra, silah gibi saldırı araçları bulunan bir grup, mahallede Alevilere ait evlere saldırdı. Saldırılar sonucu birkaç kişi öldü, birçok insan yaralandı ve evler talan edildi. Saldırıya katılan mahalle imamı, saldırganlara propaganda yapıyordu.
Ertesi gün yeniden gelen saldırganlar silahlarla evleri taramaya başladılar. Gaz dolu şişeleri evlerin penceresinden içeriye atarak yangın çıkardılar. Daha sonra saldırgan gruplar, Duraklı Mahallesine yöneldiler. Bu mahallede Alevilere ait bir evi tahrip ederek yakan saldırganlar, bir kişiyi
de öldürdüler. Sonra Aleviler, yetişen askeri birlik tarafından kışlaya götürüldüler.
Yaşayanlar anlatıyor
Leyla ERCAN: “İsadivanlı Mahallesi Kiraz Sokakta oturuyorduk. 24.12.1978 günü, saat 09.00 sıralarında dışarıdan sesler geldi.. Kapıya çıkıp baktığımızda komşumuz öğretmen Mehmet ŞEKER’in evinin etrafının sarıldığını gördük.. Kalabalık bir grup, taş ve sopalarla evin camlarını, kapılarını kırmaya çalışıyorlardı. Kalabalık arasında bir ses, ‘Ben orayı satın aldım, camlarını kırmayın, ben Müslümanım’ diye bağırıyordu. Bunun üzerine saldırganlar, ‘Evi, eşyalarını dışarı çıkardıktan sonra yakalım’ dediler. Evin içine girdiler, eşyalarını tarlaya çıkararak yaktılar. Komşumuz Gülizar OLGAN, ‘Gavur malı mı yakıyorsunuz? Yazık, günah, yapmayın’ diyordu. Saldırganların içinde bulunan Dereli Köyü Muhtarı Mehmet POLAT, ‘Aleviler Camiyi yakmışlar, kızların başına çökmüşler, ırzına geçmişler, memelerini kesmişler’ diye yüksek sesle bağırıyordu. Gülizar OLGAN’a da, ‘Orospu, onları niye kayırıyorsun, kendi evlatlarını içeride tutuyorsun’ diye çıkışmaya başladılar. Bu kez saldırganlar bizim evi taşladılar, yağmaladılar, eşyalarımızın bir kısmını götürdüler, bir kısmını da evle birlikte yaktılar.” 32
Fatma ÖZDEMİR: “İsadivanlı Polat Sokakta oturuyoruz. 23.12.1978 günü öğleye doğru 100-150 kişilik bir grup bahçe kapısına geldiler. ‘Komünistler, Aleviler çıkın dışarı, öldüreceğiz’ diye bağırıyorlardı. Biz evin içinde saklanmaya çalışıyorduk. Babamı dışarıya çağırdılar, babam çıkmayınca evin kapısını ve pencerelerini taş ve sopalarla zıngıldıyordu. Biz de evin içinde birbirimize sarılmış ağlaşıyorduk. Bir süre sonra saldırganlar uzaklaştılar, korkumuz azaldı.
Ertesi gün pazardı. Öğleye doğru yine sokaklardan gelen bağırtılar, silah sesleri her tarafı çınlatıyordu. Korkumuzdan evin damına çıktık. Komşumuz Sabiha KILIÇOĞLU’nun evine saldırdılar, evi ateşe verdiler. Bir süre sonra askerler geldi, Sabiha’nın evdeki çocuklarını alıp götürdüler. Artık sıranın bize geldiğinin korkusu içindeydik ki bize doğru yöneldiler. Hemen içeriye girdik. Mutfak penceresinden bakmaya başladık. Hamo Dayıyı görünce ‘imdat’ diye bağırdık. Ama Hamo Dayı, elindeki uzun menzilli bir silahla kendi evinin damından bize doğru ateş itti. Saldırganlar ise, ‘Vurun Alevilere. Alevilerin kanı helaldir. Allah Allah’ diye bağırıyorlardı. Evin önüne geldiler; biz içeride bağırıyor ve ağlaşıyorduk. Korku içindeydik. Karşı komşumuz Gülizar ve Zeliha, ‘Ellemeyin onları, onlar yetimdir’ diye bağırdılar. Saldırganlar ise evin önündeki bahçe duvarını yıktılar, demir kapıyı, sonra apartmanın giriş kapısını ve dairemizin kapısını kırdılar. Evimize patlayıcı madde attılar. Babam, bizi banyoya sokarak saklamaya çalışıyordu. Evin iç kapısını zorluyorlardı ki, babam kapıyı açtı. ‘Tamam, ben sizinle geliyorum, çocuklarımı ellemeyin, ne yapacaksanız bana yapın’ dedi. Babamın kollarından tutarak aralarına aldılar. Bize de, ‘Anneniz var mı?’ diye sordular, ‘Yok’ dedik. Bize dokunmadılar. Karşımızdaki komşumuz Gülizar bizi evlerine götürdü. O sırada saldırganlardan bir kısmı arkadan bize saldırdılar. Gülizar kapıyı zorla örttü. Pencereden baktık; evimizin önünde babamın alnı kan içindeydi. İki saldırganın arasında dışarıya çıkardılar. Babam, ‘Yavrularımı, çocuklarımı gösterin’ diye bağırıyordu. Dayanamadık ve balkona çıktık, babam bize bakıyor ve ağlıyordu. O sırada babamızın kolundan çekerek ileriye doğru götürdüler. Saldırganların hepsinin elinde gaz şişesi, sopa, torbalar, silah vardı. Biz Gülizar’ın evinde hep ağlıyorduk. Akşam karanlığı çöktüğünde babamızı aramaya çıktık. Evimizin 30 metre uzağında bulunan sokakta cesediyle karşılaştık. Göğsünden vurmuşlardı. Kafasının ve yüzünün yaraları daha kötüydü. Korkuyorduk, kaçarak askeri birliklere sığındık. Orası yaralı, çocuk ve kadınlarla doluydu. Babalarını, kardeşlerini ve evlerini kayıp etmişlerdi.” 33
Bu mahallede 2 kişi öldürülmüş, 33 ev de yakılıp yıkılmıştır.
Mahalle sakinlerinden Koco ERAT’ın anlatımları iddianamede şu şekilde yer alıyor: “Şeker Apartmanının yöneticisi olduğunu, bu apartmanın Zeynep Hanım (eski adı Akdeniz) Sokağına bakan balkonunun birinci katında Rıza ATEŞ, ikinci katında Güllü ATEŞ, üçüncü katında A. Mümin NAVRUZOĞLU, beşinci katında da kendisinin oturduğunu; bunların hepsinin Alevi olduğunu, 24. 12. 1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında ellerinde üç hilalli bayraklar olan saldırganların, ‘Kahrolsun Komünistler, katil Ecevit sizi kurtarsın, halk askerlerle el ele’ diye bağırdıklarını; kuzey taraftan birinin, ‘4 numara ateş, ... 6 numara ateş’ diye bağırması üzerine apartmana ateş edildiğini, apartmanın bitişiğindeki evden gelen, ‘Şişe at, dinamit at’ şeklindeki sesler üzerine apartmana patlayıcı madde atıldığını; apartmanın önündeki 2 Murat marka otomobilin yakıldığını; eve 18 tane patlayıcı madde atıldığını saydığını; apartmana her taraftan, özellikle karşıdaki Anadolu Hamamının üzerinden, sol taraftaki komşu Cuma SEVİM’in (423 iddianame numaralı sanık) evinden ateş edildiğini; aşağı katların tutuştuğunu; evin önündeki odunların yakıldığını, artık umut kalmayınca, kızının kırmızı mantosunu çıkarıp salladığını, fakat buna da ateş ettiklerini; o sırada apartmanın önüne 3 tane kariyer geldiğini; apartmanda bulunanların askerlere sığındıklarını, 5. katta oturan annesini sırtına alarak aşağıya indiğini; o sırada çevreden, ‘Komünist kaçıyor ateş edin’ diye bağırdıklarını; üzerine ateş edilince bir römorkun altına girdiğini; o sırada kariyerlerin gittiğini ve kendisinin sırtında annesi ile kaldığını; yanındaki bir askerin, ‘Dayı ben seni korurum’ dediğini, fakat Cuma SEVİM’in evinden ateş açılması sonucu askerin vurulduğunu, apartmanın etrafındaki komşuların hepsinin saldırıya katıldıklarını ve saldırganlara yardım ettiklerini...” (G.K., s. 230)
Namık Kemal Mahallesi
23 Aralık Cumartesi günü akşamı, Mahallenin muhtarı bir grup ülkücüyle mahallede zorla silah ve patlayıcı madde toplamaya başlar. Kendi evinin önüne, belediyeye ait iki araçtan, torbalarla silah ve yakıt indirir. Bu malzemeleri, pazar günü sabah namazı sırasında saldırganlara dağıtır. Cami imamı da, halkı hükümete ve Alevilere karşı kışkırtıcı konuşmalar yapmıştır. Sabah namazı biter bitmez, hazır bulunan saldırganlar mahalle arasına dağılırlar. Alevilere ait evlere gazlı paçavralar atılarak yangın çıkarılır. Saldırı sırasında dokuz kişinin öldürüldüğü, onlarcasının ağır yaralandığı saptandı.
Yaşayanlar anlatıyor
Namık Kemal Mahallesinde görevli Tankçı Yüzbaşı Ahmet GÜLTEKİN, Askeri Savcılıktaki ifadesinde saldırıyı şöyle anlatıyordu:
“24. 12. 1978 günü sabahtan itibaren Namık Kemal Mahallesinde görevli olduğunu, o gün mahallede olayların erken saatte başlamış olduğunu, mahalleye gittiğinde birçok evin yanmakta olduğunu, yanan evlerin bulunduğu sokaklara yayıldıklarında, saldırı havası içinde olan, eli sopalı kalabalık gruplarla karşılaştıklarını, girdikleri sokaklarda bazı evlerin duvarlarına kırmızı yazı ile ‘Bu ev satılıktır’ diye yazılmış olduğunu, bu evlerde hasar olmadığını, yanan evlerde bu şekilde bir yazının olmadığını, sokaklardaki grupların bazı evleri yakmak istediklerini ve üzerlerinde yazı olmayan evleri göstererek bu evlerde silah olduğunu, ateş edildiğini söylediklerini, bu şekilde gösterilen evlere girdiklerinde saldırgan bir durumla karşılaşmadıklarını ve silah da bulamadıklarını, bu gibi evlerde bulunanların, öldürüleceklerini, can emniyetlerinin olmadığını söyleyerek
kurtarılmayı istediklerini, bunları reolarla Aslanbey İlkokuluna taşıdıklarını, evlerdeki şahısları taşıdıkları sırada, dışarıdaki eli sopalı grupların da çoğaldığını ve taşkınlıklarının arttığını, bunların gösterdikleri evlerde bulunan şahısların gavur olduklarını, hepsinin öldürüleceğini söyleyerek ‘Gavurlara ölüm, Cihad’ şeklinde slogan attıklarını, evlerdeki şahısların tahliyeleri bitince sokaktaki grupları dağıttıklarını, ancak bu grupların geriye çekilerek sokak aralarında tekrar toplandıklarını, bu grupların Namık Kemal Mahallesinin güney tarafındaki Karamaraş Semtine geçmek istediklerini, kendilerinin de bu geçişi önlemek için barikatlar kurduklarını, havaya ihtar ateşi yaptıklarını, buna rağmen saldırgan grupların etraftan dolanarak Karamaraş Semtine geçtiklerini, bu sırada Karamaraş Bölgesinden silah seslerinin geldiğini, bu grupların elinde taşlar, sopalar olduğunu ve yollarda giderlerken kışkırtıcı sloganlar söylediklerini, hatta askerleri bile kışkırttıklarını ve ‘Karamaraş bölgesinde gavurlar askerleri öldürdü’ diyerek kendilerini yanlış yöne sevk etmek istediklerini, grupları sözle teşvik ve tahrik eden, komuta eden kişilerin olduğunu, Namık Kemal Mahallesinde iken bazı kadınların gelerek, kocalarının, yakınlarının öldürüldüklerini söylediklerini ve bunlarla birlikte evlerine gittiklerini, üç evden toplam 7 ölü çıkarttığını, olay yerine gidene kadar yaygın yağma ve saldırıların yapılmış olduğunu…” 34
Cuma DOĞAN: “Namık Kemal Mahallesi Bağlarbaşı Alemdar Sokakta oturuyoruz. 24. 12. 1978 Pazar günü sabah saat 09.00 sıralarıydı, mahallemizin muhtarı Mehmet YEMŞEN’in önünde bulunduğu 200-300 kişilik saldırgan grup, bitişiğimizdeki Ali UZUNPINAR’ın evine saldırdı. Önce birkaç kişi bahçe duvarından içeriye girdi. Bahçenin kapısını kırdılar. Ali UZUNPINAR kaçmaya çalışırken, saldırgan Yusuf TANKU, ‘Alevi dedesi kaçıyor’ diye bağırdı ve Yaşar KURU yetişerek Ali UZUNPINAR’ın başına kaput geçirdi ve yere yıktı. Biz de saldırganlara görünmemek için penceremizi kapattık. Olay bittikten sonra dışarı çıktığımızda Ali UZUNPINAR’ın cesedini sokak ortasında kanlar içinde bulduk. Hasan UZUNPINAR’ı evinin içinde öldürmüşlerdi. Cesedi yerde kanlar içindeydi. Abidin ve İbrahim UZUNPINAR ise ağır yaralılardı. Sokaktaki askerlerden yardım istedik, gelip bizi Aslanbey İlkokuluna, yaralıları da hastaneye götürdüler...” 35
Maviş TOKLU: “24. 12. 1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet YEMŞEN ile Fevzi GÖRKAM’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Komünistlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk-çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim?’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun?’ dediğimde, ‘Pişirdik pişirdik, komünistler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin TOKLU’yu getirmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.
“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet ÇİMEN’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma YALÇIN ile Nuri BOĞA tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi GÖRKEM, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yüreyemedim. Beni bıraktı gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım, yolda Mustafa GÖKTAŞ, bir elini İbrahim USTA’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim USTA’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim USTA’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...” 36
Döne TIRAŞ: “24. 12. 1978 günü sabahleyin oğlum Ali ve kızım Ayşe ile birlikte kahvaltı yapıyorduk. Sokaktan, ‘Komünistler Moskova’ya, komünistlere, Alevilere ölüm’ diye bağırtılar geliyordu. Pencereden baktık, kalabalığı görünce kapılarımızı kilitleyerek yakın komşumuz Keyfo YILMAZ’ın evinin odunluğuna saklandık. Saldırganlar, evimizi taşladılar, sonra yaktılar. Daha sonra saldırganlar kanal tarafına gittiler. Biz de saklandığımız yerden çıkarak komşuların yardımıyla evdeki yangını söndürmeye çalıştık. Baktık saldırganlar tekrar geliyor, başlarında Muhtar Yemşen vardı, ‘Alevilere ölüm, yeriniz Moskova’ diye bağırıyorlardı. Evimize yaklaştılar, tekrar ateşe verdiler. Bu grubun arkasında bir de plakasız kamyon vardı. Saldırganlar kamyondan benzin alıp evleri yakıyorlardı. Bir de evlerden aldıkları kıymetli eşyaları kamyona koyuyorlardı. Oğlum Ali ile afet evlerine doğru kaçmaya başladık. Yolda bir saldırgan grup oğlum Ali’yi yakaladı. Ben Karamaraş’a kaçtım. Öğleden sonra dayanamadım, oğlumu aramaya çıktım. Mahalleye geliyordum, Kalender TOKLU ve Hüseyin TOKLU’nun cesetlerini evlerinin önünde gördüm. Tüm aramalarıma rağmen oğlumu göremedim. Askerlere sığındım, olaydan dört gün sonra askerlerle birlikte oğlumu aramaya çıktık. Mahalleye geldiğimde oğlum Ali’nin cesedini, Dilber YILMAZ’ın evinin bodrum katında bulunan bir kazan içinde yakılmış bir vaziyette buldum.” 37
Elif CEREN’in olaylarla ilgili ifade tutanakları şöyle: “Namık Kemal Mahallesi Bağlarbaşı Semtindeki Kanalevlerinde oturduklarını; 24. 12. 1978 Pazar günü sabah 09.00 sıralarında silah sesi ve bağrışmalar duyarak kapıdan baktığında ellerinde bayrak, silah, sopa ve baltalar olan bir topluluğun ‘Vurun komünistlere’ diye bağırarak ateş edip ev yakarak kendilerine doğru geldiğini görünce, birçok aileyle beraber Erkenez Çayına doğru kaçmaya başladıklarını; o sırada kocası Hüseyin CEREN’in, YSE’nin arkasındaki Yeni Sanayide bekçilik yaptığı yerden kendilerinin kaçtığını görünce kurtarmak için yanlarına geldiğini; Dereli Köyü yönünden kırmızı bir traktörle gelen saldırganların traktörden inerek yollarını kestiğini; bunun üzerine geri dönerek tekrar şehre doğru kaçmaya başladıklarını; saldırganların da arkalarından ateş ettiğini, kocası Hüseyin CEREN’i silahla vurarak öldürdüklerini; saldırganların ayrıca Bayram BİL ve Hasan CENGİZ’i öldürdüklerini, Fatma BİL’i de yaraladıklarını...” (G. K., s. 260)
İsmail T.: “Pişkinler Tekstil Fabrikasında işçi olarak çalışan İsmail T., saldırı günü Bağlarbaşı Cami’nde sabah namazındadır. Saldırgan grup, harekete geçince korkusundan ayrılamaz, birlikte saldırıya katılır, saldırı
sırasında tanık olduğu katliamı Aydınlık Gazetesi’nin ekibine anlatır. İsmail T.’nin anlatımı şöyle:
“Bağlarbaşı Cami’nde Hoca, her gün verilen vaazdan bir saat önce vaaz vermeye başladı. Ben de erkenden kalkıp Camiye gittim. Camide üç bine yakın kalabalık vardı. Herkesin elinde, tahra, balta, sopa ne ararsan bulunuyordu. Camide hoca vaaz veriyordu. Verilen bu vaaz, tamamen oradaki kalabalığı kışkırtmaya çalışıyordu. Hoca, ‘Hükümet komünist bir hükümettir. Geçmişte de Halk Partili komünistler camilerimizi kapatıp, kitaplarımızı yaktırdı. Şimdi de komünistlere yardım edip, Ulucami’yi yaktırdı. Müslüman din kardeşlerimizi öldürdüler. Allahını seven Müslüman olarak cenk meydanında toplansın. Kafirlere ve Alevilere karşı hâdlerini bildirmeliyiz’ dedi. ‘Hükümeti yıkmak ve yerine Müslüman hükümetini kurana kadar kanımızı akıtmak için kararlı mıyız?’ diye sordu. Orada bulunan kalabalıktan bazıları ‘Kararlıyız’ diye bağırınca, caminin dışına çıkıldı. Ülkücü gençlerden oluşan vahşet ekibi ayrı bir grupta toplandı. Benim de içinden kurtulup kaçamadığım ikinci grup ayrı bir yerde toplandı...
“Benim içinde bulunduğum grubun başını Namık Kemal Mahallesi Kalkındırma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı ve cami hocası, muhtar, belediye zabıtası Ahmet FEDAKÂR çekiyorlardı. Bu grupta Bertiz Köylüleri vardı. Muhtarın atışıyla saldırıyı başlatıp, Bağlarbaşı Mahallesinde bir Alevi evini ateşe verdiler. İçerde alevler arasında bir genç gelin pencereden atlayıp dışarı kaçarken, onun üzerine yürümek istediler. Kalabalığın içinde bazıları ‘Kadınlara ve çocuklara dokunmayalım’ deyince, gelini geri bıraktılar. Ama içerde üç çocuk alevler arasında uyurken kül olup gittiler. Bu olayda bazı insanlar dayanamadıklarını belirtip ayrılmak istediler. Grubu idare edenler, arkadan ayrılıp kaçan olursa hemen vuracağız ihtarıyla cevap verip, orta kısma silahlı kişileri koydular.
“İkinci olarak ‘Allah Allah’ naralarıyla bir Sünni evine saldırdılar. Buradaki Sünni evinde iki Alevi saklanıyormuş. Önce, Sünni olan ev sahibi dışarı çıktı. Ona evinde Alevi sakladığını söylediler, inkâr etti. Bunun üzerine evin bodrum katında iki Alevi vatandaşı bulup getirdiler. Önce Alevileri saklayan Sünni vatandaşı, Umman silahlarla vurup öldürdüler. Bu öldürme sırasında Aleviler kaçmaya çalışırken, otomatik silahla vurulup öldüler.
“Kahveci Hasan adlı bir Alevi vatandaşın evine geldik. Gaz döküp evi ateşe verdiler. Kahveci Hasan, ‘Durun beni öldürmeden, komşularla helâlleşelim, ondan sonra öldürün’ diyerek dışarı çıktı. Kahveci Hasan kendisine silah doğrultanlarla helâllaşmaya çalışırken, bütün silahlar Hasan’ın kafasına çevrilmişti. Tam bu sırada askeri araba geldi. Şaşkınlık oldu, Hasan olanca gücüyle askeri arabaya kendini atıp kurtuldu...” 38
Namık Kemal Mahallesindeki saldırı sonucu, Abidin, Ali, Hasan UZUNPINAR, Ali TRAŞ, Kalender ve Hüseyin TOKLU, İbrahim USTA, Şıho BEKAR, Cennet ÇİMEN, Hüseyin CEREN, Hasan CENGİZ, Bayram BİL, Mehmet YILDIZ yaşamlarını yitirmişler, 147 ev tahrip edilerek yakılmıştır.
Şehiriçinde ve diğer mahallelerde yapılan saldırılar
Kahramanmaraş’ta devletin yetkilileri ve güvenlik güçleri, faşist saldırganlara yenik düşmüşlerdi. Hiç bir engel ve korku tanımayan faşist katiller, istedikleri mahalleyi, hatta polis karakolunu, devlet dairelerini (Sağlık Müdürlüğü, YSE binası, Sağlık Ocağı, Çarşı Karakolunu) işgal ederek yakmışlardır.
Gazipaşa semtinde, iki saldırganın elinden kurtularak, yakınında bulunan askeri birliğe sığınmış. Saldırganlar, bu iki kişiyi, askerlerin elinden alarak kurşuna dizmişlerdi.
Sağlık ocağında görevli iki yaralıyı da zorla dışarı çıkararak kurşuna dizmişlerdir. Devlet Hastanesinin yolunu ve etrafını çeviren saldırganlar, hastaneye getirilen yaralılara silahla ateş ediyor ve öldürüyorlardı. Yaralıları hastaneye taşıyan cankurtaranın şoförünü de silahla öldürmüşlerdir. Yüzleri maskeli bir grup, yurttaşların korkudan sığındıkları bir apartmanı yaylım ateşine tutarak bazılarını yaralamışlardır.
Komando Taburu tarafından yapılan aramada bir dere içinde beşi kadın, biri polis olmak üzere 16 ceset bulmuşlardır. Keza Yusuflar mahallesinde oturanların çoğunluğunun Sünni olmasına karşın, öldürülenlerin tümü Alevi olması, katliamın Alevilere yönelik olduğunun somut kanıtıdır. Mağaralı mahallesinin semtinde kokuşmuş 17 ceset bulunmuştur. Yörükselim ve Yeni Mahalle’de öldürdükleri kadın ve çocukların cesetlerinin üzerine gaz dökülerek yakıldığı saptanmıştır. Yakılan evleri söndürmeye giden itfaiyecilere engel olunmuş, itfaiye arabasının lastiklerinin havası boşaltılmıştır.
b) Resmi Kurum ve Kişiler
Hükümet binasına saldırı
22 Aralık’ta başlatılan ve beş gün devam eden katliamda, devletin yetkilileri ve güvenlik güçleri tamamen yetersiz kalmışlardı. Öyle ki Vali’nin eşi, polislerin, memurların aileleri ve halktan on binlerce kişi hükümet binasına sığınmışlardı. Saçını yolan kadınların, anne ve babasını arayan çocukların gözyaşları, yaralıların iniltisi, dışarıda kan ve ateş. Bu insanların acısını paylaşmaya çalışan basın temsilcileri de üzüntü içinde bilgi almaya çalışıyorlardı. Cumhuriyet Gazetesinin muhabirlerinin izlenimi şöyle:
“Kahramanmaraş’tan Gaziantep’e ve Adana yönlerine traktörler, kamyonlar, taksi ve minibüslerle büyük bir insan akımı vardı. Askerler, akımın 24 saatten beri devam ettiğini söylüyorlardı... Kardeşlerini, bacılarını, anne ve babalarını kaybetme endişesini taşıyan insanların oluşturduğu bir başka akım, çeşitli kentlerden Maraş yönüne...
Vilayet binasının ikinci katı kadın ve çocukların oluşturduğu büyük bir kalabalıkla doluydu. Kiminin evi yanmıştıı, kimi can güvenliği olmadığı için sığınmıştı vilayete. Ve çocuklar ağlıyordu... Üç gündür açtı bu çocuklar. Bu kalabalığın arasına katılan gazeteciler, sık sık ağlamaklı sesli insanlardan şu sözleri dinliyoruz. “Biz de kapımıza MHP’li yazsaydık bunlar başımıza gelmezdi. Suçumuz onlar gibi düşünmemiştik. Bu bir çatışma değil, tek yanlı bir katliamdır. Çocuklarım evde kaldı, komutan kurtarın onları, evim yanıyor.
“... ve bir kadın ağlıyordu vilayetin önünde... dizlerini dövüyordu, saçlarını yoluyordu.... Ak saçlı ak bıyıklı bir ihtiyar ‘ölüyoruz’ diye bağırıyordu. Yurttaşlar, tam bir tepki havası içinde olayları izlemeye gelen AP’li ve CHP’li parlamenterleri sert dille eleştiriyordu.
“Devlet Hastanesinde görünen daha bir dehşet vericiydi. Hastane cephe gerisi bir sağlık kuruluşu görünümü kazanmıştı. Birbiri peşi sıra hastaneye getirilen yaralılar yataklar dolu olduğu için koridorlara taşınmıştı. Doktorlar bir ameliyattan öbürüne koşuyorlar...” 39
Faşizm karşıtları katliamdan kaçarak hükümet binasına sığınmışlardı. Bu saldırganlar bu sığıntıları istiyorlardı. Katliamda kararlılardı. Hükümet binasının etrafını çevirdiler. Kahramanmaraş Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü IŞIKLI’nın anlatımı: “Saldırgan gruplar, tekbir getirerek ‘Müslüman Türkiye’ sloganıyla hükümet konağına saldırı düzenleyerek ele geçirmeye çalıştılar. Hükümet konağına sığınan bazı memurlar ve bunların aileleri ile bir kısım yurttaşın askeri araçlarla buradan alınarak şehir dışına nakledilmesini istediler. Askeri birlikle çatışan saldırganlardan 6 kişi yaralandı.” 40
Hükümet binasına sığınanların başka yerlere nakledilmek istenmesinin nedeni ne olabilir? Nedeni açıktır; hükümet binasında 35 bine yakın sığıntı bulunmaktadır. Bina dışına çıkarıldıklarında, ve değişik yerlere gönderildiklerinde, bu kadar insanın korunması zorlaşacak, zaten yetersiz olan mevcut güvenlik güçleri çok sayıda bölgeyi korumada büsbütün yetersiz kalacak ve bu da, katliam için en uygun koşul olacaktır.
Saldırganların hükümet binasına yönelik saldırısını, binayı korumakla görevli askeri birliğin komutanı olan Yüzbaşı Mustafa PEKER’in, tutanaklara geçtiği şekliyle, anlatımından: “24. 12. 1978 günü bölüğüne vilayet konağı etrafında ihtiyat ve emniyet görevi verildiğini, bölüğündeki kariyerlerden birisi Adliye binasının köşesinde ve yol üzerinde, diğer kariyeri vilayet binasının diğer köşesine yerleştirdiğini, Adliyenin köşesindeki kariyerin ön tarafında da 12-13 kişilik bir mangayı yolu tam kapayacak şekilde sıraladığını, kendisinin de manganın hemen arkasında bulunduğunu, saat 10.00-10.30 sıralarında Kıbrıs Meydanından vilayet binasına doğru 2000 kişinin üzerinde bir kalabalığın önünde ve yanında yürüyen bazı kişilerin pardesülerinin altında tabancalar olduğunu, topluluğun ‘Kahrolsun komünistler, Müslüman Türkiye, din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanının kellesini istiyoruz’ şeklinde sloganlar attığını, topluluğun ön kısmı özel idare binasının oraya gelince, önce sözle sokağa çıkma yasağı olduğunu, dağılmalarını ikaz ettiğini, fakat topluluğun yürümeye devam ettiğini, bunun üzerine Tugay komutanı General BOĞUŞLU’nun emri ile vilayet binasının önünde, köşesinde bulunan kariyerleri de adliyenin köşesindeki kariyerlerin yanına getirerek birini yol ortasına, diğerini de sol tarafına yerleştirdiğini, kalabalığın yürümesine devam etmesi üzerine bu defa yine Tugay komutanının emri ile kariyerlerin ve erlerin önce havaya ikaz atışı yaptıklarını, kalabalığın yürümesine devam etmesi üzerine bu defa erler tarafından topluluğun önüne ikaz atışı yapıldığını, bunun üzerine topluluğun dağılmaya başladığını, kariyerlerin topluluğun peşine takıldığını ve dağıttığını...” 41
Hükümet binasını korumakla görevli askeri birlikten Yüzbaşı Ömer SANCAR’ın, Askeri Savcıya verdiği ifade tutanaklarda şöyle yer alıyor: “24. 12. 1978 Pazar günü, saat 07.00’de Kıbrıs Meydanı PTT civarındaki hatta tertibat alındığını, saat 10.00 sıralarında mahalle arasında kalabalık olduğu haberini alınca Tabur Komutanı Bnb. ŞERBETÇİOĞLU ile birlikte kalabalığa doğru giderek dağılmalarını söylediklerini, bu topluluk dağıldığı sırada sokakta elleri sopalı bir grubun karşılarına çıktığını, tabur komutanı ile beraber önlerini keserek ilerlemelerini durdurmak istediklerini, ancak fazla kalabalık olan bu grubun kendilerini dinlemeyerek yarıp geçtiklerini, tekrar koşarak önlerini çevirdiklerini ve havaya ikaz ateşi açtıklarını, topluluğun yine yürüyerek Kıbrıs Meydanına geçtiğini, ‘Ordu, millet el ele, Vali, İçişleri Bakanına ölüm’ diye bağırarak vilayete doğru yürüdüklerini, bu grubu ancak açılan ateşle durdurulabildiklerini ve gruptan 7-8 kişinin yaralandığını, havaya ateş açarak meydanı boşalttıklarını...”42
Faşistlerin kellesini istediği İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, katliamı yakından izlemekte ve katliamın, solcuların tahriki sonucu çıkmış olduğunu söylemekteydi. Özaydınlı, önerisi uygulamada olan Türkeş’i ziyaret ediyor ve alınacak önlemleri konuşuyordu.
Jandarma İl Alay Binasına saldırı
MHP Genel Başkanı Türkeş, “Ülkücüler, güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” diyordu. Sağ siyasi hükümetler de, ülkücüleri böyle görüyor ve koruyorlardı. Ülkücüler de bu güvenceye dayanmış ve alışmışlardı. Bunca saldırıyı ve cinayeti bu güvenle gerçekleştirmişlerdi.
Ancak katliamda askerleri yanlarında görmeyen, hatta kendilerine engel olarak bulan faşist saldırganlar, tepkilerini askerlere de yöneltir ve “komünist asker” sloganıyla askeri binalara saldırıya geçerler.
Faşistlerin saldırılarını, görevli subaylar Askeri Savcıya şöyle anlatıyordu:
Jandarma Astsubay Ali KÖŞNEK: “23. 12. 1978 Cumartesi günü, İl Merkez Jandarma bölüğünde olduğu sırada Alay binasının etrafında bulunan eli sopalı, baltalı, silahlı şahısları yakalamaya başladıklarını, bundan sonra Alay binasına otomatik tüfeklerle hedef gözetmeksizin ateş edildiğini, bunun üzerine Alayda İdari Hizmetlerde kullanılan efratla, şubelerde çalışan rütbeli şahıslara silah ve mermi dağıttıklarını, Alay binasını korumak için mevzilendiklerini…”
Jandarma Astsubay Ramazan ÜNAL: “23. 12. 1978 günü, Alay Komutanlığı binasına geldiği sırada Alay binasından kendisine ‘Siper al’ diye talimat verildiğini, bunun üzerine gizlendiğini, o sırada elinde fotoğraf makinesi olan bir kişinin kendisini görünce kaçarak yakındaki bir eve girdiğini, bu şahsı elinde fotoğraf makinesi, tabanca ve dinamit lokumu ile yakaladığını, bu şahsın kendisine gazeteci süsü verdiğini ve amacının Jandarma Alay Komutanlığı binasına dinamit koyarak hadise çıkarmak olduğunu…” 43
Sağlık Bakanı Maraş’a sokulmuyor
Ankara’dan uçakla Adana’ya gelen Sağlık Bakanı Mete TAN, karayoluyla Kahramanmaraş’a hareket eder. Türkoğlu İlçesinin yakınlarında silahlı saldırganlar tarafından yolu kesilir. Taş ve silahla saldırırlar. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlığa başlanır. Saldırganlar kararlıdır, görüşmeler çatışmaya dönüşür. Uzun süre bekletilen bakan, yoluna, baskı ve saldırılar altında devam etmek zorunda kalmıştır.
Sağlık Bakanı Mete TAN, güvenlik güçlerinin sıkı koruması altında Devlet Hastanesine gider. Tanık olduğu durumu şöyle anlatmaktadır:
“Hastaneye getirilen ölülerden 52’sini inceledim. Bunlardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler 9 mm’lik mermilerle ya başından ya yüzünden ya da kalbinden vurulmuşlardır. Boğularak öldürülenlerin de olduğunu söylediler. Üç yaşında bir çocuk da kurşunla öldürülmüştü. Bir cehennem aleminden geldim. Allah bir daha göstermesin...
“Kurşun yağmuru altında gidip-geldim, etrafımızda, üstümüzde kurşunlar vızır vızır gidip geliyordu. Bazı yerlerde gazetecileri de ben kurtardım. 70’lik yaşlıları, üç yaşındaki bebekleri vurmuşlar. Cesetler kokuyordu. Kışkırtma var. Kışkırtma Alevilik-Sünnilik üzerine işlenmiş...” 44
Adana’dan karayoluyla Maraş’a giden Devlet Bakanı Salih YILDIZ, Adalet Bakanı Mehmet CAN, Milli Eğitim Bakanı Necdet UĞUR’un yolu Topçam ve Karabıyıklı Köyünün yakınında kesilmiş, bakanlar, silah ve taşla saldırıya uğramışlardır. Güvenlik güçlerinin müdahalesinin sonucu saldırıdan kurtulan bakanlar yollarına korku içinde devam edebilmişlerdir.
Sükunet Bildirisi
Saldırıya uğrayan mahalleler için için yanıyordu ve cesetler sokaklarda kokuşmaya terkedilmişti. Saldırgan faşistler ise, “Yaşasın başbuğ Türkeş” sloganlarıyla sokaklarda nara atıyorlardı. Korkularından hükümet binasından çıkamayan bakanlar ve milletvekilleri de ortak bildiriler hazırlamakta, hoparlörlerden barış çağrısı yapmaktadırlar. CHP’li Milletvekili Hüseyin DOĞAN, Orhan SEZAL, AP’li Milletvekilleri, Halit EVLİYA, Mehmet ŞEREFOĞLU, Adnan KARAKÜÇÜK, Ali Rıza AKGÜN’ün ortak imzalı barış çağrısı şöyle:
“İki günden beri devam eden, yüreğimizi yaralayan hadiseler eminiz ki, bizi olduğu kadar, ecdadımızın da
kemiklerini sızlatacak noktaya maalesef gelmiştir. Senelerce kardeşçe yaşamış olan sizler tahriklere kapılmayın. İçişleri Bakanımız, Milletvekillerimiz ve Senatörlerimiz de aranızdadır. Verilen emirlere itaat ediniz. Şerefli Türk Ordusuna ve güvenlik kuvvetlerine yardımcı olunuz. Hastalar ve kayıplar hepimizin acısıdır. Bu olaylar burada bitmeli ve acımız daha da büyümemelidir. Her türlü tedbir ve vecibeler yerine getirilmektedir. Bize inanınız, güveniniz. Sükûnetinizi muhafaza ederek, evlerinizde istirahat ediniz.”45
Milletvekilleri, halkı sükûnete çağırmak için Maraş Müftüsünün konuşmasını gerekli görmüşlerdi, ama nedense, tüm aramalara karşın Müftü’ye ulaşmak mümkün olmuyordu.
Savcı Dündar Saner’in açıklaması, gelişmelerin resmi bir ağızdan ifade edilmesi bakımından anlamlıydı:
“Uzun süreden beri tezgahlanan plan bu şekilde tatbikat safhasına konuldu. 14-15 yaşlarındaki çocuklar, 20-25 yaşında şartlandırılmış kişiler tarafından Yörükselim, Şeyhadil ve dünden itibaren sırayla Kümbet, Yeni Mahalle’ye sevk edilerek burada cinayetler işletilmiştir. Küçük çocukların ve yaşlı adamların üzerine gaz dökülerek yakılmış. İnsanlık dışı olaylar işlenmiştir. Olayların başlangıcında 20 kişiye otopsi yapabilme imkanı bulduk. Bunlar uzun menzilli silahlarla öldürülmüş idi. Daha sonra gelen ceset fazlalığından değil otopsi, kimlik tespiti bile yapmaya imkân kalmamıştır. Daha önce ihbar olarak değerlendirdiğimiz toplu katliam olayları, toplu halde ceset bulunması ile doğrulanmaktadır. Nitekim çukurlar içerisinde, çatışma geçen mahallelerde, öğretmen evleri civarında üçer, dörder ceset bulunmaktadır. Bu yüzden ölü sayısının resmi miktarı aşarak 200’ü geçeceğini tahmin ediyorum.” 46
Kamu tanıklarının ifadesi
Katliam nedeniyle kentte görevli askeri birliklere mensup subaylardan bazılarının, Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı Askeri Mahkemesi’nde verdikleri ifade şöyle:
Yüzbaşı Timur ŞEN: “Kahramanmaraş 3. Tabur 8. Bölük Komutanı olduğunu; 22. 12. 1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General BOĞUŞLU’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim Mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23. 12. 1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesinin doğuya uzanan kısmı - Işık Caddesi - Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi - Işık Caddesi), şehirden gelip Askeri Gazinoya çıkan yola (Enstitü Caddesi), Vilayet Konağına çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesinin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 Takım Komutanını görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesinin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanına bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanının Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,
“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesinden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesinin köşesinde 15 askeri, bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanına rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban DENİZDOLDURAN olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtmeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkâr hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun bir şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halinde doğacak panikten çocukların ezilip ölebileceklerini söylediğinde, ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,
“Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesinde bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık, keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra), iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; diğer şahısların üzerinde de uzun bıçak, şiş, tornavida bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakoluna gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını” 47
Jandarma Önyüzbaşı Günay Güneri: “23. 12. 1978 Cumartesi günü sabahından itibaren jandarma birliklerinin şehre giriş ve çıkış yollarını kontrol görevinin verildiğini ve Adana, Kayseri, Gaziantep yollarının kontrol altına alındığını, saat 09.00 sıralarında Jandarma Alay Binasında bulunurken, Yörükselim Mahallesinden yoğun silah seslerinin geldiğini duyduğunu, gerek telefon eden, gerekse bizzat gelen vatandaşlardan, bu mahalleye silahlı saldırı olduğunu ve öldürme olayının vuku bulduğunu öğrenince İl Jandarma
Bölük Komutanı Teoman SARAÇ ve yanlarına aldıkları erlerle Alay Binasından çıkarak silah seslerinin geldiği yöne hareket ettiklerini; kendisinin önce Ortaseki Sağlık Ocağına gittiğini ve orada kurşunla yaralanmış vatandaşları gördüğünü; Yörükselim, Mağaralı ve Serintepe Mahallesinde öldürme ve çok miktarda yaralama olayının olduğunu öğrenince Endüstri Meslek Lisesinin bulunduğu sokaktan Yörükselim Mahallesine girdiğini; yukarı doğru çıkarken yaralanmış şahıslar, yerlerde kan izleri görüldüğünü, silah sesleri, patlama sesleri, çağrışmalar duyduğunu; arkasından kariyerlerin gelmekte olduğunu; bu sırada Yzb. Teoman SARAÇ’ın da kendisine yetiştiğini; boşluklardan sızıp, arkalarına geçerek oradaki topluluklarla birleşmeye çalışan gruplarla uğraştığı sırada Tuğgeneral Mahmut BOĞUŞLU’nun, refakatinde yalnız bir Jeeple gelip bir eve saldırmak isteyen toplulukla konuştuğunu söyleyerek, bunların yakalanmasını istediklerini; General BOĞUŞLU ile adı geçen eve girdiklerini; evde çok sayıda kadın ve erkeğin olduğunu; kendilerine saldırıldığını ve öldürüleceklerini söylediklerini; evde kısa bir araştırma yaptıysa da herhangi bir silah bulunmadığını; bilahare bir av tüfeği getirdiklerini, dışarıdaki kalabalığın bu av tüfeğini görünce yatışır gibi olduğunu; yanına iki jandarma eri alarak tepeye doğru çıkmaya başladığını; bunun üzerine ellerinde silah bulunan bu topluluğun tepenin daha uç tarafına doğru gerilediklerini; tepenin üstünden Kahramanmaraş’ın kuş bakışı olarak görüldüğünü; çeşitli silahların, patlayıcı maddelerin dinamitlerin çıkardığı seslerin duyulduğunu, çeşitli yerlerde toplanmış saldırgan insanların, çıkan dumanların, yanan evlerin hep görüldüğünü, orada bulunanların, tepedeki silahlı saldırganların aşağıya inmesini önlediğini,
“Bu sırada büyük bir grubun hemen aşağılarında ve Yörükselim Mahallesinin en yukarısında bulunan koruluğun yakınındaki evlere saldırdığını, içindeki insanları çıkarıp yaktıklarını görerek, erleri tepede bırakarak olay yerine yalnız gittiğini, orada bulunan piyade taburuna ait bir miktar erle beraber havaya ihtar atışı yaparak topluluğun üzerine yürüyüp 50 metre kadar gerilettiklerini; topluluğun hemen hemen hepsinin elinde sopa, demir, nacak gibi şeyler olduğunu; bu toplulukla uğraştığı sırada Yzb. Teoman SARAÇ’ı da bir kariyerin üzerine çıkmış toplulukları dağıtmaya çalışırken gördüğünü; kariyerlerin gelmesiyle topluluğun saldırılarının o bölgede durduğunu ve topluluğun başka bir yere gittiğini; öğle vakti yolların kapalı ve ateş altında olması nedeniyle, tabur arazisinden geçerek alaya geldiğini; alaya giderken Piyade Tabur Komutanı Bnb. Kemal GÜNDÜZ’ün ve yanındakilerin Yörükselim Mahallesinde ateş altında olduklarını, kendilerini gizleyecek birer siper seçtiklerini gördüğünü,
“İl Jandarma Alay Komutanlığına geldikten sonra alay binasının önündeki caddede (Şehit Çuhadar Ali Caddesi) bulunan toplulukları dağıttığını; alay binası önünden geçip hastaneye giden yoldan birçok yaralının götürüldüğünü gördüğünü, alay binası yanında bulunan cezaevi ve lojmanları muhafaza için gerekli tedbirler alarak mevcudu arttırdığını; telefonun devamlı çalarak her yerden yardım isteklerinin geldiğini; karanlığın basması ile şehirde nisbi bir sükûnetin sağlandığını; bu arada Gaziantep 23’üncü Seyyar Jandarma Tugay Asayiş Bölüğünün Kahramanmaraş’a gelerek görev aldığını,
“Sağ grubun Alevilerin bulunduğu mahalle ve evleri basarak tahrip ettikleri, evde bulunanları öldürdüklerini...” 48
Piyade Yüzbaşı Sedat KİPER: “39’uncu Piyade Tugayı 1’nci Taburda görevli olduğunu; 23. 12. 1978 günü İslahiye’den hareketle saat 16.30 sıralarında Kahramanmaraş Piyade Tabur Kışlasına geldiklerini; Yörükselim Mahallesindeki evlerin yanmakta olduğunu ve bazı sivil şahısların evlerini söndürmeye çalışmakta olduğunu, bir grup insanın toplu olarak kışlaya gelmekte olduklarını; mahallede yanan evlerin bahçelerinde cesetler gördüğünü; saat 19.00’a kadar mahallede görev yaptıklarını; itfaiyenin görev yapmasına engel olmak isteyen grupların olduğunu; dar bir sokak içinde yanmakta olan bir eve karşısındaki elektrik direğinin yatırılmış olduğunu ve bu evi yakanların direği kullanarak içeriye girmiş olduklarını; evin önünde yerde biri kadın ikisi erkek üç ceset olduğunu; bu yangını söndürdüklerini; bazı işyerlerinde büyük Türk bayraklarının asılı olduğunu; bazı yerlerde ise elle yapılmış üç hilalli resimler olduğunu,
“24.12.1978 günü sorumluluk bölgesinde arama yaptıklarını,
“25.12.1978 günü hastane bölgesine geldiğinde bazı şahısların Yörükselim Mahallesinde silah olduğunu, toprağa gömdüklerini ve gruplar teşkil ettiklerini söylemeleri üzerine çok sıkı bir arama yaptıklarını; bölgede silah ve kesici bir alet bulamadıklarını; arama yaptıkları yerde Alevilerin oturduğunu; halkın evlere sinmiş ve korkulu bir halde bekleştiklerini; bunların olaylardan kaçıp gelen insanlar olduğunu; mahallenin üst kısmında ise çok gergin bir havanın olduğunu, ‘Koruyun, koruyun onları’ diye konuşanların olduğunu; asker geldi diye evlerden dinamit lokumlarının sokaklara atılmış olduğunu; bölgede ve olaylarda bol miktarda ufak dinamit lokumunun kullanıldığını; sokak ortasına atılmış bir kutu fünye bulunduğunu…” 49
Bir vatandaşın dilekçesi
“Sayın komutanım,
“Kahramanmaraş’ın Yörükselim Mahallesinde oturan bir vatandaş olarak 22.12.1978 günü mahallemizdeki vahşeti sizlere şöyle özetleyebilirim:
“Sabah saat 7.30’da mahallemizi korumak için gelen piyade taburunun başındaki Binbaşı Kemal GÜNDÜZ ve Yüzbaşı Aziz Kamil BİLGUTAY bize, ‘Siz içeri girin, sizin emniyetiniz sağlanmıştır’ diyerek biz mahalle sakinlerini evlerimize tıkadıktan sonra, Yüzbaşı Kamil, askeri arabaya binerek yamaç dağda toplanmış kalabalığın yanına gidip kalabalığın yanındaki sivil araçtan indirilen malzemelerin dağıtılmasına nezaret etti. Tekrar mahalleye geldiğinde ‘Kışlayı Aleviler bastı, kışlayı kurtarın!’ diye bir yaygara koparıp taburun kışlaya çekilmesini sağladı. Biz Aleviler vatandaş değil miyiz? İftiralarla bizleri eziyorlar. Çocuklarımızı, kadınlarımızı kesiyorlar. Diri diri mahalledeki çam ağaçlarına çiviliyorlar?
Sayın komutanım, ne olur, Allah rızası için gerekenler hakkında kanuni işlemin yapılmasını ve Yörükselim Mahalle halkının ifadesinin alınmasını, vatandaşlık hakkımızın çiğnetilmemesini; işe ve güce gidemiyoruz. Bizlere bir yol gösterilmesini sizlerden arz ederiz. 17. 01. 1979
Saygılarımla.
Adres : Ahmet GÜDÜCÜ
Yörükselim Mah.
Çeşme Sok. No: 10 (Yusuf oğlu, 1956 doğumlu)” 50
Gizli bir rapor
İçişleri Bakanı İrfan ÖZAYDINLI, Kahramanmaraş katliamının gün ışığına çıkarılması için özel bir ekibi görevlendirir. Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanına sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:
“18. 12. 1978 günü, ÜGD Maraş Şubesi ikinci başkanı Mustafa KANLIDERE, Ökkeş KENGER ve üçüncü başkan Mustafa TECİRLİ’ye ‘Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını’ emretmiştir. Atılacak dinamitin Başkan Mehmet LEBLEBİCİ ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci Başkan LEBLEBİCİ An kara’ya hareket eder...
“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak Zeynel ile Veysel filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana’nın Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’), 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur…
“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman ILIKSOY’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve Çarşı Karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıyacağını ifade eden Cuma AVCI isimli şahıs da karakola getirilir... Salman ILIKSOY, polis memuru Mahir GÜNEY ve polis memuru Hasan AYDIN, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma AVCI’nın karşısına çıkarılır. Cuma AVCI, ortada bulunan polis memuru Hasan AYDIN’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü IŞIKLI’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan AYDIN’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma AVCI’ya, ‘O polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi?’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman ILIKSOY yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma AVCI bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kâmuran KORKMAZ’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...
“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin YILDIZ, Ünal AĞAOĞLU, Haluk KIRCI, Mustafa ÖZMEN, Mustafa DÜLGER, Remzi ÇAYIR, Mustafa DEMİR, Bünyamin ADANALI, Ahmet Ercüment GEDİKLİ, Mustafa KORKMAZ ve İsmail UFUK ile Mehmet GÜRSES isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesinde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri KUŞÇU, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay TEREKLİ ... isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.
“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken milli piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde, 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini milli piyangocu olarak tanıtan 26 değişik isimli şahısların, Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar milli piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.
“Milli piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.
“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde, iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.
“* İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin ERYAMAN isimli şahıs, Kahramanmaraş ili 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.
“* Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin TURGUT’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin TURGUT, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir.” 51
Bu rapor hala gizlidir; devletin arşivlerinde farelere terkedilmiştir.
Katliam Maraş’ın dışına taşıyor
Katliamın uygulayıcıları, kentin çevresindeki Sünni köylere de propaganda ajitasyon ekipleri gönderir. Köylüleri, ya Maraş’a katliama katılmaya çağırıyorlar ya da kente giden yolları kontrol etmek üzere görevlendirmeyi amaçlıyorlardı. Propaganda esas olarak şu ifadelere dayanıyordu: “Maraş’taki solcular, komünistler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni Müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş’a getiriyorlar. Biz de Maraş’a giriş yollarını kontrol ederek, bunların girişini engelleyelim. Bir bölümümüz de Maraş’ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim.” Bu yöntemin etkili olduğu görüldü. Çevredeki Sünni köylüler büyük ölçüde ‘kazanılmıştı’. Böylece, kente giriş-çıkış yolları işgal edildi ve araçlar kontrol edilmeye başlandı. Yolcular sorgulanıyor, Alevi olduğu saptananlar sorgulamaya alınıyor, işkenceden geçiriliyor, bazı durumlarda da öldürülüyordu.
Köylere yönelik saldırılardan birkaç örnek:
* Çokyaşar Köyünde oturan Yusuf KARATAŞ’ın düğünü vardır. Gaziantep’ten Duran YAPRAK ve Ahmet KARAÇAM davetli olarak katılmışlardır. Düğün sonu, Yusuf KARATAŞ, bu iki konuğunu kendi arabasıyla Gaziantep yolunun üstüne götürür. Ancak yolları, Karasu Köyü civarında 150 kişilik bir grup tarafından kesilen yolculara feci işkenceler yapılır.
* Nihat BOZKURT, arabasına benzin almak üzere Göksü Yolu üzerinde bulunan Shell Akaryakıt İstasyonuna gider. Hasancaklı Köyünden olan ve traktörle benzinlikte bekleyen bir grup saldırgan Nihat’ı gördüklerinde “Gelin burada bir Alevi var” diye bağırırlar. Nihat’ı dışarı çıkartarak külotunu aşağı indirir, sünnetli olup-olmadığına bakarlar. Nihat’ın sünnetli olduğunu görürler. Ama Nihat Alevidir, öldürülmesi gerekmektedir. Ve Nihat’ı işkenceyle öldürürler.
* Cüceli Köyüne yük almak için giden üç kamyonun sürücüsünün Alevi olduğundan şüphelenen köylüler, adamları sorguya çeker. Köy muhtarı Yaşar KILIÇ, tanıdığı ikisini serbest bıraktırırken, üçüncü sürücüye, “Dinime, imanıma sen Alevisin” der ve topluluğu, “Aradığımız adam burada, gelin!” diye sürücüye saldırmaya çağırır. O sırada İmam Mustafa TÜTEN yetişir ve sürücüyü kurtarır.
* Karacasu Köyünün Atizi Obasında bulunan tek Alevi aile Şahinlerdir. Şahin ailesinin üç ferdi Arzu, Abuzer ve Telli, Maraş’taki bir yakınlarının durumunu öğrenmek için komşuları Ahmet SİMSAR’ın evine gider. Konuklarını bir odaya kapatan evsahibi, akibetleri hakkında karar vermek için yapılan toplantıya gider. Kapının iyi kilitlenmediğini gören üç ‘tutuklu’, gizlice dışarı çıkarak evlerine geldiklerinde, evlerinin soyulduğunu, ateşe verildiğini görürler. Korku ve çaresizlikten komşuları Halit OSMAN’ın evine sığınırlar. Halit OSMAN da can güvenliğinı sağlayamayacağı endişesiyle komşularını jandarma karakoluna götürerek kurtarır.
* Emiruşağı Köyünden Veli TORUN ve Mustafa ACINIKLI, Maraş’a gitmek üzere yola çıkarlar. Yusufhacılar Köyünde yolları kesilir ve elleri bağlandıktan sonra köye götürülerek bir direğe bağlanırlar. Ancak durumu gören Köy Muhtarı, bağlarını çözdüğü Veli ile Mustafa’yı köyden geçen tanıdık bir traktöre teslim eder. Ne var ki öldürmeye kararlı olan militanlar, traktörü izleyerek yolunu keser ve düşman belledikleri bu iki kişiyi yolun kenarına götürürler. Veli TORUN bir fırsatını bularak kaçarken, Mustafa ACINIKLI kurşunlanarak öldürülür.52
Türkoğlu İlçesinin yakınında kurulan barikatlarla Elazığ, Malatya ve Gaziantep’ten gelen yolcu otobüsleri, diğer araçlar durduruluyor, yolcular indiriliyordu. Kimilerine hakaret ettikleri yolcuların üzerlerindeki para ve kıymetli eşyaları gaspeden faşistler, basın temsilcilerine de saldırırlar. Bu arada Milliyet Gazetesinin aracı tamamen tahrip edilir.
Kente giren bir yolda gördükleri ve yaralılar için kan getiren bir ambulansı durduran faşistler, “Bu kanları Müslümanlara mı, gavurlara mı götürüyorsun?” diye sorguya çektikleri sürücü Gürsel VARGÜL’ü döverler. 53
Kemal YILDIZ’ın tutanaklardaki anlatımından: “Kahramanmaraş Çokyaşar Köyü’nde oturduğunu; 24.12.1978 Pazar günü sabahleyin amcasının oğlu Ahmet YILDIZ ve arkadaşları İbrahim ELTUTAN ile birlikte Kahramanmaraş’daki yakınlarının durumunu öğrenmek için yola çıktıklarını saat 11.00 sıralarında Erkenez Çayına geldikleri sırada önlerine Yusufhacılı Köyü’nden 5 kişinin çıktığını, ‘Nerelisiniz, nereden geliyorsunuz, Alevi misiniz, Sünni misiniz?’, diye sorduklarını, İbrahim ELTUTAN’ın ise ‘Ben Sünniyim’ dediğini; saldırganların İbrahim ELTUTAN’ı su kanalının öbür tarafına götürerek konuştuklarını ve onu bıraktıklarını; saldırganların bu defa ellerindeki silahları kendisine ve amcasının oğlu Ahmet YILDIZ’ın üzerine çevirerek elbiselerini çıkarttıklarını; üzerlerinde sadece külot kaldığını; saldırganlardan birisinin kendisini kanalın alt tarafındaki tepe bir yere ana avrad küfür ederek götürdüklerini; arka taraftan üç el silah sesi ve amca oğlu Amhet YILDIZ’ın feryadını işittiğini; kaçmaya başladığını; saldırganların arkasından ateş ederek kendisini omuzundan yaraladıklarını...” (G.K., s. 262)
Ömer BABACAN’ın tutanaklardaki anlatımından: “Pazarcık İlçesi Gülhaş Karahöyük Köyü İlkokulu öğretmeni olduğunu; 24. 12. 1978 Pazar günü görev yaptığı köyden olan arkadaşları ile birlikte Kahramanmaraş’tan yaya olarak Türkoğlu İlçesi Kılılı Köyüne gitmek üzere hareket ettiklerini; saat 17.00-17.30 sıralarında hava kararmak üzereykin Kılılı Köyüne az bir mesafe kaldığında arkalarından gelen bir arabadan inen silahlı dört kişinin nereden geldiklerini sorduğunu, üzerlerini aradıklarını; kendisinin öğretmen
olduğunu hüviyetinden anlayınca, üzerine saldırarak dövdüklerini; Mehmet KOCA ile beraber tarlaların içine kaçtığını; saldırganların arkalarından ‘Gavurlar, pis komünistler’ diye bağırdıklarını; arabayı kullanan şahsın tabancasını çekerek ‘Kaçmayın vururum’ dediğini; yakındaki bir tepeye çıkınca eli belinde olan birisinin kendilerini durdurduğunu, bu sırada aşağı taraftan kendilerini ilk önce durduran dört kişinin de ellerinde silahları ile geldiklerini; ‘Pis komünist, demek sen Maraş’ta ev yaktın, kaç ülkücüyü öldürdün, sizin gibileri yaşatmayacağız, bu dünyada çoluk çocuk ne varsa hepinizi temizleyeceğiz’ diyerek kendisini dövmeye başladıklarını; silahların namlularını alnına dayadıklarını; bu saldırganları daha önceden karşılaştıklarında arabayı kullanan şahsın(787 iddianame numaralı sanık Mehmet KIZILDAĞ) yönlendirdiğini; soruları devamlı bu şahsın sorduğunu; saldırganların o sırada olay yerine gelen 20-30 köylüyü de ‘Bunlar komünistler, köyü basmaya geliyorlardı, bunların bu dünyada yaşaması hak değildir. Hiçbirisini sağ bırakmamak lazım’ diyerek kışkırttıklarını; belki kurtulabilir umuduyla tepeden aşağı kaçmaya başladığını; saldırganların en önce o dört kişi ve özellikle arabayı kullanan şahıs en önde olduğu halde elindeki silahla ateş ederek kendisini kovaladıklarını; diğer saldırganların da silahlarıyla durmadan ateş ettiklerini; sırtından ve kalçasından kurşunla yaralanarak yere yığıldığını; saldırganların yanına geldiklerini; arabayı kullanan şahsın, ‘Ulan pis komünist, niye kaçtın, senin yüzünden az daha arkadaşlarımdan birkaçını vuracaktım’ dediğini ve yine kendisini dövdüklerini; tekrar kaçmaması için ellerini arkadan bağladıklarını; kendisini bir yandan döverlerken bir yandan da ‘Bunu ne yapalım’ diye konuştuklarını; daha önce arabayı kullanan şahsın ‘Öldürelim, bu başımıza iş açacak, nasıl olsa komünist, öldürsek dünya bir pislikten kurtulmuş olur’ dediğini; kendisini döve döve köye götürdüklerini; o sırada havanın kararmış olduğunu, saldırganlara Alevi olmadığını söylemesine rağmen, ‘Sen Alevi olmasan da TÖB-DER’lisin, komünistsin’ dediklerini; köye girdikleri sırada köylülerin, ‘Demek köyü basmaya gelen komünistler bunlar’ dediğini, yanında bulunan Mehmet KOCA’nın ise, ‘Benim bu köyde amcam var. Biz bu köye sığınmaya geliyorduk’ diye cevap verdiğini; saldırganların daha önceden, ‘Komünistler köyü basmaya geliyor’ diyerek köyü ayağa kaldırdıklarını anladığını; köye gelen jandarma devriyelerinin kendilerini kurtardığını…” (G.K., s. 280)
Bir Aleviyi öldürenin mükafatı cennettir
Kahramanmaraş katliamında, fanatik İslamcılar ve benzerleri yüzyıllardır önceki Şeyhülislamların fetvalarını andıran fetvalar vermişlerdir. Bağlarbaşı İmamı Mustafa YILDIZ, 22 Aralık 1978 Cuma namazında, “Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” diye vaaz verir. Katliamda öncülük yapan faşist katiller yüzlerini maske ile kapatırken, yaşı 60’ın üstünde olan sakallı fanatik dinciler yüzlerini maskelemeyi gereksiz görmüşlerdir. Top sakallarını oynatarak, dişlerini gıcırdatarak, “Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun” diye topluluğu tahrik etmişlerdir.
Faşistlerin hac, cennet gibi sorunları yoktu. Onların yeşil, kırmızı pasaportlara, siyasi iktidarların nimetlerinden yararlanmaya gereksinimleri vardı. Katliamı siyasal dincilerle ortaklaşa kararlaştırdıkları içindir ki dine, cennete inanır görünüyorlardı. Milliyetçilik ve Müslümanlık adına verilen bu vaazlar ve fetvaların telkin ettiği inançla saldırıya geçmişlerdir.
Esma SUNA adında bir genç kadın gebedir, doğumu yakındır. Faşistler, Esma SUNA’nın evini dışarıdan otomatik silahlarla tarar, evin içine patlayıcı madde ve benzinli paçavralar atarlar. Sonra evin kapılarını kazma ve baltayla kırarak içeriye giren faşistler, evde bulunan Fidan, Ali, Fikri ve Mehmet SUNA ile konuk Musa FUNDA’yı kurşuna dizer. Fazlı ile Elif SUNA da sopa ve satırla ağır yaralanır ve öldü diye bırakılır. Esma SUNA, “Kocamı, çocuklarımı, kardeşlerimi öldürdünüz. Bari beni öldürmeyin” diye yalvarır, bu arada ellerini karnındaki bebeğin üstünde siper etmeye çalışmaktadır. Oysa, işin içinde “hac” sevabı ve cennete gitme vardır. İki canlı bir Alevi kadını ellerine geçmiştir bir kere, bu fırsatı kaçırmak aptallık olacaktır. “Ya Allah” diye sopa ve satır Esma’nın kafasına, sırtına, karnına iner. Esma’nın üstü başı kan içindedir. Doğmamış bebeğini kurtarmanın çabasıyla sokağa fırlar. Saldırganlar da arkasında ateş ederek Esma’yı yere düşürürler. Öldü diye bırakırlar. Esma, karnındaki bebeğin yüzünü görmenin hayaliyle ellerini karnının üstünde gezdirmektedir. Bir komşusu Esma’yı sırtlayarak Devlet Hastanesine yetiştirir. Doktorlar, “Esma’nın kurtuluşu zordur, bari bebeğini sezaryen ameliyatla kurtaralım” diye ameliyata alırlar. Ne var ki bebek de sıkılan kurşunla parçalanmıştır. Esma ve bebek kurtarılamaz. Doktorlar ve hemşireler gözyaşlarını tutamazken, faşist katiller ve fanatik dinciler, hac sevabının ve cenneti kazanmanın sevincini paylaşıyorlardı...
İki gözü görmeyen 80 yaşında bir nine olan Cennet ÇİMEN’in gözlerini tornavidayla oymaları, sonra kurşuna dizmeleri, baş üstü helanın çukuruna bırakmaları da hac sevabı ve cenneti garantiye almak içindir...
İlköğretim Müfettişi Süleyman METİN’i öldürdükten sonra 15-16 yaşlarında üç kızını sokaklarda çıplak dolaştırmak, sarkıntılık etmek de hac sevabı ve cennet içindir ve Ortaeski Sağlık Ocağında bulunan iki yaşındaki hasta torun ile ninesi de hac ve cennet yolunun kurbanı olmuşlardır.
Sıkıyönetim ilanı
Kahramanmaraş katliamı, sıkıyönetim ilânına gerekçe olmuştur. Başbakan Bülent ECEVİT, sıkıyönetimin gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Ülkemiz de şiddet eylemleri bir süredir açıktan demokrasiye yönelik ve milli birliğimizi tehdit edici boyutlara varmıştır. Özellikle Kahramanmaraş’taki bütün milletimizi yasa boğan acı olaylar, bu eylemlerin ne kadar ileri boyutlara vardığını gösteriyordu.
“Anayasanın tanıdığı demokratik düzeni temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin kesin belirtilerinin ortaya çıkması üzerine Adana, Ankara, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kahramanmaraş, Kars, Malatya, Sivas, Urfa ve Hatay illerinde bugünden itibaren iki ay süreyle sıkıyönetim ilân edilmesine karar verildi.” 54
Sıkıyönetim, TBMM’de 537 üyenin kabul, birer üyenin ret ve çekimser oyuyla kabul edilir. MHP Genel Başkanı Türkeş ve MHP yönetici kadrosu, birçok ilin sıkıyönetim kapsamına alınmasını ısrarla savunmuştur.
3. Değerlendirmeler
a) Avukat Nusret SENEM ve Gazeteci
Örsan ÖYMEN
Avukat N. SENEM’le röportaj
Nusret SENEM, Kahramanmaraş katliamı davasına müdahil avukat olarak katıldı. Avukat SENEM, davanın sonuna kadar mağdurları ısrar ve kararlılıkla savunmuştur.
Soru: Maraş’ta meydana gelen olaylar Alevi-Sünni çatışması mıdır?
- Aralık 1978’de meydana gelen Kahramanmaraş Katliamı, çok sayıda Alevi vatandaşımızı hedef almakla birlikte, kesin olarak bir Alevi-Sünni çatışması olarak, bir mezhep çatışması olarak nitelenemez.
Katliama önderlik eden güçler, olayların başından itibaren, zaman zaman, “Ordu millet el ele”, “Aleviler bir subayı, on eri öldürdü; ne duruyorsunuz; bu silahlarınızı ne zaman kullanacaksınız?” diyerek, askerleri de yanlarına alıp, saldırılarına ortak etme çabası içinde olmuşlardır. Tanık olarak dinlenen subayların, bu ve benzeri beyanları olmuştur.
Çok sayıda tanık, bazı evlerin tahrip edilmesi ve vatandaşların katledilmesi anında, “Bir Alevi öldürmek 2 defa hacca gitmeye bedeldir” türü, tahrik edici sloganlar atıldığını, mahkemede ifade etmişlerdir. Tahrip edilen evlerde katledilenlerin, çoğunlukla Alevi vatandaşlar olduğu da bir gerçektir. Tahriklerin sonuç verdiği ve bin yıldır bir arada yaşamış insanların, düşman gibi saldırıya uğradığı yadsınamaz.
Ancak, bütün bunlar, katliamın amacının, bir “Alevi-Sünni çatışması” olduğunu yine de kanıtlamaz.
Bu olayı, 1970’li yılların siyasi gelişmeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nin 12 Eylül 1980 öncesinde ülkemizi istikrarsızlaştırma, halk kitlelerinin kurtarıcı arar hale getirilmesi ve ülkenin darbe ortamına sürüklenmesi operasyorlarında kullandığı kontr-gerillanın ve onun siyasi örgütü gibi faaliyet yürüten zamanın MHP’sinin, yan kuruluşlarının, iktidar olarak kalmasına asla tahammül edemedikleri solcu Ecevit Hükümetini devirmeye yönelik, isyan hareketi olarak görüyorum. Katliamın, Alevi vatandaşlara yönelmesinin temel sebebi, Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren Mustafa Kemal’in aydınlanma hareketini ve CHP tarafından kurulmuş solcu hükümeti desteklemeleridir. Bir diğer sebep de, yoksul Sünni kitlelerin, katliam yapan bir avuç aşağılık CIA çocuğunun arkasına kolayca takılmaya, kandırılmaya uygun görülmesidir.
Saldırganlar, devlet kuvvetleri aleyhine, Ecevit Hükümeti aleyhine, sloganlar atmışlar, propaganda yürütmüşler ve siyasi talepler ileri sürmüşlerdir.
Sloganlardan birkaç örnek: “Katil iktidar”,”Katil Ecevit”,”Katil polis”, ”Ecevit’ini çağır, Türkeş karşında”, ”Bizim Türkeş’imiz yanımızda, sizin Karaoğlan nerede?”, ”Komünist Ecevit sizi gelsin kurtarsın”, ”Senin hükümetin gelsin kurtarsın seni”.
İnsanlar, Başbakan Ecevit kasdedilerek, “Karaoğlan’a kurban ediyoruz” denilerek öldürülmüşlerdir.
Katliamın öncesinde, kıvılcım çakılması eylemi olarak nitelenebilecek ve Ökkeş KENGER (ŞENDİLLER)’in sanık olarak yargılandığı, Çiçek Sineması’nın bombalanması olayı sonrasında, sağa sola saldıran ülkücü grup, olaya müdahale eden polislere de saldırmıştır. İki solcu öğretmenin, 21 Aralık günü öldürülmesinin ardından, 22 Aralık 1978 Cuma günü yapılan cenaze törenine saldırı olayında polis ve jandarmaya da yoğun şekilde saldırılmıştır. Bu sırada iki polis aracı yakılmıştır. Hatta, polise saldırı o derece yoğunlaşmıştır ki, İçişleri Bakanlığı, isyanı bastırma görevinden polisi tamamen almıştır. Polis, olayların yaşandığı, en yoğun üç gün boyunca, görev dışı kalmıştır. Saldırganlar hiçbir yerde, olayları bastırmakla görevli olan askeri güçlerin uyarılarına, sokağa çıkma yasağına uymamışlar, her yerde, çatışma sonucu, güç şartlarda yenilerek, püskürtülebilmişlerdir. Askere, gerek bütün şehir çapındaki mevzi görev yerlerinde ve gerekse, İl Jandarma Alay Komutanlığı’na, silahlı saldırıda bulunmak suretiyle, karşı koymuşlardır. Bu saldırgan gruptan bazıları, olay anında yakalanmışlardır.
24 Aralık 1978 Pazar günü, iki üç bin kişilik silahlı bir grup Kahramanmaraş Valilik Binası’na; “Müslüman Türkiye”, ”Kahrolsun komünistler”, ”İçişleri Bakanı dışarı”, ”Vali istifa”, ”İçişleri Bakanı’nın kellesini isteriz” diyerek saldırıya geçip, büyük bir tehdit yaratmış ve saldırı, Hükümet binasını korumakla görevli askeri zırhlı personel taşıyıcıların ele geçirilmesine saniyeler kala, uçaksavar mermileri de kullanılarak, son anda önlenebilmiştir. İçişleri Bakanı, Kahramanmaraş Valisi ve Jandarma Alay Komutanı ile diğer güvenlik yetkililerinin tamamının bulunduğu Valilik Binasındaki insanlar, kellesi istenen İçişleri Bakanı ile birlikte, tesadüfen katliamdan kurtulmuştur. Bu saldırının görüntüleri, TRT tarafından, o günlerde sık sık, görüntülü olarak yayınlanmıştır. Bu saldırıda, ön safta grubu yönetenlerden olan ve yaralanıp Kahramanmaraş Devlet Hastanesi’ne götürülen 7-8 militan sır oldu. Olayın suçluları ise, tanık olarak yargının karşısına çıkmakla birlikte, hiçbir zaman, bütün çabalarımıza karşın, bu soruya muhatap olmadılar. Yargılanmadılar.
Olayın, zamanın Ecevit Hükümetine karşı silahlı kalkışma olduğunu, sanık İmam Mustafa YILDIZ, saldırgan topluluğa karşı yaptığı konuşmada şöyle dile getirmektedir:
“Bugün burada namaz kılmak caiz değildir. Başımızda komünist ve imansız bir hükümet var. Memleketimizi komünist ve ebücahiller işgal etti. Cuma günü Ulu Cami’yi yıkıp yaktılar. Geçmişte de bu Halk Partisi bizim kitaplarımızı yaktırdı. Hocalarımızı astırdı. Bugün bize düşen görev, çevremizdeki Alevi-Sünni imansızları temizlemektir.”
Bu sözler, katliamın gerçek amacını özetlemektedir. CHP Hükümetini devirmek ve onu destekleyen Alevi veya Sünni olarak niteledikleri solcuları katletmek. Olayın gelişimi ve ortaya çıkan bütün deliller bunu kanıtlamıştır.
Nitekim, Kahramanmaraş katliamı davası kararına bakıldığı zaman görülecektir; yargılamayı yapan Sıkıyönetim Mahkemesi de katliamı, doğru olarak; “Hükümete karşı silahlı isyan” ve “Türkiye ahalisini birbiri aleyhine kıtal’e teşvik ve bu teşvik neticesinde kital’in meydana gelmesi” olarak nitelemiştir.
Av. Nusret SENEM, Av. Ali KALAN, Av. Emcet OLCAYTU ve Av. Barış YİĞİT’ten oluşan büromuz, davanın başından itibaren, olayın nitelemesini doğru yapmıştır. Bu uğurda yürüttüğümüz mücadele, Mahkeme ve Askeri Yargıtay kararında da önemli bir etken olmuştur.
Artık tarih olan bu olayın doğru olarak anımsamasına katkısı olur düşüncesiyle, sorunuza cevabımı biraz uzun tutmayı tercih ettim.
Soru: Katliamı, faşist-şeriatçı örgütler, tek başına mı gerçekleştirdi? Yoksa perde arkasında gizli örgütler var mıydı? Eğer varsa, bunlar hangi örgütlerdir?
- Olaylar sonucu, sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında, devletin güvenlik görevlilerinin raporlarında, basının olaylara ilişkin haber ve fotoğraflarında, iddianame ve yargılamayı yapan Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında, katliamı planlayıp uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ve MİSK gibi yasal olarak kurulmuş parti ve örgütler ile ETKO, Kontr-Gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçmektedir.
O günlerde, şeriatçı kuvvetlerin bu olaya katılması, Alevi düşmanlığı ve tahriklerin etkisi oranında mevzi, örgütsüz ve düzensizdir. Anımsanacağı gibi, bunların en önemli temsilcileri, Yörükselim Mahallesindeki katliamda 7-8 kişinin hunharca öldürülmesinden sorumlu tutulup idam cezası Askeri Yargıtay’ca da onanan Mahmut DOĞAN (Sakallı Hoca)’dır.
Yapılan yargılamalar neticesinde MHP ve diğer ülkücü kuruluşlar hakkında suç duyuruları reddedildi. Sıkıyönetim Mahkemesi ortaya çıkan kanıtları görmezden geldi. Yeterli kanıt bulunmadığını ileri sürdü. Mahkeme, sanıkların olay tarihlerinde MHP’ye kayıtlı olduğu konusunda araştırma yapılması taleplerini reddettiği halde, “(Sanıkların) üye olduklarına dair dava dosyasında herhangi bir bilgi bulunmadığından; müdahil vekillerinin adı geçen parti hakkında C. Başsavcılığına başvurması konusunda istemlerinin reddine” karar verdi.
1980 Ağustos ayında Ecevit Hükümeti’nin istifa edip, MHP’nin dıştan desteklediği Demirel başkanlığında sağcı hükümetin kurulması ile değişen siyasi ortam, sözünü ettiğimiz diğer kuruluşlar ve ETKO ile Kontr-Gerilla sorumluları hakkında bir adım atılmasına olanak tanımamıştır. 12 Eylül ile birlikte de olayın failleri, koruma zırhına kavuşmuşlar, idam cezası onananlar ise, o dönemde solcu idam hükümlülerine uygulanan yoğun infazlara rağmen, idam edilmekten kurtulmuşlardır.
Soru: Katliam 5-6 gün boyunca sürdü. Uzun sayılabilecek bu süre içinde güvenlik güçleri katliamı niçin önleyemedi? Bu, faşistlerin üstünlüğünden mi, güvenlik güçlerinin taraf tutmasından mı kaynaklandı?
- Katliam, 19. 12. 1978 günü Çiçek Sinemasına bomba atılması, 21. 12. 1978 günü iki devrimci öğretmenin öldürülmesi ve 22. 12. 1978 günü cenaze kortejine toplu katliam yapılması amacıyla saldırılması ile, 23. 12. 1978 tarihinde tek tek saldırılar şeklinde sürerken, bu tarihten itibaren şehir çapında, silahlı isyan hareketine dönüşmüştür. Çevre ilçe ve köylerde yapılan propagandalar sonucu, sokağa çıkma yasağı ilan edildiği halde, binlerce insan Kahramanmaraş’a yığılmış ve Maraş’ın bütün mahallelerinde planlı, askeri düzen içinde, aralarında parola ile irtibat kurulduğu bilinen taarruzlar yapılmıştır. Önceden işaretlenen evlere ve mahallelere saldırılmıştır.
Bu saldırıların önlenememesi ihtimalini düşünmüyorum. Hükümeti devirmek isteyen, İçişleri Bakanı’nın kellesini isteyen ve katliamı yapan güçler, devlet güvenlik kuvvetleri içine de yuvalanmış, ABD’nin kontrol ettiği ve kullandığı güçlerdir. Yasadışıdırlar. Nitekim, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, bu güçlerin, darbe ortamı yaratılması için, olayları planladıkları ve katliamın boyutlarının büyük olması için çalıştıkları anlaşılmıştır. Ancak, güvenlik kuvvetlerinin esas gövdesi, yukarıda da açıkladığım gibi, yasadışı organizasyonlarla ilişkide olmamıştır. Hatta isyan eden saldırgan güçlerin hedefi olmuşlardır. Katliamı, bu yasal askeri kuvvetler bertaraf etmiştir.
Soru: Katliamdan önce gerçekleşen bazı saldırı ve cinayetler, Maraş’ta bir katliam olacağının belirtileriydi. Maraş Valiliği, Emniyeti, İstihbaratı neden önceden önlem almadı?
- 15 Nisan 1978’de ortaya çıkarılan ETKO örgütü, birçok provokasyon aleti ile - üzerinde, hangi MHP’linin ev ve işyerine atılacağı yazılı bombalarla- yakalandılar. Bu örgüt militanları, Adana Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde, bizlerin de müdahil vekilleri olarak katıldığımız davalarda ağır cezalar aldılar. Şahin BORU, Muhittin İLHAN, Ahmet BAĞCI adlı sanıklar hatırlanabilir.
Bu kişilerin yakalanması, katliamın ve silahlanma faaliyetlerinin sekiz ay kadar ertelenmesine neden olmuştur. Olayların öncesinde Maraş polisinin etkin çabası, bütün sağ partilerin yoğun saldırılarıyla karşılaştı. Ecevit hükümeti ise, dirayetli bir tutum izlemek yerine, ülkücü saldırganları yatıştırmaya çalıştı. Yaptıkları yalan propagandadan yılgınlığa kapıldı. Aleni olarak yapılan katliam hazırlıklarını dahi görmezden geldi. Olay olmasın diye adeta dua eder duruma düştü. Bu sebeplerle, olayların önceden bilinmediği, hazırlıkların tespit edilemediği görüşü gerçeklerle bağdaşmıyor. ETKO soruşturması, Yüzbaşı M. Ali ÇEVİKER ile Ökkeş ÇOKUÇKUN’un, Kahramanmaraş’ta silahlanma faaliyetinde bulunduklarına ilişkin bilgiler ve daha onlarca olgu, emniyet güçleri tarafından bilinmektedir. Ancak, siyasi iradenin zaaf içinde oluşu nedeniyle, katliam bağıra bağıra gelmiştir.
Soru: Katliamda yaşamını yitirenlerin ve yaralananların öyküleri acıklıdır. Bunlar içinde sizi en çok etkileyen olay hangisidir?
- O tarihte, insanların kanını donduran vahşet örnekleri vardır. Maraş’ta yaşananlar, tarih kitaplarında okuduğumuz bu tip olayların çağımızda da, irtica ve faşist ideolojiden etkilenen kişiler tarafından, olanca acımasızlığı ile yaşatıldığını gösteren ve asla son olmayan örneklerden birisidir.
Musa SUNA’nın gelini Esma SUNA, karnında 8 aylık çocukla kurşuna dizilmiştir. Doktorlar, anne karnındaki 8 aylık çocuğun da kurşunlanmış olarak çıkarıldığını otopsi raporunda belirtmişlerdir!
Bir gözü kör olan, 90’lık Cennet ÇİMEN’in diğer gözü tornavida ile oyulmuştur. Sonra vurularak öldürülmüş ve ayaklarına araba tekerleği geçirilerek, başının üzerine tuvalet çukuruna dikilmiştir!
Kurşunlanarak öldürülen 11 yaşındaki Ali TRAŞ’ın, kol ve bacakları kesilerek, kazana konup yakılmıştır!
İbrahim BİLMEZ’in iki gözü ama oğlu ve akıl hastası Ali BİLMEZ kurşunlanarak öldürülmüştür!
Sanık Faruk DOĞRUBAKAN ve Haydar TUT, mağdur Kemal YILDIZ’ı bir tepeye çıkarmışlar ve işin zevkine varmak, iyi nişancı olduklarını göstermek için, arkasından ateş etmişlerdir!
Müfettiş Süleyman METİN’i öldürenler, karısı ve çocuklarının, cesedinin üzerine atılıp ağlamalarını alkış tutarak, kahkahalar atarak alaya almışlardır!
Bu olayların, din adına yapıldığı iddialarını doğru bulmuyorum. Bu davranışları savunan bir ahlak ve din olacağına inanmam mümkün değildir. Bu vahşetin sergilenmesinin ancak kontr-gerilla teorisinde yeri vardır. ABD’li kontr-gerilla uzmanlarının yayınlanmış kitaplarında, halka yapılacak vahşetin derecesinin büyüklüğü, halkı gerilladan uzaklaştıracak önemli bir kontr-gerilla taktiği olarak övülür.
Soru: Katliamla ilgili ilginç anınız var mı?
- 1979 Haziran ayında başlayan duruşmalar, 8 Ağustos 1980 günü kararla neticelendi. Duruşmalar sırasında, asla unutamayacağımız olaylar yaşadık. Haftanın beş günü sürekli devam eden duruşmalar boyunca, duruşma salonunda ve dışarıda, 45 gün süren, Kahramanmaraş mahalle ve ilçelerinde yaptığımız keşifler sırasında asla belleğimizden silinmeyen anılar var. Bir gün bunları yazma fırsatı bulacağımızı umarım. Burada acı bir iki anıya yer vermekle yetinelim. Adana’da herkesin, efendiliği ve bilgisi ile üzerinde saygı uyandırmış olan Av. Halil Sıtkı GÜLLÜOĞLU öldürüldü. Adana Kapalı Spor Salonunda süren duruşmalar sırasında, sanıklar tarafından linç edilmekten son anda kendi çabası ile kurtulmayı başaran Halil abi, evinin önünde, arabasına bindiği sırada, ülkücü saldırganların kurşunlarına hedef olarak yaşama veda etti. Onu asla unutamam.
Av. Barış YİĞİT, Av. Ali KALAN, Av. Nusret SENEM, Av. Emcet OLCAYTU, duruşma salonunda sayısız kez saldırıya uğradıktan sonra mahkeme, kapalı salonun müdahil kürsüsünün hemen yanında bir merdiven kurdurdu. Spor salonunun tribünlerine çıkarak saldırıları defetmiş sayıldık. Bir kara mizah örneği olarak anımsarız.
Biz, bu dava ile bir hukuk cephesi açarak mücadele ettik. Ancak çok üzülerek söylemek gerekirse, solun 49 parçaya bölünmüş diğer kesimleri ve bazı sol çevreler, bu kavgayı sürekli küçümsediler. Bizleri, sıkıyönetim ve katliamcıların adaletine alet olmakla eleştirdiler. Hukuk cephesindeki mücadelenin önemsenmemesi yanlıştı. Onların dediklerine biz de katılsaydık, katliamın gerçekleri ortaya çıkarılamazdı. Bu mücadele, aslında tehlikeli ve zor işti. Ölüm göze alınarak sonuna kadar gidilmişti. Av. Ahmet ALBAY, Av. Ceyhun CAN, Av. Halil GÜLLÜOĞLU bu davadaki rolleri nedeniyle, o günlerde katledildiler. Onları
minnetle anıyorum. Mağdurlar, ölenlerin yakınları, son dakikaya kadar bizleri desteklediler. Onlarla, adeta tek yürek gibiydik. Olağanüstü zor ve tehlikeli günleri omuz omuza yaşadık ve başardık.
Örsan Öymen’in kaleminden katliam
Milliyet Gazetesinin köşe yazarı Örsan ÖYMEN, Maraş katliamını değerlendirdiği yazısında, katliamı gerçekleştiren faşist örgütlerin hangi siyasi iktidarlar döneminde kurulduğuna ve korunduğuna işaret ederek şöyle diyor:
“Günümüzdeki çatışmaların dinci-laik çizgi yerine, mezhepler ekseninde oluşmasında... Bunun altında yatan da, gerek büyük sermayenin, gerekse işçi sınıfının giderek laik nitelik kazanması, böylece mezhep çatışmalarında odak noktasının, sermaye ve işçi sınıfının göreli olarak güçsüz olduğu bölgelere ve küçük kentlere kaydırılması; varılmak istenen amaç ise, kesinleşmiş sınıfsal farkları, mezhep ekseni üzerinde belirsizleştirmek ve tarihin zorunlu olarak sileceği sağ görüşleri bir süre daha kızgın çatışmanın sıcak ortamında canlı tutabilmek...
Gafletten, dalaletten ve hıyanetten söz eden, ardan ve horlayandan dem vuran, haykırışlara da bir soru işareti koymak gerekir. Ve bu işaretin ardından bazı sorular sormak gerekir.
Acaba Alevilik-Sünnilik kışkırtmaları, mezhep düşmanlıkları hangi dönemde, hangi cepheleşme iktidarında Türkiye gündemine girmiştir?
- Hangi eğitim sistemi uygulamasında ders kitaplarına sokulmuştur?
- Bu kitaplar hangi dönemde yargılanıp bağımsız yargı organları önünde kışkırtıcılığa, mahkum edilmiştir.
- Ve Türkiye’de faşist odaklarının, birer silah deposu haline gelişi, güvenlik kuvvetlerine yardımcı sokak güçlerinin, vurucu cinayet şebekelerinin palazlanışı, devletin içine tırmanışı, kimlerin yönetimine yaramıştır?
* Komando kamplarındaki gencecik beyinler, kimler tarafından yıkanmıştır? Aferin oğlum komünisti vur!* Bu kamplarda ellerine silah tutuşturulanlara adam öldürme talimleri, kimler tarafından, kimlerin yönetimi sırasında uygulanabilmiştir? * Bu uygulamayı devlet arşivine raporlar halinde sunan ve ilgilileri uyaranlara karşı, kimler ne yapmıştır? * Kahramanmaraş kıyımını, salt siyasal amaçlar için ‘küfür malzemesi’ yapmadan önce takkeyi önüne koyup biraz düşünmek gerekir.” 55 Örsan ÖYMEN’in, mantık süzgecinden geçirerek sıraladığı soruların yanıtları bulunsaydı; cinayetlerin, katliamların gerçek sorumluları ortaya çıkacaktı. Dönemin Ecevit hükümeti, katliamdan önce gerekli önlemleri almadığı, sonra ise, suçluların üzerine gitme cesareti gösteremediği için, cinayet ve katliamların sorumluluğunu sırtında taşımaktadır. b) Siyasi Parti ve Liderler Süleyman DEMİREL AP Genel Başkanı Süleyman DEMİREL’in, Kahramanmaraş katliamıyla ilgili olarak yaptığı açıklama: “... Kahramanmaraş’ta meydana gelen olaylar, bir olaylar zincirinin parçası sayılmalıdır. Kars’ta, Erzincan’da, Sivas’ta, Elazığ’da, Malatya’da, Gaziantep’te, Urfa’da meydana gelen olaylar zincirine, Kahramanmaraş olayları eklenmiştir... Şimdi meselenin başka bir cihetine bakalım. Burada yaralananların tümü kurşunla yaralanmış ve kurşunla ölmüştür. Demek silah kullanılıyor. Bu silahlar burada depo haline gelinceye kadar hükümet neredesiniz? Kime neyi izah edeceksiniz? Bunlardan haberiniz olmadı mı? Haberiniz olduysa niye toplamadınız? Sivas’ta aynı hadise olmuştu. Sivas’ta Alibaba Mahallesi silah deposu haline gelmiş, hükümetin bundan haberi olmuş, burayı aramak cesaretini gösterememiştir, aramamıştır. Elazığ’da ve Malatya’da benzeri olaylar olmuştur. Solculuk Halk Partisinin himayesine girdikten sonra Türkiye bu duruma geldi. Bunun aksini söyleyecek kimse yoktur.” Alpaslan TÜRKEŞ MHP Genel Başkanı Alpaslan TÜRKEŞ’in açıklaması: “MHP’yi suçlamaya kalkışmakla son derece gülünç olmaktadır. Emrine aldığı ve yalan yayan istasyonu haline getirdiği TRT de kendilerini kurtaramayacaktır. Ecevit’i huzurunuzda bir defa daha uyarıyoruz. Derhal işkenceleri durdurunuz. İşkencecileri derhal adalete teslim ediniz. Anayasa’ya ve kanunlara bağlı kalınız. Kin ve düşmanlık saçan uygulamalardan ve konuşmalardan derhal vazgeçiniz. Adaleti ve tarafsızlığı her şeyin üzerinde tutunuz. Aksi takdirde ülkeye huzur değil kavga, barış değil savaş getirmeye devam edeceksiniz. Bu tutumunuzda ısrar ederseniz, tarihe kanlı bir iktidarın başı olarak geçeceksiniz.”56 Bülent ECEVİT CHP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent ECEVİT’in, Kahramanmaraş katliamıyla ilgili olarak yaptığı açıklamalar ilginçtir: “Son zamanlarda sürekli olarak ve giderek artan ölçüde maalesef halkımız kışkırtılmaya kalkıldı. Bir yanda ‘Bu kış ülkeye komünizm geliyor’ haberleri yayılıp, iddialar yapılır, bir yanda da buna karşı Endonezya tipi soykırımının ve ayaklanın açıktan açığa kışkırtılır. Son günlerde de toplumun bütün kesimleri açıktan direnişe ve ayaklanmaya kışkırtıldı. İşte tüm bu kışkırtmaların ve tertiplerin acı sonuçları Kahramanmaraş’ımızda maalesef görülüyor... Öyle anlaşılıyor ki, şimdi halkı olayların içine çekebilmek için, bir devlet gücüyle halkı karşı karşıya getirebilmek için mezhep ayrılıklarının belirgin olduğu yurt köşelerinde kışkırtmalarını ve tertiplerini yoğunlaştırmış bulunuyorlar... “Kendi milletine kıyanlar milliyetçi değildir, olamazlar da. Cinayetleri işleyenler kadar bunları yetiştirenler ve kışkırtanlar da sorumludurlar. Bazı gençler kamplarda soykırımı ve katliamı için yetiştirilmiştir. “Bunlar devlet dışında bir devlet gücü oluşturmaya başlamışlardır.” 57 Bülent ECEVİT, tanımını koymuş ama üstlerine gidememiştir. Saldırı ve katliamlarla ilgili istihbaratı alamamıştır. Faşist örgütlerin devlet bürokrasisinin, istihbaratının, güvenlik güçlerinin içindeki örgütlenmesinin üstüne gidememiştir. Doğruları söylemiş olabilir, ama kendisi hükümettir, ortaya çıkaracak güç de hükümettir. Türkiye İşçi Köylü Partisi “Dün halka yapılan saldırının başını ÜGD Başkanı Mehmet LEBLEBİCİ çekmiştir. MHP ileri gelenlerinden fabrikatör Hasan BALCI ise iki öğretmen arkadaşımızın öldürülmesinden beri çevre illerden saldırgan toplayandır. Dünkü kanlı olayların uygulamasında önemli rol oynamıştır. Faşist saldırganlar, mezhep düşmanlığı propagandasıyla birkaç günden beri cenazeye karşı kışkırtmalarda bulunmuşlardır. Vali ve Emniyet Müdürü, defalarca uyarılmasına rağmen başlangıçta az olan saldırganları dağıtmamış, onların güç toplamasına izin vermiştir...” 58 Türkiye İşçi Partisi TİP Genel Başkanı Bahice BORAN’ın açıklaması: “Faşist terör istediği yerde istediği gibi kol gezmektedir. Hükümet terör yuvalarının ve arkasındaki güçlerin üzerine cesaretle gitmeli ve sonuç almayı başarmalıdır. Hükümet güvenlik kuvvetlerini kesin olarak kendi emri altına almayı ve</code></pre></li>
istihbarat örgütünü kendi emri ve kontrolü altına almayı başarmalıdır.”
MSP
MSP Genel Başkan Yardımcısı Recai KUTAN: “Maraş’taki kanlı olaylara partimiz katılmadı. ‘Müslüman Türkiye’ bizim sloganımız değildir. Olaylara katılmadığımız için bazı çevreler bize kızıyorlar.” 59
c) Katliam basında
Milliyet (25. 11. 1978)
“Ölenlerin sayısının 76’yı, yaralı sayısının 1000’i aştığı bildiriliyor. Sokağa çıkma yasağına rağmen 10.00 sıralarında sayıları bini bulan bir grup, Kıbrıs Meydanında toplandıktan sonra vilayet binasına doğru yürüyüşe geçmişlerdir. Ellerinde sopalar ve taşlar bulunan, tekbir getirerek ve ‘Müslüman Türkiye, Komünistlere ölüm’ diye slogan atarak yürüyen grubu durdurmak için askeri birlikler havaya ateş açmışlardır. Sağ şiddet eylemcileri (Saat 11.30) şehrin doğu ve batı mahallelerine doğru sızmışlar ve burada bazı evleri ateşe vermişlerdir. Yangını söndürmek için gelen itfaiyeye de ateş açmışlardır.
“Komando taburu tarafından yapılan aramada Yusuflar Mahallesinde bir dere içinde 5’i polis olmak üzere 16 ceset bulunduğu, komando çavuşu, cesetlerin bulunduğu derede başka ölülerin olduğunu belirterek sayının 100’e yakın olduğunu söyledi.”
Hürriyet (26. 12. 1978)
“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör... Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesine giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.
“Mağaralı Mahallesinde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.
“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsünün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü.”
Cumhuriyet (24. 12. 1978)
“CHP’li ve Alevi yurttaşların ev ve işyerleri ateşe verildi. Alevilerin yoğun olduğu Yörükselim, Yeni Mahalle semtlerinde kurşun yağmuruna tutulan bazı evlerde Alevi yurttaşların satırla hunharca öldürüldükleri, Hastane çevresini de kontrol altına alarak getirilen yaralılara ateş ettikleri, bazılarını kurşuna dizdiklerini öğrenildi.
“Gazipaşa semtinde askerlere sığınan iki kişi eylemciler tarafından geri alınarak bunlardan biri silahla öldürüldü, biri ağır yaralanarak sokakta bırakıldı.
“Saldırganlar, sağlık ocağında görevli iki yaralıyı zorla dışarı çıkararak kurşuna dizmişlerdir.
“Saldırganlar, Devlet Hastanesinin çevresini çevirerek hastaneye getirilen yaralılara silahla ateş etmişlerdir. Yaralıları taşıyan ambulans şoförü de silahla öldürülmüştür.
“Alevilerin yoğun olduğu Yörükselim, Yeni Mahalle ve Karamaraş Mahalleleri saldırının yoğunlaştığı, katliamların arttığı mahallelerdir. Uzun menzilli silahlarla taranmışlardır. Evler ateşe verilmiştir. Girdikleri evlerde yurttaşları satırla hunharca katletmişlerdir.”
Cumhuriyet (25. 12. 1978)
“24. 12. 1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler, bin kişilik bir grup vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.I. piyade tüfeklerinin bulunduğu, vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.
“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.
“YSE Bölge Müdürlüğünün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesinde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.
“Yapılan saldırılarda gittikleri evlerde kadın-çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerin ateşe verildiği bildirilmiştir.”
Tercüman ( 25.12. 1978)
“Esma Suna adlı hamile bir kadın yaralı olarak hastaneye getirilmiş. Sezaryen ameliyatıyla bebek alınmış ise de, ancak hem anne hem de bebek ölmüştür.
“ 24.12. 1978 günü saat 10.00 sıralarında bir patlama ve silahlı bin kişilik bir grubun hükümet konağına yürümesiyle yeniden yoğunlaşmıştır. Evlerden de askerlerin üstüne ateş açılmıştır. Bu saldırıyı vilayette İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı da izlemiştir.
“Emniyet kuvvetlerinin giremediği mahallelerde patlama ve silah sesleri yoğunlaşmıştır. Bu arada çocukların, kadınların, yaşlıların üzerine gaz, benzin dökülerek yakıldıkları haberi vilayet binasına ulaşmıştır.
“Milli Eğitim müdürü Kasım KOÇ, olaylar başlayınca sığınmak amacı ile Çokyaşar Köyü’ne gitmiş: ‘Orada durumun daha feci olduğunu gördüm. 4 kişiyi gözlerimin önünde silahla tarayarak öldürdüler, ölü sayısı en azından 15’dir.’”
Aydınlık (16. 01. 1979)
“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut KUŞAT’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. Telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet YILDIZ’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi. ‘Elimize geçen komünist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret KUŞAT, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Alo sizin orada durum nasıl?’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.
“Hemen vilayeti aradım. Çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsüne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut KUŞAT girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin DİKER’le görüştü. ‘Ağabey komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk.”
- Bilanço ve Sonrası…
Kahramanmaraş katliamından sonra her zaman olduğu gibi soruşturmalar yapıldı, davalar açıldı.
25 Aralık gecesi saldırılar sona erdi. Sıra katliamın bilançosunun çıkarılmasına gelmiştir. Saptanan ölü sayısı 111’dir. Yüzlerce kişi yaralıdır. 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştır. Saldırılar durmuş ama halkın korkusu durmamıştır. CHP Milletvekili Oğuz SÖĞÜT, “Yaşananların bir soykırım olduğunu ve Alevi nüfusun yüzde 80’inin kenti terk ettiğini” söylüyordu.
Kahramanmaraş katliamı olmuş bitmiş, Ecevit hükümeti 26 Aralık’ta toplanan Bakanlar Kurulu’nda çareyi 13 ilde sıkıyönetim ilan etmekte bulmuştu. “Sağa da, sola da karşıyız” diyerek iktidar olmaya çalışan Ecevit, katliamı, “Kahramanmaraş toplumsal olayları” olarak anıyordu. Günaydın gazetesinin 28 Aralık’taki manşeti durumu açıklıyordu: “Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demire’i sevindirdi” ve “Ecevit sıkıntıdan sigarayı günde iki pakete çıkardı”.
Sıkıyönetim isteyenler başarmışlardı. Demirel’den Türkeş’e kadar herkes sevinç içindeydi. (Ne ki sevinçleri kursaklarında kalacaktı...) Hatta katliamı “Komünist ve Maocu yasadışı silahlı gerillaların katliamı” olarak nitelendiren Alpaslan TÜRKEŞ, sıkıyönetimin sadece 13 il ile sınırlı tutulmasını yetersiz buluyordu.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan ÖZAYDINLI’nın hazırlattığı rapora göre, katliam planlayıcıları dışarıdan gelmişti: “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan araştırmada, kent dışından gelen 26 tane seyyar piyango bayii bulunduğu tespit edilmiştir.
“Kahramanmaraş ilinde yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.” (İfadelerinin inceliğine bakın, gerçek gözüne girmiş, o hâlâ ‘çabalama kaptan, ben gidemem’ diyor...) Kısacası, piyango bu kez Kahramanmaraş’a çıkar!
Bu piyangocuların bir başka versiyonuna 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta rastlıyoruz. Yine dışardan gelmişler, otel defterlerinin meslek hanesini, “hicret koşucusu” olarak doldurmuşlardı!
Kahramanmaraş’a piyango satmaya gidenler arasında adlarını artık ezberlediğimiz isimler de var. Ellbet piyangocu olarak değil, katliam sanıkları olarak: Ünal AĞAOĞLU ve Haluk KIRCI... İşveren ise bu davada yargılanan Ökkeş KENGER. Tanıl BORA ve Kemal CAN’ın Devlet, Ocak, Dergah isimli kitabında söz ettikleri gibi, “Ülkücü hareket 12 Eylül sonrasında söz konusu tarihsel sorumluluğu ve onun bilgisini ‘silmek’ için iki etkiye bel bağlayabilirdi: Bir, MHP’nin, ülkücü hareketin Maraş’a ilişkin sorumluluk taşıdığı bilgisinin yayılması. İki, Maraş’ın unutulması. Maraş olaylarının bilgisi ’12 Eylül öncesi terör olayları’ genelliği içinde kaybolmuş veya ‘vasatlanmış’ durumda olması. Bu acı ama gerçek durumda, Türkiye toplumunun kolektif siyasal belleğinin ezeli zayıflığının payı var. Bu zayıflıkta 'devlet politikalarının' özellikle askeri darbe sonrası rejimlerin, söz konusu ortak belleği deforme eden, travmaya uğratan süreçleri belirleyici...”
Evet, yıllar boyunca silmeye çalıştılar katliamın, katliamların izlerini... O silicilerden biri de Turgut TÜRKEŞ’ti. Akşam gazetesinde 20 Ekim 1994 tarihinde “Buradan Bakınca” isimli köşesinde (Ne kadar anlamlı bir isim seçmiş köşesine!) şu sıkıntısını dile getiriyordu: “Zülfü LİVANELİ Alevilerle ilgili yaptığı ve ATV’de yayınlanan programda (O zaman, prim yapıyordu bu tür programlar. Şimdi başka...) benim sayabildiğim kadarıyla üç defa Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarının ismini zikrederek, zihinlerde yer yapması için veya bilmeyenlerin sorup öğrenmeleri için dikkat çekti.” Ne diyelim, yarası olan gocunur...
Kahramanmaraş katliamının ardından, bütün demokratik kitle örgütleri ve gençlik günlerce katliamı lanetlemiş ve yine bu yüzden cezalandırılmışlardı. Ancak biz yaşadıklarımızı unutmadan, unutturmadan yaşıyoruz. Kim nereden bakarsa baksın, unutturamaz...
Unutturamaz, nasıl unutalım ki...?
Sevgili Emil Galip SANDALCI’nın 26 Aralık 1979 tarihinde Demokrat gazetesinde “Zamandır” başlıklı yazısında dediği gibi: “Kuşkusuz içinde yaşadığımız şu kokuşmuş, kanlı, haksız ve eşitsiz rezil ortamda faşizme, emperyalizme, şovenizme vb. karşı olacağımızı açıklamak doğaldır. Eğer asfalt yol üzerine kapaklanmış cesedi gazete kağıtları ile örtülü profesör dostumuzun (Orhan TÜTENGİL) öpülesi ak saçlı cansız başını TV ekranlarında seyrederseniz ve de cenazesinde -katili imişcesine- dipçiklenirseniz, ya da eşinizin, oğlunuzun, kardeşinizin, babanızın kanlı et parçalarını duvarlardan kazırsanız, gözü gitmiş, kolu bacağı kopmuş, delik deşik edilmiş, felç olmuş, tabanları patlatılmış, elektrikle delirtilmiş, ardına cop sokulmuş insanları tanır, bilirseniz... Elbette faşizmin yanında değilsiniz. Eğer insansanız, Hitlerleri, Himlerleri kıskandıracak Kahramanmaraş kıyımının yapıldığı bu ülkede şovenizm karşısına dikileceksiniz...” (Aktaran Feza KÜRKÇÜOĞLU, V - Özgürlük Dergisi, Sayı 16, 15 Aralık 1998)
Katliamın bilançosu
· Ölü sayısı 111
· Yaralı sayısı 1000’in üstünde
· Tahrip edilerek yakılan ev 552
· Tahrip edilerek yakılan işyeri 289
· Yakılan oto 8
23-25 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta yaşamını yitirenler
· Abidin UZUNPINAR Sol
· Ali UZUNPINAR Sol
· Hasan UZUNPINAR Sol
· Mehmet ÜNVER Sol
· Döndü ÜNVER (Ev Hanımı) Sol
· Zühre ÜNVER (Ev Hanımı) Sol
· İbrahim ÜNVER Sol
· Malik ÜNVER Sol
· Fidan SUNA (Ev Hanımı) Sol
· Ali SUNA Sol
· Esma SUNA (Ev Hanımı) Sol
· Mehmet SUNA Sol
· Yılmaz BAZ Sol
· Kezban USTA (Ev Hanımı) Sol
· İbrahim USTA Sol
· Yusuf LEVENDİZ Sol
· Ali AKINCI Sol
· İsmail NERGİS Sol
· Hasan AKIRMAK Sol
· Ali YILMAZ Sol
· Hatice YILMAZ (Ev Hanımı) Sol
· Hüseyin YILMAZ Sol
· İmam ERGÖNÜL Sol
· Hüseyin ERGÖNÜL Sol
· Güllü ERGÖNÜL (Ev Hanımı) Sol
· Süleyman METİN Sol
· Ali TRAŞ Sol
· Zeynep AYDOĞAN (Ev Hanımı) Sol
· Ali ÜN Sol
· Kamil ÜN Sol
· Zekeriya ÜN Sol
· Gülşen ÜN (Ev Hanımı) Sol
· Elif BALTA (Ev Hanımı) Sol
· Kemal ÖZDEMİR Sol
· Cennet ÖZDEMİR (Ev Hanımı) Sol
· Ali DOĞAN Sol
· Mehmet DUMAN Sol
· Yusuf LAKAP Sol
· Hasan YÜZÜK Sol
· Kalender TOKLU Sol
· Hüseyin TOKLU Sol
· Zeynep NERGİZ (Ev Hanımı) Sol
· Aziz TÜZÜN Sol
· Hasan ILDIRCAN Sol
· Mustafa ACINIKLI Sol
· Veli YILDIZ Sol
· Ahmet YILDIZ Sol
· Şıbo BEKAN Sol
· Mahmut ÜNAL Sol
· Sebahat İŞBİLİR (Ev Hanımı) Sol
· Hacı Veli İŞBİLİR Sol
· Ali Rıza İŞBİLİR Sol
· Mehmet İŞBİLİR Sol
· Mehmet SAĞLAM Sol
· Ali SAĞLAM Sol
· M. Ali BALTA Sol
· Hasan KÜÇÜKKAYA Sol
· Hatice GÖRÜR (Ev Hanımı) Sol
· Hasan ÖZTAŞ Sol
· Hüseyin CEREN Sol
· Ali BİLMEZ Sol
· Hasan BİLMEZ Sol
· İbrahim BİLMEZ Sol
· Fatma BİLMEZ (Ev Hanımı) Sol
· Hacı Bektaş BOZKURT Sol
· Hasan NERGİZ Sol
· Ali ASLAN Sol
· Veysel KALKANDELEN Sol
· Şah İsmail KALAYCI Sol
· Derviş ZÜLKÜFLÜ Sol
· Musa FUNDA Sol
· Abbas KARAKIZ Sol
· Bayram BİL Sol
· Musa ALTUN Sol
· Mehmet TORUN Sol
· Memili BAKICI Sol
· Hamza YILMAZ Sağ
· Ercan KÖŞE Sol
· Nazım TOSUN Sol
· Mehdi KÖKLÜ Sağ
· Osman ANDIZ Sağ
· Evliya ERMİŞ Sağ
· Ökkeş DALKIRAN Sağ
· Mehmet KAHVECİ Sağ
· Mehmet MENGÜCEK Sağ
· Hacı BIYIKLI Sağ
· Bünyamin VAROL Sağ
· Abdullah KANDEMİR Sağ
· Adem ARMUT Sağ
· İsmail TERCAN Sağ
· Abdullah POLAT Sağ
· Mehmet ERGÜNDÜZ Sağ
· Ökkeş İNCE Sağ
· Necati PARAMIŞ Sağ
· Zeki YILDIRIM Sağ
· Süleyman AYDOĞAN Sağ
· Cemil KARADUTLU
· 13 kişinin kimliği tespit edilememiştir. Bu nedenle adlarını yazamadık. Toplam ölü sayısı 111 kişidir.
(Kaynak : O. Tayfun MATER, 12 Eylül Öncesi-Sonrası, s. 612)
Davanın sonucu
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı I Numaralı Askeri Mahkemesinin (Esas No: 1980/82, Karar No: 1980/520 sayılı) gerekçeli kararı:
· Hakkında dava açılan sanık sayısı 804
· Ölüm cezasını alanlar 29
· Müebbet hapis cezası alanlar 7
· 15-24 yıl arası hapis cezası alanlar 7
· 10-15 yıl arası hapis cezası alanlar 29
· 5-10 yıl arası hapis cezası alanlar 259
· 1-5 yıl arası hapis cezası alanlar 26
· Beraat edenler 379
· Karar aşamasında firarda olanlar, çeşitli nedenlerle davası tefrik edilenler ve ölümle davası düşenlerin toplamı : 68
· Ölüm ve müebbet cezalarının dışındaki diğer hapis cezalarında 1/6 arasında indirim uygulanmış, cezalar daha da azalmıştır.
Mahkemenin kararı, Yargıtay’da bozuldu. Yeniden yargılama, Yargıtay süreci vb. idam cezaları uygulanamadı. Hafif cezalarla dosya kapandı.
KAYNAKLAR
1) Besim ATALAY, Maraş Tarihi, Dizerkonca Mat., İstanbul 1973, s. 72
2) A.g.e., s. 168 – 180
3) Aydınlık Gazetesi, 12. 01.1979
4) Aydınlık, 03. 01. 1979
5) Sonhavadis ve Milliyet Gazeteleri, 22. 04. 1978
6) Milliyet, 22. 04. 1978
7) Kahramanmaraş Davası Gerekçeli Kararı (Gerekçeli Karar), (1980/92, Karar: 1980 / 520),
s. 36
8) Gerekçeli Karar, s. 349
9) A.g.e., s: 360
10) Hürriyet Gazetesi, 26. 12. 1978
11) Aydınlık, 18. 01. 1979
12) Gerekçeli Karar, s. 173
13) Muzaffer İlhan ERDOST, Faşizm v e Türkiye, s. 205 – 206
14) Gerekçeli Karar, s. 186
15) A.g.e., s. 186
16) Yenigündem Dergisi, Sayı 38, 23-29 Kasım 1986
17) Gerekçeli Karar, s. 191
18) A.g.e., s. 194
19) A.g.e., s. 194
20) A.g.e., s. 196
21) A.g.e., s. 198
22) A.g.e., s. 199
23) A.g.e., s. 201
24) A.g.e., s. 202
25) Yenigündem Dergisi, Sayı 38, 23-29 Kasım 1986
26) Gerekçeli Karar, s. 204 – 205
27) A.g.e., s. 206
28) A.g.e., s. 207
29) A.g.e., s. 208
30) A.g.e., s. 210
31) A.g.e., s. 220
32) A.g.e., s. 227
33) A.g.e., s. 232
34) A.g.e., s. 244
35) A.g.e., s. 248
36) A.g.e., s. 251
37) A.g.e., s. 253
38) Aydınlık, 26. 01. 1979
39) Cumhuriyet, 26. 12. 1978
40) Hürriyet, 25. 12. 1978
41) Gerekçeli Karar, s. 274
42) A.g.e., s. 273-274
43) A.g.e., s. 272
44) Milliyet, 25.12. 1978; Cumhuriyet, 26. 12. 1978
45) Milliyet, 25. 12. 1978
46) Tercüman, 25. 12. 1978
47) Gerekçeli Karar, s. 172
48) A.g.e., s. 175
49) A.g.e., s. 181
50) Aydınlık, 31. 01. 1979
51) Yenigündem Dergisi, Sayı 38
52) Gerekçeli Karar, s. 276, 280
53) Hürriyet, 24. 12. 1978
54) Cumhuriyet , Milliyet, Hürriyet, 26. 12. 1978
55) Milliyet, 27. 12. 1978
56) Milliyet, 25. 12. 1978
57) Milliyet, 25. 12. 1978
58) Cumhuriyet, 24. 12. 1978
59) Hürriyet, 25. 12. 1978