İsmail ONARLI
I. GİRİŞ:
Hızır, Arapça isimdir..Sözlük anlamı; Adı efsanelere karışmış, ölümsüzlük şerbeti, abu-hayat içmiş kutsal bir şahsiyet’tir. Hızır’ın halk inanışlarında, ölümsüzlüğe kavuşmuş olduğuna inanılan ulu kimsedir. Arap harflerinde ‘Hı’ harfi ‘ğ’ gibi okunur. Şayet kelime ‘He’ (küçük h) ile yazılırsa hızlı giden (masum) çocuk anlamındadır. Ya da (küçük h ile) Çabuk davranan kimsedir. Ayrıca Hızır kelimesi oda, sığınak, sığınılacak yer demektir. Hızır’ın sığınılacak mekan olması, bu nedenle olsa gerek, İslam inanışına göre Hızır, ölmeden kıyamete kadar yaşayan ulu bir peygamberdir. Bu peygamber tarihin her döneminde yaşamış olan ulvi şahsiyetlerle görüşmüştür. İslam’daki Hızır söylencesi tarihi olarak çok eskilere dayanmakla beraber, Kuran-ı Kerim, Kehf Sûresi’nin ayetleri de bu söylenceyi doğrulamaktadır.
Yaptığımız yerel araştırmaya göre; Hozat-Merzifon-Bigadiç gibi ülkemiz coğrafyasının değişik yörelerinde ki Alevilerince, Şubat ayının tam ortasına denk gelecek şekilde 3 gün Hızır orucu tutularak, sonunda kurban tığlanarak cem ibadeti eda edilmektedir.
Zor durumlarda ve felaketlerde yardımcılık vasfı dolayısıyla Hızır’ın, Alevi inancında büyük bir yeri vardır. Hz. Ali ile Hızır özdeşleştirilmiştir. Erzincan havalisinde Kızılbaş Zazalar’da sabah güneşinin ilk ışıklarının aksettiği taş ve kayaların, ya Hızır! diye dualarla tazim olunduğu gözlenmiştir. İnanışa göre; Hz.Ali şehid edildiği zaman güneşe dönüşüp göklere yükselmiştir. Tunceli’de ve diğer bölgelerdeki Alevilere göre; Hızır uluhiyet kavramıyla özdeşleştirilmiştir. Altay şaman toplulukları da şaman duası ile Hızır’dan yardim istedikleri görülmüştür.
II. ORUÇ:
Aleviler, Babailer, Nusayriler, Bektaşiler, Kızılbaşlar.Tahtacılar, Abdallar, Kalenderiler gibi Heteri ve Hetorodoks İslami zümreler için, Hızır kültü çok önemlidir.
Genel olarak Hızır’da üç gün oruç tutalar. Son günü Perşembe gününe gelmek kaydıyla Şubat ayının ikinci haftası oruç tutulur. Bazı yörelerde ise; Zemheri’nin orta ayı olan ocağın 31’den sonra güçük ayında oruç tutulur, yine bazı yörelerde 14 şubat “Sevgililer günü”nüne denk gelecek şekilde ya da içine alacak biçimde, veya Şubat’ın birinci haftası perşembe günü (cuma akşamı) sahura kalkılarak ertesi ikinci hafta perşembe (cuma akşamı) iftara dek yedi gün olarak tutularak, son günü de kurbanlar tığlanarak, Hızır Cemi yapılır. Tüm yörelerde değişmeyen, Miladi Takvime göre; 13-14-15 şubat günleri tutulur ki bu durum geneli yansıtmaktadır. Diğerleri istisnai bir gelenektir.
Hızır orucu; Kehf Suresi 60, 72; Al-i İmran Suresi 41 ve Bakara Suresi 203. Ayetleri gereğince 3 gün olarak tutulmaktadır. “Oruç tutmak, sadece yemekten içmekten kesilmek değil, nefsin isteklerinden uzaklaşmaktır.” Bu nedenle, Aleviler; Hz.Adem’den Hz Muhammed’e değin tüm peygamberleri İslam kabul etmişler, Onların tebliğ ettikleri Vahy’leri farz telakki ederek yerine getirmişlerdir. Hızır Orucu’da böylesi bir ibadettir.
III. CEM :
Babamın anlattığına göre; “1949 Şubat (gücük) ayında, ‘Büyük Ocak Tekkesi’nde Hızır Cemi yapıldığı gün doğmuşum. İsmi de Pir, Mineyikli İsmail Dede’nin adını koymuşlar. Kivrem de bu dergahın tekkeşini Ocak Mustafa olmuş. 1 Mart’ta nüfusa kayıt ettirmişler…”
Genel olarak, Hızır Cemi beş ana hizmetle eda edilir. Bunlar Sercem, Kasap-Kurbancı, Sofracı-Lokmacı, Meydancı-Süpürgeci, Kapıcı-Gözcü’den ibaretir. Bazı yörelerde Hızır Cem töreni, 12 erkân ve 12 hizmetle yapılmaktadır.
Cem erkânına gelecek canlar, akşam olunca cem-evinde belli saatte yerlerini aldıktan sonra, Rehber-sofu-baba, Cem yerine gelir ve sayım yapar: Sercem-Pir Divanı’ndaki rehberlik makamına gülbenk vererek yerini alır. Cemaati uyararak cemi yürütecek olan dede veya vekili kamber’in, Sercem-Post Dedesi’nin, “Hakk-Muhammed-Ali Yolunu” yürütmek üzere geldiğini bildirerek, cemaati edep-erkâna (sofu ve bacıları nişana) davet eder. Pir (Dede), Gözcü veya Peyik eşliğinde Cem-evi’nin eşiğine üç kez “Allah-Muhammed-ya Ali !…” diyerek niyaz ettikten sonra, “Ahmed-i Muhtar Makamı”bazıları posta niyaz ettikten sonra, “Dar-ı Mansur”da durup, Rehber’den gülbenk alarak, Pir Postuna/Divanı’nda oturup Sercemlik görevi yapabilmek için, Cem erenlerinden Hak rızalığı ister. Rızalık almak için canlara dede şöyle der:
“Cem Erenleri, Canlar!
Muhammed-Ali, Hüseyn-i Kerbela ve Hünkar Hacı Bektaş’nın Mürşid-Pir divanı olan bu ulu ve yüce makamda, Seyid-i Saddet Evlad-ı Resul’un yol süreği olan bu makamda, Hak aşkına hizmet etmek maksadıyla aranızdayım. Bizler insanız, insanoğlu beşerdir. Hatası, eksiği, kusuru olur. Varsa kusurumuz, eksiğimiz Erenler, Evliyalar, Şahlarımız af eylesin. Bu yol ateşten gömlektir, Hızır aşkına, Pir aşkına, Hızır Cemi Erkânını yürütmek üzere, Hak-Muhammed-Ali aşkına görev yapmama, razı mısınız?…”
Rızalık aldıktan sonra postuna geçer. Dede, Pir Divanı’na oturarak cemin açılış gülbengini verip erkânı başlatır. Pir, Cem’in yürütülmesi esnasında o mekanda hazır bulunan tüm canların eşit olduğunu kimsenin kimseden üstünlüğünün söz konusu olmadığını, hizmetlerde her cana eşit muamele edilmesi gerektiğini anlatır. Cemaatten birbirlerinden rızalık ister.
Cem erkânı üç secdeyle ve üç ana bölümde eda edilir. Muhabetle işe başlayarak, Cem’in işlevi, yol ve erkânın gerekleri, edeb-erkân hakkında cemaate bilgi verir. Ardından zakir, bağlama eşliğinde deyiş ve düvazdeleri okur.
Çerağ (Delil) uyandırılarak hizmet bölümü başlar. Çerağ uyandırıldıktan sonra Cem’de secdeye indirilir. İbrikçi görevi yerine getirilerek, Kurban sahipleri kurban erkânı darına alınır ve lokma erkânı yürütülür. Cemin birliğini sağlamak, kişinin inandığı Tanrı ile gönül bağı kurması, hatasından, eksiğinden, yanlışlarından vazgeçip serini pir meydanında ortaya koyarak tövbe edip Hakk’ın birliğine yönelmesi, toplumun barış ve kardeşlik içerisinde, birlikte yaşamasını sağlamak maksadıyla müşkillerin hal edilip, gönül birliğiyle Cem birlenerek ibadet bölümüne geçilir.
İbadet bölümünde okunan bir düvazdeh ve üç deyişden sonra, Cem’de ikinci secdeye inilir. Bunu takiben Hızır Cemi olması itibariyle Hızır’la ilgili deyiş ve düvazdelerle, Miraçlama ve Tevhid’le devam edilir. Hz, Hüseyin ve 72 Kerbela şehidinin aşkına saka suyu erkânı yerine getirilir. Kerbela şehitleri anısına Mersiyeler-ağıtlar söylendikten sonra Cem üçüncü ve son secdeye inillir. Böylece Cem erkânı sona erer.
IV. SEMAH:
Alevilik de ibadeti, Ayn-ı Cem törenlerinde olmaktadır ki, huşu içinde eda edilen; halka namazı, tevhid zikiri, dar, ağıt gibi ritüellerdir. Alevilik de; semah çok önemli bir ibadet hizmetidir. Semah dönmek cemin belli bir bölümünde bağlama eşliğinde kadın ve erkek canların, çalınan ve söylenen deyişler eşliğinde birlikte yaptıkları döngüsel dinsel törenlerdir. Semah dönmek, cem töreni içindeki 12 hizmet ritüellerinden birisidir. Yörelere özgü semah türleri olsa bile, ortak olarak; “Kırklar, Kırat, Ali-Nur, Turnalar, Erkân” gibi semahların deyişleri söylenerek, döngüsel ibadet eda edilir. Semah dönen canlar sevginin, ilahi aşkın, en dorukta olduğu zaman ve mekan ötesi bir duygulu an yaşarlar. Semah dönenler bir kuş gibi, kendileri olmayıp, adeta bir başka alemdeymişçesine kendilerinden geçercesine büyük vecd ile şevkle, ruhsal huzur içinde ayrı bir dünyaya döne döne yolculuk ederler ki bu “Hakk ile hak olmak”tır. Semahı izleyen canları da bu döngüsellikten büyülenerek normal ibadetlerini eda ederler. Alevilerin döndükleri bu semahları asli ibadeti olan Cem ayinlerinden ayrı düşünülemez. Semah, Miraç dönüşünde Hz. Muhammed ve 40 yareninin yaptıkları “Kırklar Cemi”nden kalmadır.
Semahlarda yöresel ayrılıklar çok görülür. Bunun nedeni de Alevilerin yerleşik olmamalarından ve göçebe toplum yaşam biçiminin hareketliliğinden kaynaklamaktadır. Yöresel özelliklere göre, zaman ve mekana göre değişip dönüştüğünden, gerektiği hallerde kurallar yaşam biçimine göre yeniden düzenlenmektedir. Semahların başlangıcı (giriş), döngüsel motifleri (yeldirme-çark) ve bitiminde görülen bölgesel farklılıklar biraz da buradan kaynaklanmaktadır.
V. KURBAN-LOKMA-TÖREN VE ŞÖLEN:
Koçlar ve tekeler tığlanmadan önce özel olarak süslenir. Koçların yünlerine kına yakılır ve kınalı Koç denir. Kurbanlık koyunlarında gözlerine aşı boya ile sürme çekilir onlara da sürmeli koyun denir. Koçların boynuzlarına elmalar takılır, boynuzlara ranga-renk iplik ve kurdelelerle süslenir.Yünleri kırmızı ve yeşile yakın çividi renklere, toprak aşıboyası ile ceviz kabuğu ve yapraklarıyla, çeşitli renkli otlar ve köklerle boyanır. Boyunlarına renkli boncuklar, mavi mumlu üçgen veya meşin derili hemail ile nazar boncuğu takılır.
Bugüne özgü yemeklerde; Balör veya sırın yapılır, katmer veya bıcıklar ve çörekler hazırlanır. Tereyağlı, sade, haşaşlı, peynirli veya çökelekli, kıymalı veya kuşbaşı etli, sebzeli (ıspanak, pazı, pancar yaprağı, kenger, çeşitli ot ve kökleri gibi) olarak ayrı ayrı yapılan sac üstü, bazlama veya üç kulak denilen ve yörelere göre adı ile içi değişen yiyecekler yapılır. Külçük denilen bıcıklar üstüne de elle “kaz ayağı” şekli yapılır. Kaz ayağı kutsiyet ifade ettiği için; üzerinde bu motif bulunan pideleri yiyenlere uğur getirileceğine inanılır. Bazı yerlerde ise beş parmakla el şekli yapılır ki bu da “Pençe-i Ali-Aba”yi ya da “Fatma Ana elin”i ifade etmektedir.
Zengin olanlar ya da ortak olarak bir gün önceden kurban keserek, özel yemekler hazırlarlar ve tüm komşuları çağırırlar. Akşam ise “Hızır Cemi” olur ve toplu ibadet yapılır. Genel olarak son günü; Babuko, Bıcık, bulgur (düğür) pilavı yapılır. İçecek olarak da üzüm şırası ya da yazın yoğurttan yapılarak katılaştırılmış süzme yoğurdun yuvarlatılarak güneşte kurutulmuşundan ve “Kurut” denilen nesneden ayran yapılarak ikram edilir. Tatlı olarak da; buğday, saç’ta kavrularak soğutulduktan sonra Distar denilen taştan el değirmeninde un haline getirilir, sıcak suda hamur haline gelen ve “Kavut” denilen sade helva bir küçük tepsiye konarak ortası derinleştirilir, ortasına da şerbet ya da süzme bal konur, üzerine de, kuru kaymak yada yaş kaymak veya eritilmiş tuzsuz sade tereyağı dökülerek kaşıkla yenir.
Kesilip pişirilen kurbanlar, Ceme getirilen Hakk Lokmaları düzenli, eşit biçimde paylaştırılır. Pirin destur vermesi ile birlikte yemekler yenir: Lokmalar yenildikten sonra sofra duası verilerek, Dede canların evlerine gitmeler için şöyle der:
“Gidenin, duranın, sırrı sır edenin, kaygısız, şüphesiz, ya Hak, ya Muhammed, ya Ali deyip yastığına baş koyanın demine devranına hü diyelim hüü!…”
Canların evlerine dönmeleri için destur verildikten sonra, artık cemin son erkânıda sona ermiş olur ve cemaat dağılır.
Dördüncü günü folklor gösterileri ve çeşitli etkinlikler olur. Mengi denilen semah oynanır. Genç kız ve oğlanlar çeşitli halk oyunları oynarlar, halaylar çekerler ve karşılıklı maniler söylerler. Bütün canları kaynaştıran, sevindiren bu şenlik, toplum içinde birlik ve beraberliği sağlamanın bir biçimi ve dini vechesidir. Böylelikle, Hızır törenleri de nihayet bulur.
VI. HIZIR ORUCUN ÖZEL TATLISI:
Normal yemek ve tatlıların dışında poğmut denilen el değirmeninde çekilmiş kuru dut unundan ve 12 çeşit yiyecek ve bol badem ezmesi ilave edilerek hazırlanmş bir nevi helva türü, Hızır Orucu’nun son iftar yemeğinde ikram edilir.
Türkiye ortalamasına uygun, Hızır orucuna mahsus “Pohut Tatlısı”nın içine konan malzemelerin ve yapılış usulû; en az on iki çeşit olmak kaydıyla bu malzemelerden denkleri konabilmektedir.
Malzemeler: Yarma Buğday (gendime), iri bulgur, mısır, nohut, mercimek, kuru fasulye, arpa, bakla ayrı ayrı tavada kavrularak taştan el değirmeninde un haline gelinceye dek çekilir ve elekle elenir. Çerezlerden: Fındık, fıstık, ceviz, badem, acı-badem içleri belli oranlarda az kırılmış vaziyette un haline getirilmiş hububat harca katılır. Tatlı tür çerezlerden; kuru üzüm, incir, kuru dut, kayısı, armut kurusu, elma ve erik gâhı değirmende ezildikten sonra hazırlanmış ve ılık suda hamur haline getirilmiş harca katılır. Hepsi birden sade tereyağında hafif ateşte kavrulur. Bu kavurma esnasında içine azar azar yedirerek pekmezli su veya şekerli şıra ilave edilerek, helva kıvamına gelmesi sağlanır. Daha sonra bir tepsiye konarak yayvanlaştırılır. Orucun son gününden bir gün önce hazırlanan Pohut Tatlısı tepsiyle ambar veya kilere götürülerek tepsiyle buğday veya un çuvallarının ya da peteğinin üstüne konur. Eğer tepsinin üzerinde bir işaret varsa muhakkak Hızır uğramış ve elini değdirmiş tir ve yıl boyu bereket ve bolluğa kavuşulacaktır.
VII. HIZIR’DA BAZI İNAÇLAR-GELENEKLER-ADETLER:
1- Hızır’ın her mümin ve müslimenin evine uğradığına inanılır.
2- Hızır orucunun son günü, bir adet olarak, ülke genelinde, Alevi gençler; su içmeden yatarlar ki, suyu rüyalarında nereden içtikleri ve kısmetlerinin nerede olduğu, Hızır’ın yardımıyla anlaşılsın.
3- İran’ın Şirvan Becervan şehri civarında Hızır Makamı vardır ve buradakiler ziyaret ederler.
4- Azerbaycan’da Hızr-ı Zinde adında ki ziyaret. Evliya Çelebi’ye göre, türbede yatan evliyanın hala canlı olduğuna inanılmaktadır. Burası ziyaret edilir.
5- Türkmenistan’da Hızır makamı ziyaret edilir.
6- Bağdat’ta Makamu’l-Hadır ve bu ad ile bir cami vardır. Küfe’de Mescid-i Sala’da. Musul yakınlarında Mar Behram Manastırı civarında Deyr’l Hadr adıyla inşa edilen bir tekke vardır. Burası ziyaret edilir.
7- Suriye’de Ümmeyye Camiinin bir köşesinde Makam-ı Hızır vardır. Trablus-Şam yakınında Makam-ı Hızır vardır. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre bütün Ricalül Gayb Erenlerinin toplandığı makamdır. Burası ziyaret edilir.
8- Lübnan’da, Kudüs’te, Mısır’da, Cezayir’de, Fas’ta da birer Makam-ı Hızır vardır. Burları ziyaret edilir.
9- Afyonkarahisar’da Hazırlık Dağı. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre orası Makam-ı Hızır’dır ve ziyaret edilir.
10- Bingöl’de yine Evliya Çelebi’nin belirttiği üzere, Bingöller’den birinin adı Hızır Gölü, birinin de Ayn’ül Hayat gölüdür ve buraları ziyaret edilir.
11- Çorum Hıdırlık Mahallesi’nde, Hıdır Sultan Camii’nde, Kubbeli bir mekanda Hızır Sultan’a ait sandukaların var olduğuna inanılır.
12- Mecitözü İlçesi Elvançelebi Köyü’nde Hızır’a ait olduğuna inanılan bir tekke vardır. Menkıbeye göre, Hızır buradan geçerken atının bastığı kayada nal izi kalmıştır.
13- Denizli’de Çorum’dakine benzer bir Hızır Sultan makamı vardır. Halk burayı ziyaret etmektedir.
14- Hatay’da çok sayıda Hızır Makamı vardır. Bu makamlar, son yıllarda daha itinalı birer yapıya dönüştürülmüştür. Asi Nehri’nin, Kızıldağ, Musa Dağı ve Harbiye’den dökülen kolları arasında dört köşeli, kubbeli, beyaz badanalı, tek kapılı çok sayıda ki yapılar Hızır ziyaretgahlarıdır. Burada her yıl 14 Temmuz günü 3 gün 3 gece süren törenler yapılmaktadır. Nusayriler arsında Hızır inancı çok güçlüdür. Hatay’da, 50’nin üzerinde Hızır türbesinin olduğunun tespit edilmesi, bu hususu doğrulamaktadır. Nusayri inancında Hızır’ın kimliği konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bunun nedeni, inancın önemli ilkelerinden biri olan ‘sır saklama’ ve ‘gizlilik’ olabilir. Öyle ki, bu konuda veya Nusayrilik konusunda bilgi verenlerin çoğu isimlerinin açıklanmaması konusunda güvence isteyerek görüşlerini belirtmiştir. Bölgedeki Nusayri Şeyhlerinin, Hızır’ın kimliği konusunda sorumuza, “Hızır, çeşitli bedenlerle farklı zamanlarda yeryüzüne gelir, kimliği bilinmez soru işareti ile bırakmak daha akıllıca” diyerek bu konudaki gizliliği teyit etmiştir.
15- Genel inanca göre ; Hızır, Adem in ortaya çıkısından itibaren çeşitli bedenlerde ortaya çıkarak yaşama dönen, insanların istemlerine anında cevap veren ve insanları her yerde, her zaman koruyan, ölümsüz ilahi güçtür.
16- İstanbul Beykoz’da, Yuşa Aleyhisselam Tepesi de Musa ile Yuşa Aleyhisselam’ın Hızır ile buluştuğu yerdir.
17- Ayasofya Camii’nde de Hızır Makamı vardır.
18- İstanbul’da, Atik Valide Camii, Atik Ali Paşa Camii ve Sultan Ahmet Camii’nde de Hızır Makamları vardır.
19- Kütahya’da Kalenin yakınında ki, tepeye Hızırlık Tepesi denmektedir. Orada aynı adla tekke mevcuttur.
20- Samsun Ladik’te Hızır Ziyareti vardır.
21- Merzifon’da Hızırlık Tepesi ve eteğinde vaktiyle varolduğuna inanılan köyde Hızır Yatırı olduğuna inanılır ve ziyaret edilir.
22- Sivas, Amasya, İzmir ve Sinop’ta da Hızır mekanları ziyaret edilmektedir.
23- Anadolu Coğrafyasının hemen hemen her yerinde, Hızır adıyla anılan bir veya bir çok yer vardır ve Hızır günü nedeni ile bu mekanlar ziyaret edilmektedir. Tarihi Dersim; yukarı Fırat havzası ve Kızılırmağın son kıvrımında yer alan bölge ile 5 İl’i (Adıyaman-Malatya-Elazığ-Tunceli-Erzincan) ve 10 İl’inde (Maraş-Kayseri-Sivas-Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Bingöl-Muş-Diyarbakır-Urfa) belirli yörelerini içine alan geniş bir coğrafyadır.
Alevi tasavvufunda evrendeki her şey, Tanrı’nın bir görünümüdür. Bu nedenle de her şey birbirine bağlıdır. “Devriye Kuramı”na göre de her şey hareket halindedir. Hiçbir şey yok olmaz, Tanrı’yla bütünleşir. Pantheon olarak gözüken ve Panteizm olarak algılanan inanç sistemi: Dede Ocaklarının; zincirleme mürşit-pir-rehber ocakları ile birbirine bağlantılı olması ve tarihsel süreç içinde, insanlığın bir mirası olan tüm kült ve kültürlerin, Alevilikte birleşmesidir. “Dersim Alevi Mitolojisi”ne göre bu durum şöyledir:
“Dersim Pantheonu’nun başı ‘Hızır’dır. Ak sakallı, yaşlı ve boz-atlı olarak tanımlanan Hızır, dara (zora) düşünlerin ve çaresizlerin en büyük yardımcısıdır… Zaman zaman Hızır ile karşılaştığını ya da düşünde gördüğünü söyleyenlerin anlatımına göre; Hızır için zaman ve mekân kavramı yoktur. Dilediği an dilediği yerde olabilir. Hep ak sakallı bir ihtiyardır ama, yüzyıllardır zora düşenlerin yardımına koşmaktadır. Buna rağmen, o hep güçlü, atak ve hızlıdır…”
Dersim’de Rumi veya ay takvimine göre (eski hesaba göre); Hızır orucu tutulmaktadır. Hızır Orucu genellikle, 31 ocak sonrası şubat ayı içinde 3 gün tutulmaktadır. Bu oruç, zor günlerde Hızır’ın imdada yetişmesi için, bir tür ibadet ve Hızır a yapılan bir niyazdır. İnanışa göre ; 3 gün boyunca, özellikle gençler hiç su içmezler, “KÖMBE” ve “KAVURGA” gibi susatıcı yiyecekler yerler. Orucun son gününün aksamı, kadınlar kömbe yaparak bütün evlere Hızır adına “LOKMA” veya adak olarak dağıtırlar. Aynı gün yatmadan önce genç kız ve erkekler su içmeyerek uykuya dalarlar ve rüyalarında evlenecekleri kimsenin, kendilerine su vereceğine inanırlar. Özellikle gençlerin 3 gün boyunca tuzlu ve yağlı yiyecekler yemelerinin ve su içmemelerinin sebebi nedeni budur.Köyde gençler, evlenecekleri kişiyi çok merak ettikleri için bu orucu aksatmadan tutarlar. 3 Günlük orucun bittiği sabah; kadınlar Haşıl yaparak üzerine keş dökerler ve köyün bütün kadın ve erkeklerini davet ederler. Bu gün ya da babuko yaparak davet ederler…
Hızır’ın kimliği konusunda elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda 4 temel görüş çıkmıştır:
a.Hızır ölümsüz bir velidir.
b.Hızır aslında, peygamber görünümünde, Cebrail Aleyhüsellam’dır.
c.Hızır, ahır zaman peygamberi Hz. Muhammed’dir.
d.Hızır, Hz, Ali’dir.
VIII. HIZIR SÖYLENCESİ:
1- Hızır Söylenceleri:
Bir gün Hz. Musa’ya sorarlar: “Ya Musa, acaba dünyada senden daha akıllı var mı?” Hz. Musa düşünmeye başlar. O anda gaip aleminden kulağına bir ses gelir: “Ya Musa! yol ekmeğini al, arkadaşınla çık, iki denizin birleştiği yere varınca, senden daha akıllı kulumuzu bulursun” der. Hz. Musa bu ses üzerine yolluğunu hazırlar. Arkadaşının bohçasında ise, pişmiş balık vardır. Musa’nın arkadaşı ise Yuşa peygamber’dir. Birlikte yola koyulurlar. Uzun süren yolculuk sonrası, bir pınarın başında dinlenirler. Hz. Musa bir taşı başının altına yastık gibi koyup uykuya dalar. Arkadaşı ise namaz kılmak için abdest alır. Abdest alırken, bir damla su dağarcının üstene sıçrar. O anda balık dirilerek denize doğru yürür, denize atlar ve kaybolur. Bu olay karşısında Yuşa (a.s.) şaşırır. Musa’yı uyandırmaz. Musa uyanınca, arkadaşı ona olayı anlatmayı unutur. Tekrar yola koyulurlar. Bir deniz kenarına gelince yine oturup dinlenmeye koyulurlar. Musa arkadaşına: “Yorulduk ve acıktık, azığımızı getir yiyelim” der. Arkadaşı o anda olayı hatırlar. Hz. Musa’ya: “Ya Musa! Sen çeşmenin başında uyurken ben abdest alıp namaz kılmak istedim. Bir damla su dağarcığıma serpildi. Balık o anda canlandı. Dağı yara yara denize doğru yürüyüp kayboldu” der. Hz. Musa: “İşte aradığımız o idi!” diye cevaplandırır. Tekrar geldikleri yoldan geri dönerler. Balığın dirildiği çeşmenin başına varırlar. Çeşmenin başında, Hızır’ı oturur durumda görürler…
2- Hızır Söylenceleri:
Hz. Musa Hızır ile buluşunca, onunla arkadaş olmak ister. Hızır’ın ise bu arkadaşlık için bir şartı vardır; arkadaşlıkları süresince, Musa Hızır’ın hiçbir işine karışmayacaktır. Hz. Musa bu şartı kabul eder ve birlikte yola koyulurlar. Uzun bir yürüyüş sonrası bir deniz kenarına gelirler. Orada bir gemiye binerek yollarına devam ederler. Gemide Hızır, eline kesici bir alet alarak geminin bazı yerlerini kesmeye başlar. Hz. Musa, Hızır’ın bu eylemine karşı çıkarak: “Bu adamlar, bizi gemilerine alarak iyilik yaptılar, buna karşılık sen gemilerine zarar veriyorsun” der. Hızır ise: “İşime karışmayacağına dair söz vermiştin” diyerek sözünü hatırlatır. Bunun üzerine Musa, bir daha işine karışmayacağını söyler.
Gemiden indikten sonra, yollarına karada devam ederler. Akşama doğru bir köye varırlar. Köyde misafir olmak için çaldıkları hiçbir kapı, kendilerine açılmaz. Bunun üzerine bir duvar dibinde sabahlamaya karar verirler. Sabah uyanınca Hızır: “Duvarı tamir edelim” der. Musa: “Ya Hızır! bu köylüler bizi içeri almadı, sen bunların duvarını tamir ediyorsun” diyerek cevap verir. Hızır Musa’ya çıkışarak: “Ya Musa! arkadaşlığımız burada bitti. Hani işime karışmayacaktın?” der. Bu restin karşılığında Hz. Musa, Hızır’a yalvarır, çamur yaparak Hızır’ı ikna eder ve duvarı tamir edip tekrar yola düşerler.
Gide gide yine bir köye varırlar. O köyde bir eve misafir olurlar. Köylü izzet, ikram ve saygıda kusur etmez. Sabah ikramından sonra yine yola koyulurlar. Bir arsanın önünden geçerken, orada oynayan çocukları görürler. Hızır çocuklardan birini yanına çağırır. Diğer çocukların gözleri önünde o çocuğu öldürür. Musa bu olaya yine tepki gösterir. “Ya Hızır! sen onların çocuğunu neden öldürdün? Onlar bize iyilik yaptılar.” der. Musa’nın bu çıkışı karşısında Hızır “Artık arkadaşlığımız bitti. Gel sana yaptıklarımın nedenini anlatayım. Ol gemi ki keserle altını delmiştim. O bölgede zalim bir padişah vardır. Gördüğü gemileri inceler, sağlam ve iyi olanlara el koyup, sahiplerinden zorla alır. Altını delerek o zalimin elinden kurtardım. O köy ki bizi evlerine misafir etmediler ama biz eğri duvarı tamir ettik. Çünkü altında define vardır, sahipleri ise yetim çocuklardır. Duvar yıkılır, defineyi köylüler bulursa çocukların ellerinden alırlar. O duvarı da o nedenle tamir ettim. Çocuklar büyüyünce duvarı sökerek yeniden ev yaparlarsa defineyi bulup alırlar. Öldürdüğüm çocuğun anne ve babası çok iyi kalplidirler. Çocuk ise çok zalim ve gaddardır. Büyüyünce onlara eza etmesin, diye öldürdüm” der ve ortadan kaybolur.
3- Hızır Söylenceleri:
Bir başka söylence de Gılgameş hakkındadır. Gılgameş’a sağlığında atası “Utnabitium (ölümsüzlük şerbeti) ” bağışlar. Ancak ona şerbetin yerini söylemez. Daha sonra Gılgameş ölümsüzlük otunu bulup, şerbetini içmek için uzun bir yolculuğa çıkar. Nihayetinde ölümsüzlük otunu bulup, şerbetini içer ve ölümsüzleşir. Tarihte ölümsüzlük şerbetini içen ilk kişi Gılgameş’tir. Başka bir deyişle ilk Hızır O’dur.
4- Hızır Söylenceleri:
Diğer bir söylence de Büyük İskender’le ilgilidir. Makedonya Kralı İskender ölümsüzlük otunu uzun bir arayıştan sonra bulur. Bulduğu otu aşçısı kendisinden çalıp içerek ölümsüzleşir. Aşçısının adı Andreas’dır yani İdris.
Tarihte yaşayan her veli Hızır ile görüşmüştür. Bu görüşmelerin nedeni ise, velinin Hızır’dan İlmi Ledun (Gizli İlim) tahsil etmek istemeleridir. Tarihin her döneminde yaşayan her veli ve Nakib-ül Evliya Hızır’dan ders almıştır. Bu ders alma söylentisini yayanlar, ders alan evliyaların ardılları veya müritleridir.
Ledun İlmi ( ya da Batınilik) dediğimiz gizli ilimdir. Tarihi aydınlatan bütün ulu mürşitler, batın ilmini bilenlerdir. Batınilik gizemciliktir. Tanrı- insan- evren birliği nazariyesidir. Bütün erenlerin elindeki silah tahta kılıçtır. Evliya, insan öldüren kılıç kullanmaz. Onun kılıcı dilidir. Diliyle insanları ikna eder. Bu nedenle Batınilikte “Dil Hz.Ali’nin Zülfikarı’dır” denir.
5- Hızır Söylenceleri:
Dersim’in köylüleri kışın hayvanlarının ihtiyacı için yazdan ve sonbahardan, mereğini “Alaf” ile doldurur. Bunun yanı sıra, dağdan keven toplanır ve çasır biçer. Rivayete göre; iki kardeş ot dermekten köye doğru gelirler. Yolda düzlüğe varınca, bir bakarlar ki ne görsünler, bir adam aşağı dereden-yardan geliyor. Önce kendilerini karşılayan biri zannederler. Yaklaştıkça bu adamın bir derviş olduğunu anlarlar. Kardeşlerden birine göre; derviş yalın ayakmış. Derviş onlara yaklaşınca dururlar adam seyre dalar. Adam selam verir. Kardeşlerden biri, yüksek sesle aldığı selama mukabele edip: “ sen kimsin, nere gidisin?” der. Derviş gayet soğukkanlı bir şekilde:“Kemah’a gidim” karşılığını verir. Öteki şaşkın bir şekilde: “Ula, sen delisin! Hiç bu mevsimde bu dağlar aşılır mı?” der. Derviş istifini bozmadan: “Ben aşarım” diye yanıtlar. Öteki kardeş, konuşana göre daha itikatlı ve saf biridir. Derviş geçmek isteyince onu tutar ve kardeşiyle birlikte ot burmalarını üstüne atarlar. Fakat derviş öbür taraftan gider. Onun ikna olmadığını gören büyük kardeş “beri gelberi. Allah belanı vermeyesi”, diyerek ot burmalarını üstünden çeker ve yola koyulurlar. İtikatlı olan kardeş dönüp arkasına bakar ki adam yoktur. “Ula bu adam değildi, Hızır’dı” diyerek bağırır. İki kardeş birlikte geriye doğru koşarlar “Ya Hızır, Ya Hızır” diye, ama ne adamı ne de Hızır’ı görebilirler. Köylerine varınca, ahıra koşup öküzü çıkarırlar ve “Ya Hızır” deyip, kurbanlık olarak bıçağı boynuna vurarak keserler. Anadolu’da buna benzer birçok Hızır hikayesi vardır.
6- Hızır Söylenceleri:
Adamın biri rüyasında köyünden şehire doğru yürümektedir. Yolda Hızır’ı görür. Sabah uyanınca rüyasını bir dedeye anlatır. Dede kendisine hitaben: “Evlat sen yarın şehre gideceksin, aynı yerde sana rastlayan kişi Hızır’dır” der. Adam sabah yola koyulur, rüyasında gördüğü yere gelir. Bir bakar ki en nefret ettiği adam karşısından geliyor. Ondan önce davranıp selam verir. O da selamını karşılıksız bırakmaz. O adama bakarak: “Ula ben bilim sen Hızırsın ama o münafığın donuna girdiğin için, senin Hızır’lığını kabul etmem” der, ve yoluna devam eder…
7- Hızır Söylenceleri:
Yukarıda belirttiğimiz bölümde ki yerler, Hızır adını taşımaktadırlar. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, antik çağlardan ve Hıristiyanlık’tan kalma azizlerin ve din ulularının mezarlarının çevresi tamamen çevrilidir veya yapılıdır ve yılın her ayında ziyaret edilmektedirler. Ziyaretçiler, ziyaret ettikleri bu mekanlardan toprak alırlar. İnanışa göre, o toprağı bir hastanın yüzüne sürerlerse, hasta iyileşirmiş. Bu inanış çok eskilere, Hıristiyanlık öncesi Antik çağlara kadar uzanmaktadır. Antik Çağlarda Pagan ya da çok tanrılı kültlerde de benzer inançlar vardır. İnanışa göre kurban edilen şeyin ruhu göğe uçarak olgunlaşır ve bir başka bedenle tekrar dünyaya gelir. Bu inanç Alevilikte de aynen vardır. Olgunluğa ulaşan bu kutsal kişilerin mezarlarına el sürme, niyaz etme, onlardan arta kalan eşyalarına dokunmayla hastaların şifa bulacaklarına inanılır. Günümüzde, İstanbul’da Eyüp Sultan’ın Mezarı, Hırka-i Şerif, Topkapı Müzesi’nde Vaftizci Yahya’nın altınla kaplı kafatası ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in çarıkları, kaftanı, kılıcı, sakalı vs. birer kutsal emanet olup ziyaret edilen eşyadır. Bu kült; Musevilik ve Hıristiyanlık’tan sonra, İslam örtüsüne bürünerek günümüze kadar devam edip gelmiştir.
IX. SONSÖZ:
Hızır Mekanları birer düşektir. Kaynağı ne olursa olsun toplumu kaynaştırıyorsa bir Hızır orucu ve kurban günü, en azgın düşmanlar barışıyorsa, toplum bu geleneği yerine getirirken huzur duyuyorsa, bunlara devam edilmesinde fayda vardır. İnancı ne olursa olsun herkesin bu eylemi yapanlara hoşgörü ve saygı ile bakmaları gerekir. Bu tür inanışlar toplum kaynaşmasının ilkel biçimidir. Günümüz aydınlanma çağı olsa da, halkın yüzde yetmişi hala ilkel toplumun yaşadığı ve inandığı gibi yaşıyor. Şunu açıkça söylemeliyim ki “Bütün dinler inanışı, kültürü ne olursa olsun bir toplumsal yaşam sistemidir”. Dinleri ve yorumlamalarını değerlendirilirken, her inanış sistemi, “objektif davranmak için, daha çok inanarak değil de düşünülerek” değerlendirilmelidir. İşte o zaman tükettiğimiz enerji üretime döner. Daha nice nice Hızır’lara ve özlemini çektiğimiz topsuz, tüfeksiz, savaşsız, sınıfı olmayan bir topluma kavuşmak dileğiyle, Hüüü !…
——————-SON——————-