Hacı Bektaş Veli, Alevi-Bektaşi inancı çerçevesinde son derece önem atfedilen bir figür olma özelliği gösterir . Söz konusu inanç dairesi mensupları tarafından ibadet pratiklerinde kullanılan sözlü ürünlerin tamamına yakınında ismi zikredilen Hacı Bektaş Veli’ye ilişkin Irene Melikoff: “Hacı Bektaş, Bektaşiliğin ve onun günümüzde Alevilik adı verilen, Anadolu’daki biçimlenişinin kurucusu değil; Anadolu kökenli ve düzenli bir dervişler tarikatı olan, özellikle Trakya’da, Balkanlar’da ve Arnavutluk’ta yayılmış bulunan Bektaşiliğin yalnızca esin kaynağıdır: Bektaşilik de, Alevilik de, 13. yüzyılda yaşamış bir halk ermişi olan Hacı Bektaş Veli’ye dayanmaktadır.” (2011: 13) ifadelerini kaydeder.
Hacı Bektaş’ın Ahmed Yesevî’nin müridi olduğu hakkındaki rivayetlere, Künhü’l-Ahbâr ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi gibi, 10. yüzyıldan sonra yazılmış kitaplarda rastlanmaktadır. Bu noktada eski Osmanlı tarihçilerinden olan Âşıkpaşazade’nin aktardığı bilgiye göre, Hacı Bektaş Veli, Horasan’dan kardeşi Menteş ile birlikte önce Sivas’a, oradan Baba İlyas’a, ardından Kırşehir’e, oradan da Kayseri’ye gitmiştir. Hacı Bektaş, Kayseri’den Karahöyük’e giderek orada Hatun-anayı evlat edinmiş ve aynı yerde vefat etmiştir. Fuad Köprülü, Hacı Bektaş Veli’nin tarihî ve menkıbevi şahsiyeti hakkındaki çeşitli görüşlere yer verdiği çalışmasında, Hacı Bektaş’ın vefatından sonra müritleri tarafından kaleme alınan velayet-nâmelerdeki tutarsızlıklara dikkat çeker. Hâcim Sultan Velayetnâmesi’nde Hacı Bektaş, Hoca Ahmed Yesevî’nin halifesi olarak zikredilirken, Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi içerisinde Ahmet Yesevi’den el alan Lokman Parende’nin müridi olduğu bilgisine yer verilir (1976: 49-50). Hacı Bektaş Veli, kökü Ahmet Yesevi’ye dek uzanan “kolonizatör Türk dervişleri” arasında yer almış, Anadolu’nun sosyal ve kültürel açıdan biçimlenmesinde önemli rol oynamıştır.
Heterodoks popüler Türk sufiliğinin en önemli siması olan Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed Yesevi, Kutbeddin Haydar, Dede Garkın kültlerini ve büyük bir dinî-sosyal hareketin lideri olmasına karşın, Baba İlyas kültünü dahi kendi içine alarak Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimlerin temsilcisi konumuna gelmiştir. İslam öncesi bütün yerel kültleri de kendi bünyesi içerisinde özümsemek sureti ile senkretik bir yapı ortaya koymuş ve Anadolu Türk heterodoksisinin merkezini teşkil eder bir nitelik taşımaya başlamıştır. Bu noktada Ahmet Yaşar Ocak, söz konusu bağdaştırmacılık (senkretizm) özelliğinin Hacı Bektaş Veli’nin menkıbevi kişiliğine kaynaklık ettiğini ve onun da tıpkı Hz. Ali, Hz. İsa, Hallâc-ı Mansur gibi asıl tarihî rolünü öldükten sonra oynadığını ifade eder. Ocak’a göre, Bektaşilik’ten başka hiçbir tarikatın piri, bu denli muazzam bir kültün, güçlü bir imanın ve kutsallığın konusu olmamıştır (2016: 157, 172, 173).
- yüzyılın ilk çeyreğinden sonra, Sulucakarahöyük’teki dergâhın şeyhi olan Abdal Musa, bir Haydarî şeyhi olarak kendisine intisap eden bir kısım dervişle birlikte yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği topraklarına geçerek burada Orhan Gazi’nin hizmetinde fetihlere katılmıştır. Tarihî bağlamda Abdal Musa’nın fetihlerdeki başarısından daha önemli olan, onun birlikte savaştığı askerlere, gazilere Hacı Bektaş Veli’nin menkıbelerini anlatarak onu tanıtması, ordu içerisinde Hacı Bektaş Veli hakkında merak uyanmasını sağlamasıdır. Böylelikle Hacı Bektaş Veli’nin namı, Bursa havalisinden başlayarak yayılmıştır. Osmanlı gazileri vasıtasıyla Hacı Bektaş Veli’yi tanıyan Osmanlı sultanları, Yeniçeriliği kurarken, gaziler arasında yaygın olan Hacı Bektaş kültü dolayısıyla ocağı ona bağlamışlardır. Böylelikle Hacı Bektaş Veli’nin hatırası günden güne yayılma göstererek Osmanlı topraklarının tamamında konuşulmaya başlamış, 16. yüzyıla gelindiğinde ise Haydarîlik’ten ayrılan Balım Sultan tarafından Osmanlı hükümet merkezinin de desteği ile Hacı Bektaş Veli’nin adına Bektaşîlik tarikatı fiilen kurulmuştur (Ocak, 2016: 175-176).
Bir Rum Abdal’ı olarak Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli, oluşturduğu manevî nüfuz ve karizmatik şahsiyeti etrafında teşekkül eden veli kültü ile Hacı Bektaş Veli Ocağı’nın kurucu önderi vasfını almış, inançsal yetkinliği, günümüze dek ulaşmıştır. Türk tasavvuf tarihinde oldukça önemli bir karizmatik lider olarak karşımıza çıkan Hacı Bektaş Veli’nin Alevi-Bektaşi zümre içerisindeki konumu ve karizmatik önder olma vasfı, kültleşmek suretiyle günümüze kadar gelmiştir. Bugün Anadolu’dan, Irak’a, İran coğrafyasından ve Arnavutluk’a dek, oldukça geniş bir coğrafyada Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak gören, kabul eden ocak ve talip toplulukları mevcuttur. Bu külte tabi olanlara “Bektaşi”, onun adına kurulan ve daha sonra Balım Sultan ile tarikat yapısı hâline dönüşen inanç örgütlenmesine de Bektaşilik denmiş, Hacı Bektaş Veli ve Bektaşilik, 19. yüzyılda “Alevilik” adlandırması literatüre girinceye değin, neredeyse bütün inanç zümresini içine alan bir kavram olma özelliği göstermiştir (Ersal, 2016a: 74).
Alevi-Bektaşi edebiyatının gerek telif, gerekse anonim üretimlerinde Hacı Bektaş Veli, büyük değer atfedilen, yol önderi ve pirlik gibi sıfatlarla anılan bir şahsiyettir. Alevi-Bektaşi gülbanklarının hemen hepsinde Hacı Bektaş Veli’nin ismine yer verildiği tespit edilmiştir. Hacı Bektaş Veli, teolojik yapıdaki karşılığına ve etrafında oluşan anlam alanına uygun olarak, gülbank metinlerinde, “pîr”, “üstâd”, “hünkâr”, “önder” gibi sıfatlarla anılır. Hacı Bektaş, edilen duaların Tanrı katında karşılık bulması noktasında yardım talep edilen; Hakk katında değer taşıdığına inanıldığından, Tanrı’ya yakarılırken aracılık yapması istenen şahsiyetler arasındadır. Alevi-Bektaşi gülbanklarında genellikle Hacı Bektaş Veli’den istenen, “inayet etmesi”, kerametleri ile yardım etmesi ve yol göstermesidir.