- Hazırlık Aşaması
Çorum katliamı da, ülke genelinde işlenen siyasi cinayetlerden, okul işgallerinden, Malatya, Kahramanmaraş, Gazi katliamlarından soyutlayanak; sağ-sol grupların çatışmasıyla değerlendirilemez. Böyle bir değerlendirme, siyasi cinayetlerin ve katliamların ardında yatan dinamikleri görmekten mahrumdur.
1961 Anayasası, ileriye yönelik bazı temel hak ve özgürlükler getirmişti. Memurlar, gençlik, köylü ve esnaf örgütleniyordu. Emek ağırlıklı, demokrasi yanlısı siyasi parti ve örgütlenmeler kurulmaya başladı. Vatandaş olmanın bilinci ve toplumsal muhalefet gelişiyordu. Uyanış ve örgütlenmenin sonucu olarak bağımsızlık, sömürü ve baskılar tartışılmaya başlandı. Emekçi kesimler, siyasi iktidarların uygulamalarını izlemeye, denetlemeye ve sorgulamaya yöneldiler. Bu yıllarda toplumsal muhalefetin geliştiği illerden biri de Çorum’du. Çorum’daki toplumsal muhalefetin yaygınlaşmasını baskıyla engellemeyi amaçladılar. Baskıya bir kılıf gerekiyordu. İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da etnik ve mezhepsel topluluklar içiçe yaşıyordu. Bu bölgelerde işsizlik de fazlaydı. Tertip sahipleri, planlarını uygulamaya, etnik ve mezhepsel bir ayrım yaratma üzerinden gitmeyi yeğlediler. Bu amaçla, devletin ekonomik ve politik desteğiyle güçlendirilen ırkçı-şeriatçı örgütler devreye sokuldu. Bu örgütler, “Türk-İslam Sentezi” öğretisinin rehberliğinde, halkı Alevi-Sünni, Türk-Kürt olarak ayırmaya ve bu ayrılığı körüklemeye başladılar.
1980’de yapılan Çorum katliamı, bu planın uygulanmasında önemli bir halkadır. Ancak öncelikle, tertiplere direnecek demokrat güçleri kontrol ve baskı altına almak, saldırıda bulunacak güçleri güvenceye almak gerekiyordu. Bu amaçla Çorum Valiliği’ne sağ görüşlü ve taraflı (AP iktidarında İçişleri Bakanlığı yapmış ve zehir hafiye diye tanınan Faruk SÜKAN’ın bacanağı) Rafet ÜÇELLİ atandı. Emniyet Müdürlüğüne, yansızlığıyla tanınan Hasan UYAR’ın yerine, Tunceli’de birçok olaya adı karışmış olan Nail BOZKURT; Milli Eğitim Müdürlüğüne de MHP’nin militanı olarak tanınan Fethi KATAR getirildi. Demokrat olarak tanınan 40’a yakın polis tel emriyle başka illere atandı. Demokrat birçok okul yöneticisi ve öğretmenle memur, kentten sürgün edildi. Devletin birçok kurumu, faşistlerin karargahı haline getirildi. MHP’lilere yaygın olarak silah ruhsatı verilmeye başlandı.
Planlanan katliamın önhazırlıkları hakkında bilgilenmek üzere ABD’nin Türkiye Büyükelçiliğinde görev yapan Robert Alexandr PECK (CIA görevlisi olarak tanınmaktadır) Çorum’a gider ve kentte, MHP İl Başkanı ve Yöneticileriyle, Vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’yla görüşür. MHP’nin etkin olduğu köy ve ilçeler ile Alevi ve Sünni nüfusun dağılımı hakkında bilgi edinmeye çalışır. Aynı kişi, Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a da gider.
Gazeteci - Yazar Cüneyt ARCAYÜREK, CHP hükümetinde İçişleri Bakanlığı yapmış olan Hasan Fehmi GÜNEŞ’ten şu bilgileri alır:
“1979’da Amasya Belediye Başkanı Gündüz TÜREM, şimdi SHP İl Başkanı, telefondaydı, ‘Bir Amerikalının geldiğini, görüşmek istediğini’, bildirdi. Amasya duyarlı bir kent, MHP’liler orada iyi örgütlenmişler. Adamın adı PECK’ti, ABD Büyükelçiliğinde görevliydi. Konuşmasını ve içeriği hemen bildirmesini söyledim. Vali Aydemir CEYHAN’ı aradım, Amerikalıyı kontrol altına almasını ve konuk etmesini bildirdim.
“Amasya Belediye Başkanımız beni aradı ve zarfın üstüne aldığı notları okudu. O zarfı da bana gönderdi sonra; PECK meraklıydı.
“Amasya’da Alevi-Sünni ve sağ-sol çatışması üzerine sorular soruyor ve ne zaman, hangi ölçüde bir çatışma çıkabileceğini araştırıyordu. Vali, adamı misafir etmişti bir devlet kuruluşunda
“Nedense misafirhanede rahat edememiş PECK. Sabah erkenden, kahvaltı etmek için, Saraçoğlu tesisleri diye anılan, bize göre MHP’lilerin merkezi bir yere gitmiş. PECK’i izledik. Daha sonra Karadeniz kıyısına gitti. Hep aynı soruları soruyordu. ‘Bir kıvılcım patlama yaratır’ı araştırıyordu. .... Gündüz ÖKÇÜN’e gittim, anlattım. PECK, CIA ajanıydı. MİT ve başka kanallar CIA ajanı olduğunu bildiriyordu. Kıbrıs’taki CIA istasyonuna bağlıydı.” 1
Çorum’da deneme niteliğinde birtakım olaylar çıkartılıyor. Ülkücüler, Alaca İlçesinde bir şoförü öldürmüş, katil bulunamıyor. Mart 1980’de, CHP Gençlik Kolu üyesi Cemal KEPÇELİ dükkanında silahlı saldırıyla yaşamını yitiriyor. Ülkücü katil, uzun süre sonra Çanakkale’de yakalanıyor; üzerinde öldürülecek CHP’lilerin isim listesi çıkıyor. Bunlar sadece sınırlı örnekler. Bu dönemde, kentte meydana gelen çok sayıda saldırı ve yaralamanın suçluları bulun(a)mamaktadır.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlama hazırlıkları sırasında, ülkücüler, bayram törenine katılan kızların kıyafetlerini gerekçe göstererek halkı tahrik amacıyla şu bildiriyi dağıtırlar:
“MÜSLÜMAN, NAMUSUNA SAHİP ÇIK!
“19 Mayıs gösterileri adı altında yine masum bacılarımızın iffet ve hayasına kahpece ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor. Yine Müslüman evladı kan ağlaya ağlaya, kâfir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir.
“Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük bir leke sürülebilir mi?
“Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı?
“Ey Müslüman, düşün, süngüyle ana karnından çocuk çıkartan zihniyetle bu zihniyetin farkı ne? ‘Namazını kıl, orucunu tut yeter, karışan mı var?’ diyen gafil Müslüman, sen de düşün.
“Düşün ki, hâddini bilmeyenlere bildirelim hâdlerini. Şu hadis-i şerifi asla unutma: Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile kanı ile malı ile CİHAD edenlere / İslamcı Gençlik.” 2
Katliam için ortamın yeterince olgunlaştığı bir döneme giriliyordu.
2. Katliamın Birinci Dönemi
Gün SAZAK’ın öldürülmesi
MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK (I. MC Hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapmıştır) 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da vurularak öldürüldü. Bunun üzerine, MHP ve ÜGD gibi bağlı örgütler, Türkiye genelinde planlı bir saldırıya geçerler. Saldırı, özellikle Alevilerin yoğunlukta olduğu kentlerde yoğunlaşır. Saldırı kampanyasının sonuçlarıyla ilgili basında yer alan haberler.
* Çorum’da MHP’lilerin yürüyüşünde bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı. 100 işyeri tahrip edildi.
* Sivas’ta sokağa çıkma yasağının kalkmasından sonra ülkücü bir grup polisle çatıştı. Bir komiser muavini ile bir ülkücü yaralandı.
* Devlet Planlama Teşkilatına yeni alınan ülkücüler, Başbakanlık yemekhanesinde saygı duruşu için memurları zorla ayağa kaldırdı, direnenler tartaklandı.
* Ankara’da üç günlük yas ilân eden ülkücüler, eğlence yerleri ve işyerlerinin üç gün süreyle açılmamasını istediler.
* Manisa’da esnafın kepenk kapatması için bildiri dağıtan 100 ülkücü gözaltına alındı.
* Konya’da amca çocuğu üç işçi, kaldıkları evi basan faşistlerce öldürüldü.
- Eskişehir’de üç kişi öldürüldü,
* Bursa, Adana ve İstanbul’da yedi kişi öldürüldü.* Sakarya’da TSİP merkezi saldırıya uğradı; bazı okullarda öğrencilerin derslere girmeme eylemi başlatıldı. * İzmir’in değişik semtlerinde protesto eylemleri yapan gruplarla polis arasında çatışma çıktı, bir polis memuru yaralandı. * Çorum’da devam eden olaylarda iki polis öldürüldü, bir polis ağır yaralandı. Çorum’da sokağa çıkma yasağı konuldu. * Merzifon’da başlayan ve bazı evlerle işyerlerinin tahrip edilmesiyle süren olaylardan sonra Amasya Valisi Abidin COŞKUN İlçede gece sokağa çıkma yasağı koydu. İlçede tüm okullar beş gün tatil edildi. * Artvin’de Cemal ŞİMŞEK ve oğlu Kemal ŞİMŞEK silahlı saldırı sonucu yaralandı. Cemal ŞİMŞEK öldü. * Kars’ta bir kişi öldürüldü.</code></pre></li>Diyarbakır’da Abdülrezak ÖNER isimli işçi silahlı saldırıda öldü. * Kütahya’da Halk-Der Başkanı Abdullah ÖZCAN ve Fakir ZİNCİRCİ silahlı saldırı sonucu yaralandı, Abdullah ÖZCAN kurtarılamayarak öldü.* Trabzon’da Fatih Eğitim Enstitüsü’nde yapılan saldırıda dört öğrenci yaralandı. 3</code></pre></li>
Gün SAZAK, Ankara’da öldürülmüştü. Eğer olacaksa, duygusal bir tepkinin Ankara’da gösterilmesi beklenirdi. Oysa Türkiye genelinde başlatılan saldırı, tahrip ve cinayetler günlerce sürdü. Özellikle Alevilerle Sünnilerin, Türklerle Kürtlerin iç içe yaşadığı kentlerde saldırı ve cinayetler halka yönetildi. Tüm bunları, duygusal bir tepkinin masum sonuçları olarak değerlendirmek mümkün değildir. Cereyan eden, planlı programlı bir cinayet ve saldırı kampanyasıdır. Çorum katliamı, Gün SAZAK’ın ölümü gerekçe gösterilerek başlatılmıştır. 28 Mayıs Çarşamba günü, sağcı grupların (ülkücüler), Çorum’un en işlek caddesinde toplanmaya başladıkları görülür. Çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan ülkücüler, bir süre sonra, elleri havada kurt işareti yaparak “Kanımız aksa da zafer İslamın, Kana kan, intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçerler. Yürüyüş kısa sürede bir ‘saldırı yürüyüşü’ne dönüşür. Güzergah üzerinde bulunan ve solculara ait olan işyerleri tahrip edilmeye başlanır. Saldırının heyecanı, kortejin çevresindeki görevli polisleri de sarar ve polisler, saldırganları seyre dalar. Kimi okullarda sağcı gruplar, öğrencileri eyleme ve derslere girmemeye zorlar. Endüstri Meslek Lisesinde sağcı bir grup, solcu öğrencileri dövmek isterken, kavgayı önlemeye çalışan okul müdürü ve yardımcıları polislerin engellemesiyle karşılaşırlar. 28 Mayıs günü başlatılan ilk eylem böyle noktalanır. Eylemden sonra sağcı gruplar ve MHP İl Yöneticileri, ilk günün değerlendirmesini yaparak yeni saldırı hazırlıkları planlıyorlardı. Gün SAZAK’ın Ankara’da düzenlenen cenaze törenine katılmak için ayrılanlar kente dönmeye başlarlar. Ayrıca bazı yabancı turizm şirketleri de Çorum’a çeşitli bölgelerden MHP’li militan taşıyorlardı. 29 Mayıs günü başlatılacak ve günlerce sürecek saldırının planı, saldırı yapılacak semtler, bu semtlerde görevli olacakların listesi bu arada hazırlanır, Günlük işlerinin uğraşısı içindeki Çorumlular, 29 Mayıs sabahı evlerinden çıktıklarında, cadde ve sokakların eşkıyalarca işgal edildiğini görürler. Yüzyıllar öncesinin eşkıyaları yağmacıydılar. Oysa bu eşkıyalar gözleri kanlı, ağızları beyaz köpüklü, elleri silahlı olarak insan avına çıkmışlardı. Yüzyıllar öncesi eşkıyalar, gereksinmeleri olan giyecek, yiyecek için yağma ve talan yapıyorlardı. Yörelerindeki ağalardan başka kimseyle ilişkileri yoktu. Oysa bu eşkıyalar, ABD, İMF ve Dünya Bankasıyla ilişkilidirler. Kendilerini ülke ölçeğinde kollayan, yönlendiren, ekonomik ve politik destek veren siyasi iktidarlar ve güçler bulunmaktadır. 29 Mayıs 1980 sabahıdır. Faşist güruh, Çorum’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını işgal etmekle yetinmedi, Çorum’la bağlantılı bütün il, ilçe ve köy yollarını tuttular. Sağırların ve körlerin bile görebileceği bu hazırlıkların, devlet tarafından görülmemesi olanak dışıdır. “Kana kan, intikam” sloganıyla saldırıya geçen faşistler, Alevi ve solculara ait önceden belirlenmiş işyerlerini tahrip etmeye ve yakmaya başladılar. Gördükleri kendilerinden olmayan herkese sopalarla saldırıyor ve esir alıyorlardı. Saldırıya uğrayanların, güvenlik güçlerine başvurduklarında aldıkları yanıt oldukça açıklayıcıydı: “Toplumsal olaydır, müdahale edemeyiz.” Çorum Gazetesine saldırı Rıza ILIMAN, Çorum’da öğretmendir. Çorum’un kültürünün, folklorunun ve sorunlarının araştırılmasını, tartışılmasını; genç kuşağın kültürel çalışmalara katılmasını istemektedir. Bu tür çalışmaların kalıcılığını sağlamak amacıyla yerel bir günlük gazetenin çıkarılmasını düşünür. Kendisi memurdur. Eşi Yeter ILIMAN adına “Çorum” gazetesini çıkarır. 4 sayfalık gazetede; Çorum’un sorunlarını, kültürel ve siyasal etkinliklerini yansız olarak yansıtmaya çalışır. Çorum Gazetesi bu özelliği nedeniyle gerici ve faşist güçlerin ilk hedefi olmuştur. 29 Mayıs günü, saldırganlar, sol yayın bulunduran Bahar Kitabevi’ni silahlı tararlar. Kitabevinin sahibi Mustafa KARAKURT ve eşi, bodrum katına sığınarak canlarını kurtarmaya çalışırlar. Kitabevinin içinde ne buldularsa tahrip ederek yakan saldırganlar, sonra Çorum Gazetesi’ne yönelirler. Rıza ILIMAN, oğlu ile gazetenin yazıhanesinde oturmaktadır. Saldırganların gelişini gördüklerinde arabalarıyla uzaklaşırlar. Ama gazetenin matbaası ve bürosu tam bir harabeye çevrilir, bütün eşyalar tahrip edilerek yakılır. Gazetede işçi olarak çalışan Vahap AVCI ve Murtaza KARATÜRK, binanın köşelerine sığınarak canlarını kurtarırlar. Saldırganlar, Alevilerin ve solcuların çoğunlukta oldukları Milönü Mahallesine yönelirler. Gelişmeleri izleyen Milönü halkı, yollarda barikatlar kurarak önlemlerini almaya çalışırlar. Saldırgan grup Milönü’ne üç ayrı koldan yürümektedir. Bir kol, Gazipaşa İlkokulu yanındaki yoldan, diğer bir grup Eski Mecitözü Caddesi’nden, başka bir grup da Yetiştirme Yurdunun yanındaki yoldan “Kana kan intikam, kanımız aksa da zafer İslamın” sloganıyla Milönü’ne doğru yaklaşmaktadır. Faşistleri yolda sol bir gruba mensup devrimciler karşılar. Karşılıklı çatışma başlar. Bu sırada çevrede olan polis ekibi, savunmada olan sol gruba saldırarak iki kişiyi gözaltına almaya çalışır, ancak sert bir tepkiyle karşılaşırlar ve olay yerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Halk kendini korumaya çalışıyor Çorum halkı, Kahramanmaraş katliamını anımsamaktadır. Kentte görevli polislerin yanlı tutumlarına tanık olmuşlardır. Bu yüzden, güvenliklerinin sağlanmasına ilişkin yegane çarenin kendi imkanlarına dayanmak olduğuna karar verirler. Ancak, ellerinde saldırganlarınkiyle eşdeğer nitelikte savunma gereçleri yoktu. Şimdilik asıl yapacakları, masalarını, sandalyelerini, biriket türünden malzemeleri mahalle girişlerine yığarak barikat oluşturmak ve barikat nöbetine durmaktı. Başka seçenekleri de yoktu. Demokrat, Alevi, Sünni, solcu ayrımı gözetmeden güçbirliğiyle giriş yollarında kurdukları barikatlarla önlemlerini alır ve kadını, genci, yaşlısıyla dönüşümlü olarak nöbet tutmaya başlarlar. Milönü semtinde bunlar olurken; kentin başka semtlerinden (Kuruköprü, Üçevler, Sigorta, Mutluevler vb.), çatışmaların yoğunlaştığı, silah kullanıldığı, işyerlerinin tahrip edilerek yakıldığı haberleri geliyordu. Faşistlerin saldırılarına polisin seyirci kalması, bazı polislerin de faşist saldırganlara yardımcı olmaları, olayların genişlemesine ve yaygınlaşmasına neden oluyordu. Saldırı, genellikle Alevi ve solcuların oturdukları semtlere yönelmişti. Daha şimdiden, 45 yaşındaki Servet YILDIRIM öldürülmüş, Celal ERDOĞAN (Öğretmen), Salih YILMAZ (Öğretmen), Turan KABALAK, Vedat ELİAÇIK, Hüseyin ŞİMŞEK, Sefer EKEN, Sezai GÜREN, Neşet AYDIN, Mustafa NALLICA, Sadık VASIFOĞLU, Hasan KÖSE, Aşır DEMİREL isimli kişiler de kurşunla ağır yaralanmışlardı. Altınevler semtinde evlerinin balkonunda oturan iki kızkardeş de, atılan ateşle yaralanmıştır. Olayların kontrolden çıkması üzerine, Çorum Valisi Rafet ÜÇELLİ, sokağa çıkma yasağı koymuş ve askeri birliklerden yardım istemişti. Askeri birlikler, kentte saldırıyı önlemek, güvenliği sağlamak için yollarda kurulan barikatların kalkmasını, karşılıklı çatışmanın durmasını sağlamaya çalışıyordu. Sadık ERAL, bu durumu şöyle anlatır: “Barikat başında bekleyenlerle bir subay arasında şu konuşma geçiyor: Barikatları hemen kaldırın. Yoksa silah kullanmak zorunda kalacağız ! - Barikatları savunma amacıyla kurduk. Gördüğünüz gibi saldıran onlar !- Barikatları kaldırıp güvenliği sağlamak zorundayız. - Barikatları kaldırırsak yeni bir Kahramanmaraş katliamı yaşanır. Saldırganları dağıtmazsanız, barikatları kaldırmayız. - Pazarlık yapmaya niyetimiz yok - Öldürseniz bile barikatları terk etmeyeceğiz. Barikatlar kalkmıyor. Askerlerle barikatçılar yan yana bekliyorlar. Barikatların yanlarında ateşler yakılıyor. Askerler ve halk birlikte ısınıyor. Yer Ankara-Samsun karayolu üzeri... Çorum Kalesi yakınlarındaki büyük bir barikatın başı. Yine askerler ve barikatçılar... Bu sefer askerlerin başında Jandarma Yarbay Vural GÜRİDE var. Elinde telsiz. Barikatçılar, askerlere sırtları dönük durumda oturmuşlar. Yarbay GÜRİDE, telsizle konuşmakta. Konuştuğu, Vali Rafet ÜÇTELLİ... Telsiz konuşması orada bulunanlarca duyulmaktadır. Valiyle Yarbay GÜRİDE arasında şu konuşma geçer: - Lütfen Ankara-Samsun karayolu trafiğe açılsın. - Sayın Valim, yolu açmak için silah kullanmak zorunda kalacağız. Kan akar, bu da olayları tırmandırır. ! - Her şeye karşın yol trafiğe açılmalıdır. ! - Kan dökülür, ben açamam sayın Valim, buyurun siz açın... Ankara-Samsun karayolundaki zayıf barikatları aşan 19 AN 709 plaka yazılı kırmızı renkli Renault marka bir otomobil, Milönü Semtini tarayarak boydan boya geçiyor. Ardından ateş açılıyor. Daha sonra, plakasının bir traktöre ait olduğu anlaşılan otomobilin içindeki polisleri tanıyanlar oluyor. Otomobilin polislere ait olduğu yolunda halk arasında kesin kanaat oluşuyor...” 4 İki polisin ölümü Mayıs’ın 28, 29, 30’uncu günleridir. Karşılıklı çatışmalar sürmektedir. Askeri birliklerin devreye girmesiyle saldırılar ve çatışmalar denetim altına alınmış gibi görünmektedir. Bunu fırsat bilen güvenlik kuvvetleri, bazı mahallelerde operasyonlara başlar. Saldırıların başladığı günden beri güvenlik güçleri Milönü’ne giremiyorlardı. Arama sırasında güvenlik güçleri, Mutluevler-Su Deposu yakınında, yol ortasında kurşunlanarak öldürülmüş bir erkek cesediyle karşılaşırlar. Yapılan kimlik tespitinde cesedin polis memuru Abdurrahman KOÇAK’a ait olduğu belirlenir. Daha sonra Milönü’nde başka bir polisin daha öldürüldüğü, birinin de yaralandığı ortaya çıkmıştır. Bu olaydan yaralı kurtulan polis memuru Mehmet BEKTAŞ’ın ifadesi şöyledir: “Trafikteki servisler kaldırılmış olduğu için, sabahları işe değişik vasıtalarla gidiyorduk. O sabah Muzaffer ile Milönü’nden geçerken boş bir arsadan üzerimize dört el ateş edildi. ‘Durun, teslim olun, silahlarınızı atın’ diye bağırdılar. Muzaffer silahını çekip ateş etmeye başladı. Benim Kırıkkale tutukluk yapmıştı. Onlar ateş etmeye devam ediyorlardı. O sırada Muzaffer vuruldu ve düştü. Düşünce ateş edenler uzaklaştılar. Muzaffer, ‘Hemşerim beni kurtar!’ dedi. Eğilip baktığımda ölmüştü. Onun tabancasını aldım ve kaçanların arkasından iki el ateş ettim. Bu sefer 100-150 kişi olarak bana doğru geliyorlardı. Yapacak bir şey yoktu, kaçarak bir apartmana girdim. Bu sırada attıkları bir tuğla alnıma gelmişti. Ev sahibi, ‘Girecek benim evi mi buldun, defo!’ dedi. Beni kovalayanları da içeri aldı. Üzerime atladılar ve beni sürükleyerek sokağa çıkarttılar. O sırada kendimi kaybetmişim. Eşim Gülay beni oradan olarak, hastaneye götürmüş.” 5 Başka söylentilere göre, Mehmet BEKTAŞ, birlikte olduğu polis memuru Muzaffer YEŞİLYURT’a Milönü’deki barikatların kaldırılmasını teklif etmektedir. Demokrat olduğu bilinen Muzaffer YEŞİLYURT karşı çıkınca, Mehmet BEKTAŞ silahını çekerek Muzaffer’i vurur. Barikatların yanında bulunanlar da olayı görüyor ve Mehmet BEKTAŞ’ın arkasına düşüyorlar. Olay açıklığa kavuşmuyor, ama iki solcu olayla ilgili olarak gözaltına alınıyor ve tutuklanıyorlar. Polisler Milletvekiline saldırıyor CHP Çorum Milletvekilleri Şükrü BÜTÜN ve Ethem EKEN ile Senatör Abdullah ERCAN olayları yerinde incelemek üzere Çorum’a gelirler. TBMM üyeleri, CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’nun makamında olaylar hakkında bilgi almakta, değerlendirme yapmaktadırlar. Bu sırada, Belediye Başkanının odasına, yüzü sararmış, heyecanlı, telaşlı bir genç girer. Saldırganların ateşli silahla yaraladığı iki gencin durumlarının ağır olduğunu, yaralıların hastaneye yetiştirilmesi gerektiğini anlatır. Haber üzerine CHP’li parlamenterler hemen dışarı koşarak yaralılara yardım etmeye çalışırlar. Dışarıda polis ekibinin beklediği görülür. Ekipten Kemal MARAŞLI, “Olayların sorumlusu sizsiniz, polisleri siz öldürttünüz, komünistler” diye milletvekillerine bağırır. Bunun üzerine, ekipteki diğer polisler de harekete geçer ve parlamenterlere saldırır. Milletvekilleri, saldırıdan korunmak için ellerini siper ederler. İtişme sırasında, Milletvekili Şükrü Bütün’ün belindeki tabanca yere düşer. Polis Kemal MARAŞLI, hemen tabancayı kapar ve milletvekillerine çevirir. O sırada, söz konusu iki genci vuran MHP’liler de geri dönerek milletvekillerine saldırırlar. Neyse ki, olay yerine gelen bir başka polis ekibinin saldırgan polislere ve MHP’lilere müdahale ederek silah çekmesi üzerine daha vahim bir gelişmenin önüne geçilir. Ancak, ilk ekipten polisler tehditkar sözler sarfetmekten geri durmaz. Polisin birinin milletvekillerine, “Bir ateş edin, halinizi görürsünüz. Biz de sizi vururuz” dediği duyulur. 6 Ethem EKEN anlatıyor (CHP Çorum Milletvekili /1977-1980): ”28 Mayıs 1980 günü saldırı olayının başladığını duyunca Şükrü BÜTÜN ile hemen Çorum’a geldik. Saldırı devam ediyordu. Önce Vali Rafet ÜÇELLİ ile görüştük. Vali saldırganları korurcasına savunma yapıyordu. Zaten bu olay, Vali Rafet ÜÇELLİ ile Emniyet Müdürü Nail BOZKURT’un Çorum’a atanmasıyla başladı. Valinin yanından ayrıldık. Faşistler cadde ve sokaklarda slogan atarak işyerlerini tahrip ediyor ve yakıyorlardı. Ben doğruca öğretmen İsmail PAMUK’un evine gittim. İsmail PAMUK’un evi saldırının yoğunlaştığı Milönü ve caddeye egemendi. Evin teras katına geçtim. Telefonu da oraya aldım. Saldırının ne denli yaygınlaştığını, tahrip edilen işyerlerini, polisin seyirci oluşunu oradan net görüyorum. Valiye, Emniyet Müdürüne aralıksız telefon ederek önlem alınmasını söylüyordum. Ayrıca Ankara’ya, Başbakan ve İçişleri Bakanına da sık sık bilgi vererek önlemlerin yetersiz olduğunu, olaylara derhal müdahale edilmesini istiyordum. Ayrıca bizim partinin (CHP) Yönetim Kuruluna, milletvekillerine de bilgi veriyordum ve gerekli yerlerle ilgi kurulmasını, olaya müdahale edilmesini söyleyerek desteklerini istiyordum. Maalesef Çorum’da yetkililer ve emniyet güçleri taraflıydılar. Müdahaleyi sürekli savsaklıyorlardı. Ben de sert uyarılarla tepkimi gösteriyordum. Bunun etkisiyle olacak ki, Vali Rafet ÜÇELLİ ve Emniyet Müdürü Nail BOZKURT tel emriyle derhal görevden alındılar. Olaylar ondan sonra denetim altına alınabildi. “Ankara’ya döndüm. Katliamla ilgili raporumuzu hem CHP Merkez Yönetimine, hem İçişleri Bakanına verdik.</code></pre></li> Çorum AP ve CHP Milletvekilleri olarak birlikte Başbakan Süleyman DEMİREL’le görüşmek için randevu istedik. Bir türlü yanıt alamadık. Bir gün TBMM’de yapılan bir görüşmeye Süleyman DEMİREL katılmıştı. Hemen yanına giderek, Çorum olaylarını kendisine iletmek istediğimizi, Çorum AP ve CHP milletvekilleri ve senatörleriyle birlikte görüşeceğimizi, randevu verilmesini söyledim. ‘Hemen’ dedi ve not aldı. Bekliyoruz, bir türlü yanıt gelmiyordu. Bir gün randevu verildiği haberi geldi; ancak, CHP milletvekilleriyle görüşeceğini söylüyormuş. Anlaşılıyordu ki önce AP ve MHP milletvekillerini çağırmış ve ayrı görüşmüş. Bizi de ayrı çağıracak ve şov yapacak. Arkadaşlarıma dedim ki, ben gitmiyorum. Zaten Çorum’a gitmem gerekiyor dedim. Gitmedim. Arkadaşlarımız Şükrü BÜTÜN, CHP Senatörü Abdullah ERCAN gitmişlerdi. Dediğim gibi, her zamanki şovuyla nutuk çekmişti. “Çorum katliamı, rastlantı değildir. Devletin bilgisi dahilinde ve önceden planlanan bir hazırlığın sonucudur. Saldırı ve katliam, asla Alevi-Sünni çatışması değildir. Bu, faşistlerin ve destek verenlerin kılıflamasıdır.” 7 İçişleri Bakanı Çorum’da İçişleri Bakanı Vekili Orhan EREN, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat CELASUN birlikte Çorum’a gelir. Valilikte bir toplantı düzenlenir. Toplantıya Çorum Valisi, Emniyet Müdürü, Çorum’da örgütlü bulunan siyasi partilerin yöneticileri; CHP Milletvekilleri Ethem EKEN, Şükrü BÜTÜN, Senatör Abdullah ERCAN, AP Milletvekilleri Aslan TOPÇUBAŞI, Ahmet CİNBEK katılmışlardır. Olaylar değerlendirilir ve önlemler üzerinde durulur. Çorum Valisi Rafet ÜÇELLİ ağlamaklı ve acındırıcı biçimde; “Milönü’nden gelip evimi basacaklarmış, çocuklarımı ve beni öldüreceklermiş” der. Olayları yanlı anlatır. CHP Senatörü Abdullah ERCAN da emniyet kuvvetlerinin davranışından yakınır. Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN, acıklı ve ağlamaklı konuşmasından etkilendiği Valiyi; “Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz” diye yanıtlar. CHP Çorum Milletvekili Ethem EKEN olaya açıklık getirmeye çalışır: “Nasıl olur sayın Paşam? Milönü’ne tanklarla girmek neyi çözer? Bu daha çok kan dökülmesine neden olur. Belki bir Milönü hiçbir şey değil ama, Türkiye’de 14 milyona yakın Alevi vatandaş yaşamaktadır. Milönü’ne tanklarla girip kan döküldüğünde tüm ülkede büyük olaylar çıkar.” Çözüme yardımcı olmak üzere alınan karar şöyledir: “Kendi aramızda bir heyet kurup vatandaşların içine girelim. Onları yatıştırmaya, barikatları kaldırmaya çalışalım.” Oluşturulan heyet Milönü’nde barikattaki vatandaşlarla konuşur ve ikna edilen Milönü halkı barikatı kaldırır. 8 Vali ve Emniyet Müdürü görevden alınıyor “Olayların başladığı 28 Mayıs 1980 gününden beri saldırı ve katliam sürüyor. Özellikle Kuruköprü, Sigortaevleri, Terlemezevler Mahallesinde çatışmalar yoğunlaşmıştır. Milönü, Kale Mahallesi, Esnafevleri, Şenyurt, Bahçelievler, Karşıyaka, Nadık Mahallesinde ise halk kendi güvenliğini kurulan barikatlarla sağlamaya çalışıyordu. Askeri birliklerin müdahalesinin sonucu saldırı olayı kısmen de olsa denetim altına alınabilmiştir. “Olaylardan sonra Çorum’da operasyon başladı. Ancak halk, başta Vali Rafet ÜÇELLİ, Emniyet Müdürü Nail BOZKURT ve tüm Yönetim Kadrosunu suçlu sayıyordu. Haklı görülen nedenleri de vardı. Çorum Emniyetinde görevli polislerin olayı başlatanlarla birlikte olduğu, onlara silah ve mermi getirdiği, ordu birliklerinin yapacağı aramaları önceden haber vererek saldırganların silahlarını saklamalarına yardımcı oldukları, bazı köylerden gelen silahlı militanları şehre soktukları tespit edilmiştir. “Vali ve Emniyet Müdürünün yanlılığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine Vali Rafet ÜÇELLİ ile Emniyet Müdürü Nail BOZKURT görevlerinden alınarak; Valiliğe İçişleri Bakanlığı Özlük İşleri Genel Müdürü Yüksel ÇAVUŞOĞLU, Emniyet Müdürlüğüne de Erdem YURTSEVEN atandılar.” 9 Çorum dışına taşan ölüm Faşist saldırganlar, Çorum’un giriş-çıkışlarını işgal ederek araçları tek tek arıyor, solcu ve Alevi yolculara işkence ediyorlardı. Yolculara adeta vize uygulanmaktadır. Yolculara işkence etmekle yetinilmiyor, üzerlerindeki para ve kıymetli eşyalar da gasp ediliyordu. Çorum-Ortaköy karayolu, MHP’lilerin yoğunlukta olduğu Ovasaray Köyünün yakınından geçmektedir. Ovasaray’dan 35-40 MHP’li militan yolu kapatır; Çorum’dan Alevi köyü Kozluca’ya giden bir kamyonu durdururlar. Selahattin ve Metin ARDIÇ adlı iki genç kardeşi kamyondan indiren faşistler, gençleri işkenceli sorgulamadan geçirirler. Selahattin’i vurarak ağır yaralarlar. Selahattin’in küçük kardeşi Metin henüz 10 yaşlarındadır. Ağabeyinin kanlar içinde yerde yatışını, eli silahlı faşistlerin bakışlarını gördükçe korkudan titremektedir. Saldırganlardan biri, kamyonun yönünü Çorum’a doğru çevirir, yaralı kardeşleri şoför mahalline yerleştirir. Ne var ki Metin daha çocuktur ve kamyonu kullanmasını bilmemektedir; yaşam mücadelesi içindeki Selahattin, yaşama umuduyla zor bela kamyonun direksiyonuna geçer, bir an evvel hastaneye yetiştmeye çalışmaktadır. Ama güçsüzleşmiş ve kan kaybetmektedir. İki kardeş SSK Hastanesinin önüne kadar güç bela gelebilmişlerdir. Bu hastane, faşistlerin üs olarak kullandıkları bir yerdir. Çaresiz hastaneye giren Selahattin’in ilk tedavisi yapılır ve sigortalı olmadığı gerekçesiyle Devlet Hastanesine gönderilir. Selahattin ARDIÇ’ın kan kaybı oldukça fazladır. Yardıma ihtiyacı vardır. Kardeşi Metin’i babasına gönderir. Babadır, acı haber üzerine hastaneye koşar. Hastanenin etrafı saldırgan faşistlerin denetimindedir. Tüm zorlukları göğüsleyerek oğlunu kurtarmaya uğraşır. Selahattin’in kan grubunun belirlenmesi gerekmektedir. Bir şişeye konulan kan, tahlil için Kan Merkezine gönderilmek üzere babasına verilir. Yollar, faşistlerin işgalindedir. Baba Cemal, her şeyi göze alarak yola çıkar. Hastaneye ulaşır, ne var ki bir görevli, “Komünistler burada kan tahlili yapamazlar” diyerek Baba Cemal’ın elindeki şişeyi alır ve SSK Hastanesinin önündeki barikata vurarak kırar. Sonuç: Kan tahlili yapılamadığı için gerekli kan bulunamamış ve Selahattin kan kaybından yaşamını yitirmiştir. 10 Ankara’da ameliyat sonucu yaşamını yitirmiş bir Alevi kadının cenazesi köyüne götürülmektedir. Cenaze arabası, Kuruköprü mevkiinde durdurulur. Eli silahlı faşistler, minibüstekilerin tümünü ve cenazeyi arabadan indirir. Kimlik tespiti yapılır, yolcuların Alevi olduğunu öğrenirler. Faşistler, cenazeyi açmak isterler. Cenaze sahipleri yaslıdır, defin ve yola çıkma belgelerini gösterirler. Belgeler yırtılır, coplarla cenaze sahipleri dövülür. Cenaze sahipleri yalvarmakta, karanlık çökmeden cenazeyi köye yetiştirmek istemektedirler. Ama karşılarındaki, ölüden bile intikam almaya çalışan gözlerini kan bürümüş faşistlerdir. Tabutu tekmeler, hakaretler savururlar. Sonunda, saldırganların içinde orta yaşlı birinin, “Bırakın şu pezevenkleri, cehennem olup gitsinler” demesiyle cenaze arabası yola devam edebilir. 11 Gün SAZAK’ın ölümünden beri ulaşıma kapalı yollar arasında, MHP’lilerin etkin olduğu Sünni köylerin yakınından geçenler de vardı. MHP’li olarak bilinen Kayı, Ovasaray ve Cemilbey Köyleri ile Çorum arası 25 kilometrelik yoldan hiçbir Alevinin geçmesine izin verilmiyordu. Aynı bölgedeki Ahmetoğlan, Çobandoğan, Savak ve Yoğunşehit Köylerinde yaşayan Aleviler, esir kampındaymışcasına dışarı çıkamıyor ve zorunlu gereksinimlerini karşılayamıyorlardı. Hayvanlar içerde, insanlar içerde, ekinler tarlada, eli silahlı faşistler yollarda… 12 Ceset... ceset... ceset... Faşistler, insan avındaydı. Önlerine geleni öldürüyor, işkence ediyorlardı. İhbar üzerine Mutluevler inşaatında iki ceset bulunur. Kimlik belirlemesinde birinin Yahya BARAN’a, diğerinin de Osman AKSU’ya ait olduğu ortaya çıkar. Elleri, gözleri ve ağızları bağlı olan cesetlerin her birinde 18’er kurşun yarası olduğu saptanır. Yahya BARAN’ın, sağ görüşlü Adnan BARAN’ın akrabası olduğu öğrenilir. 13 Faşist saldırganlar köy yollarını tutmuşlardır. Araçlardan indirilen solcuları, Alevileri veya kentte ele geçirdikleri kişileri tarlalara, inşaatlara götürerek orada öldürüyor, ekili tarlalara gömüyorlardı. Birkaç örnek şöyle: * Eskiekin Köyü sınırları içinde, buğday tarlalarında iki gencin cesedi ortaya çıkarılmıştır. Osmancık-Mehmet Teke Köyü nüfusuna kayıtlı Kazım GÜLER’e ait cesedin kurşunla delik-deşik edildiği; kimliği belirlenemeyen diğer cesedin de işkence edildikten sonra silahla öldürüldüğü... * Bayat’ın Gökboğaz Mevkiinde Şeref ŞAHİN adında bir gencin; Elvan Çelebi Köyü sınırları içindeki tarlalarda da SSK Çorum Hastanesinde çalışan Necati GÖKTAŞ’ın silahla taranan cesedi bulunmuştur. Tarlalarda bulunan cesetlerin tümünün solcu ve Alevilere ait olduğu; cesedi bulunmayan nice kayıp bulunduğu görülmüştür. Halkı kışkırtan polis Kemal MARAŞLI isimli polis memuru, MHP militanı gibi çalışan polislerin en önde gelenlerindendi. Olaylar başlamadan önce Kayseri’ye tayini çıkmış, ama ilişkisini kesmemiş olan MARAŞLI, Çorum’da görev yapmaya devam etmektedir. Aynı durumda olan ve tayini çıktığı halde Çorum’da bekletilen çok sayıda polis olduğu bildirilmektedir. Polis Memuru Kemal MARAŞLI, olay süresince Çorum’un cadde, sokak ve mahallelerini gezerek sürekli olarak halkı tahrik etmeye, kışkırtmaya çalışmaktadır. Kemal MARAŞLI, kendi görüşünde olan bir polis ekibiyle Milönü’ne girmeye çalışır. Milönü halkı, kurduğu barikatlarla yanlı görülen bu polislerin mahalleye girmelerini engellemeye çalışırlar ve durumu askeri birlik komutanı General Şahabettin ESENGÜL’e bildirirler. General ESENGÜL, hemen Valiyi arar ve ‘Oraya polis girmeyecektir. Eğer polis girerse askerin vur emri var” uyarısında bulunur. Bunun üzerine polislerin Milönü semtine girmesi engellenmiş olur. Bu engellemeye sinirlenen Polis Kemal MARAŞLI ekipten ayrılır, Yeşilyurt Mahallesindeki evine döner. Olay çıkarmadığı için rahat değildir. Evine girerken mahalle halkını kışkırtmayı sürdürür. Karısına, “Hiç korkma, kafalarına taş at. Yeter ki karakola gelsinler. Ben o zaman gösteririm. Burasını hepsine mezar yapacağım. Çorum’u kan denizine çevireceğim” diye mahallelinin duyacağı şekilde bağırmaktadır. Kemal MARAŞLI’nın adı sonraki kanlı olaylara karışır. Eşyalarını bırakarak karısıyla Çorum’u gizlice terk eder. Evini arayanlar, MHP’ye ait çok sayıda doküman bulur, duvarların da Türkeş’in fotoğraflarıyla süslendiği görülür. Sonradan Kemal MARAŞLI, Çorum olaylarına karışma ve adam öldürme suçundan yargılanır. Önce idam cezası verilir, cezası sonra müebbete çevrilir. 14 Kent içi göç ve fırsatçılar 28 Mayıs 1980’de başlatılan saldırı ve katliam Haziran ayı boyunca sürmüştür. Saldırı, tahrip ve cinayetler, kent içinde göçe neden oldu. Bu, amaçlananlardan en azından birinin gerçekleştiği anlamına geliyordu. İç göç, yoğun olarak, Alevilerin ve Sünnilerin iç içe oturduğu mahalle ve semtlerde oldu. Sünnilerin çoğunlukta olduğu mahallelerde oturan Aleviler, gereksinmeleri olan eşyalarını el arabalarıyla, traktörlerle, sırtlarıyla Alevilerin çoğunlukta olduğu Milönü, Bahçelievler, Yeniyol, Yavrutuna, Kali, Gülalibey gibi semtlere; Alevilerin çoğunlukta olduğu mahallelerde oturan Sünniler de aynı biçimde Sünnilerin ağırlıklı olduğu Cepli, Kuduzhan, Çöplü, Ulukavak, Uçdutlar, Karakeçili gibi semtlere göç etmeye başladılar. Emniyet yetkililerine göre Çorum’da 600’e yakın aile iç göç yapmıştır. Artık Çorum kenti, Beyrut gibi keskin çizgilerle ayrılmış durumdadır. İç göçe karşın, Aleviler de Sünniler de olayların devam edeceği korkusu içindeydiler. Olası bir saldırıda kendilerini korumak amacıyla sopa, demir çubuk, silah ve benzeri gereçler temin etmeye çalışıyorlardı. “Kurt dumanlı havayı sever” halk deyiminde olduğu gibi, fırsatçılar da toplumsal olayların yaygınlaştığı ortamlardan yararlanmaya çalışırlar. Çorum olaylarında da fırsatçılar türedi. Çıkarın sağı-solu, Alevisi-Sünnisi olmaz. Çorum’da Alevi-Sünni fırsatçıları gizlice ortaklık kurarlar. Sünniler mahallesinden göç eden Alevilerin evlerini ucuza almak için Sünni ortaklar devreye girer; Alevilerin yoğunlukta olduğu mahallelerden göç eden Sünnilerin evlerini de Alevi ortakları devreye girerek kelepir fiyatına satın alır. 15 Olaylardan ve iç göçlerden rahatsızlık duyan Çorum CHP İl Başkanı ile AP İl Başkanı şu açıklamayı yaptılar: CHP İl Başkanı Cemal SOLMAZ: “Çorum’da olayların başlamasına Gün SAZAK’ın öldürülmesi neden olmuştur. CHP’lilerin ve Alevi yurttaşlarımızın işyerlerinin yağmalanmasına, tahrip edilmesine, CHP’li parlamenterlerin tartaklanmasına, polis seyirci kalmıştır. Polis açıkça yan tutmuştur. İşyerlerini yağmalayanlar, öldürülen polisin cenaze töreninde hazır bulunmuşlardır., Bunlar hakkında hiçbir işlem yapılmaması, vatandaşın tepkisine neden olmuştur. İldeki olay, köylere mezhep çatışması diye duyurulmuş, köylüler galeyana getirilmiştir. Dışarıdan gelen kışkırtmacıların yanında polisin yanlı tutumu, silahlanmayı da teşvik ediyor, mezhep çatışmasını da körüklüyor. Polis olayları yatıştıracağı yerde, tahrik ediyor. Çorum halkı şu anda nefes alamaz duruma girmiştir.” AP İl Başkanı Saffet CERİT: ”Sessiz ve sakin olan ilimizde büyük olaylar tezgahlanmıştır. Alevi ve Sünnilerin oturdukları yerlerde vatan hainlerince ve devlet düşmanlarınca tezgahlanan oyunda vatandaşlarımız tam olarak ağa düşürülememiştir. Eğer bunların planları tam olarak tutmuş olsaydı, ilimizde kan gövdeyi götürür, büyük katliamlar olurdu. Halkımızı tahrik edenlerin dışarıdan geldiği kanaatindeyiz. Kahramanmaraş olaylarını tertipleyenler de bunlardır. Maalesef, olaylar mezhep çatışması boyutuna ulaşmıştır ve Alevi-Sünni ayrımı keskin çizgilerle gerçekleştirilmiştir. Olayları nefretle kınıyoruz ve halkımızın eskisi gibi huzur içinde yaşamaları için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.” 16 Jandarma Komutanı görevden alınıyor 28 Mayıs 1980’de Çorum’da MHP’lilerin başlattığı saldırılar boyutlandı. Polisler MHP’lilerden yana hareket ediyorlar, bundan cesaret alan saldırganlar büsbütün dizginsizleşiyorlardı. Gelişmeler karşısında Vali, jandarmadan yardım istemek zorunda kalır. Askeri birlikler, kentin çeşitli yerlerine yerleşir ve olayların gidişatını varlıklarıyla önemli ölçüde tayin ederler. Jandarma birliğine Yarbay Vural GÜRİDE komut etmektedir. Jandarma Yarbayı Vural GÜRİDE, polislerin solculara ve Alevilere karşı kinli tahriklerini, MHP’li saldırganlara nasıl yardımcı olduklarını görmekte; buna karşı önlemler almaktadır. Jandarma Komutanı, demokrat tutumu ve yansızlığıyla herkese güven verir. Faşistler bu durumdan rahatsız olur. Askeri birliklerin kenti boşaltmasını, bu başarılamazsa hiç olmazsa komutanın görevden alınmasını isterler. MHP Çorum Milletvekili Mehmet IRMAK, Çorum’a gelir; iç savaşa dönüşen kanlı olayların yaygınlaşmasını önlemeye çalışan jandarma ve askeri birlik komutanlarına, “Neye engelliyorsunuz?” diye baskı yapar. Önce Jandarma Komutanı Vural GÜRİDE ile görüşür, tehditle susturmaya çalışır. Demokrat ve yansız tutumunda kararlı olan Yarbay’ı etkilemek mümkün olmaz. Milletvekili IRMAK, bu kez Çorum’da görevlendirilen askeri komutan Tuğgeneral Şehabettin ESENGÜN’le görüşür. Tuğgeneral Şehabettin ESENGÜL, Nokta Dergisi muhabirine, MHP Milletvekillerinin baskısını şöyle anlatır: “İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı suretle yaranın kabuklaması değil, kanamasını isteyenlerdi. İşleri güçleri Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip karma karışık etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadı. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizör rol oynamayacaksınız. Güvenlik tedbirleri tam olarak almayacaksınız, bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üzerine saldırıp imha etmek istiyorlardı... “Bir asker kişi olarak bir generale zaten tehditleri sökmezdi de. Ama ‘Senin cezanı biz veririz’ gibi bir davranış içindeydiler. Özellikle birisi fevkâlade küstah bir tavır içindeydi. Bunun karşısında benden gerekli uyarıları aldılar, zamanın Valisi Yüksel ÇAVUŞOĞLU’nun makamında, son olaylar sırasında kendilerine Çorum’da bulunmamalarının daha hayırlı olacağını, güvenlik kuvvetlerinin ve güvenlikten sorumlu bana bağlı birliklerin burada vazifeli olduğunu ve asker oldukça onların beklediği manzaranın ortaya çıkmayacağını kendisine söyledim.” 17 Süleyman DEMİREL hükümeti, MHP ve MSP’nin desteğiyle kurulan azınlık hükümetidir. Süleyman DEMİREL’in sağcı örgütleri koruduğu ve desteklediği herkesçe bilinmektedir. MHP’nın baskı ve önerisi doğrultusunda Jandarma Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE görevden hemen alınır. Böylece, Çorum’da MHP’lilerin önündeki engellerden biri kalkmış oluyordu. 18 Çorum’da 28 Mayıs’da başlayan, Haziran ayı içinde de aralıklarla devam eden saldırı, tahrip, yakma ve cinayetler, noktalanmış görünmektedir. Oysa Çorum için için kaynıyordu. Gazeteci gözüyle Cumhuriyet Gazetesinin muhabiri Reha ÖZ ile Mahmut TUNABOYLU, olayların başladığı 28 Mayıs’tan 20 Haziran’a kadar olan birinci saldırıyı geniş bir şekilde incelediler. İnceleme, dizi halinde yayımlandı. Bir bölümden bazı pasajlar şöyle: “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı öncesi MHP’liler, ‘İslamcı Gençlik’ adını kullanarak kentte bildiriler dağıtıyorlar ve ‘halkı cihada çağırıp, bayrama saldırmalarını, kızların iffetini kurtarmalarını’ istiyorlardı. Bayram günü eli sopalı, zincirli faşistler stad kapılarını tutarak halka saldırdılar. Çok sayıda kişiyi yaraladılar. Olaylardan sonra gözaltına alınan hiçbir faşist yokken, polis kent içinde sol görüşlü gençlerin oturduğu kahvehaneleri basıyor, karakola doldurulan gençler günlerce dayak yiyorlardı. “Emniyet Müdürü Nail BOZKURT, faşistlerin eylemlerine karşı yumuşak bir tavır alırken, solun en küçük bir hareketine olanca gücüyle yükleniyor. Sol eğilimli gençler günlerce karakolda işkenceden geçiriliyor, adliyeye sevk edilmiyorlardı. Nail BOZKURT yanlı tavrını öylesine rahat kullanıyordu ki, bazen olanlardan Vali Rafet ÜÇELLİ’nin bile haberi olmuyordu. Örneğin Çorum’un Ortaköy İlçesine bağlı Karahacip Köyü yolunda yakalanan bir öğretmen ve üç faşistin üzerinde 7 tabanca ele geçirilmiş. Ancak kendisinden bilgi sorulan Vali ÜÇELLİ, ‘Benim böyle bir olaydan haberim yok. Nasıl oldu, ben bir öğreneyim’ karşılığını vermişti... “Yine Kargı ilçesinde MHP yanlıları ile devrimci gençler arasında çıkan silahlı çatışma sonucu, sol görüşlü bilinenlerle CHP’lilerin işyerleri tahrip edilmiş, faşist saldırganlar yerine, saldırıya uğrayan devrimciler karakollara çekilip dövülmüşlerdir. Bu olaylar da Vali’den gizleniyor, ancak olayların yinelenmesi iledir ki üzerine gidiliyor. “Emniyet Müdürü Nail BOZKURT, son olarak Tekirdağ’dan ve Ankara Polatlı’dan Çorum’a atanan iki emniyet müdürü yardımcısını da kısa sürede tutum ve davranışlarıyla pasifize etti ve bu iki emniyet müdür yardımcısının bazı olaylara müdahale etmek istedikleri ve bu nedenle pasifize edildikleri Çorum’da herkesin bildiği bir gerçek... “...29 Mayıs günlü olaylar hakkında bilgi sorulduğunda, Vali, bazı dükkanların taşlarla tahrip edildiğini, yakma, yıkma olayı olmadığını, ayrıca ölü de bulunmadığını ileri sürüyor. ‘Olaylarda sadece dört kişi yaralanmıştır’ diyordu. Vali olayları kimin çıkardığı yolundaki bir soruya da ‘Yorum yok’ şeklinde yanıt veriyordu. “Oysa ÜÇELLİ’nin bunları söylediği sırada Servet YILDIRIM adlı sol görüşlü bir yurttaş yaralanmış. Çorum Gazetesi ve 50’ye yakın işyeri tahrip edilip, ateşe verilmişti. “... Tüm bu olanlardan sonra İçişleri Bakanı Vekili Orhan EREN, Çorum’daki olayları ‘karşı görüşlerin’ çatışması olarak gösterebilmiştir. EREN, olaylarda güvenlik görevlilerinin yan tuttuğu yolundaki haberlere ilişkin bir soruya şu yanıtı vermişti: ‘Ben bu kanaatte değilim. Siz önce hüküm veriyorsunuz. Ona göre varsayım yapıyorsunuz. Bu olaylarda polis yan tutmamıştır. Olaylar zaten iki polisin öldürülmesi üzerine başlamıştır. Bu herhalde olaylar hakkında yeteri kadar fikir verir.’ “Daha önce de, öldürülen CHP’liler için ‘Öldürülenler normal CHP’liler değildir’ özdeyişini, siyasal yaşamımızdaki yerine tüm çirkinliğiyle oturtuveren EREN, altı polisin Çorum’daki olaylarda öncülük ettikleri gerekçesiyle işten el çektirildikleri ve bunun savcı yardımcısı tarafından resmi olarak açıklandığı hatırlatılınca da şu yanıtı vermişti: ‘Savcı Yardımcısından önce Savcı ve Vali vardır. Bunu Vali değil, Savcı Yardımcısı söylemiş. Çorum’da altı polis tutuklandı diye bir şey yok. İçişleri Bakanlığı’na bu konuda bir bilgi gelmedi. Bu doğru değildir.’ “ 19 Bir bilim adamının üzüntüsü Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU Çorumludur. Çocukluğunu, gençliğinin büyük bölümünü Çorum’da geçirmiş, çağdaş, ilerici bir toplumun oluşması için 70 yıla yakın uğraş veren bir bilim adamıdır. Çorum olaylarını duyduğunda dünyası sarsılır. Kinin ve yobazlığın önüne bilimin ve aklın geçmesini isteyerek üzüntülerini şöyle dile getirir: “Hürriyet Gazetesinde Çorum kentinin düşman kamplara bölünmüş durumunu gösteren plana baktım. Cumhuriyet Gazetesinin 20-21 ve 22 haziran 1980 sayılarında Reha ÖZ ve Mahmut TURNABOYLU’nun Çorum olaylarını anlatan röportajlarını okudum. Yerinde yapılmış gözlemlere dayanan bu incelemeler beni -itiraf edeyim- çok büyük üzüntüye ve dehşete düşürdü. Onlarda sözü edilen mahallelerden bir bölümü çocukken barış içinde sere-serpe oynadığımız yerlerdi. Milönü, Bahçelievler gibi semtler ise, baharda çiğdem topladığımız, yazın kurulan harmanlarında düven sürmeye gittiğimiz düzlüklerdi. Demek buralar birkaç gün içinde savaş cephelerine dönüşmüş, binlerce kurşun vızıltılarına sahne olmuştu. Benim hemşerilerimden bir bölümü, başka bir bölümünü kıyasıya yok etmeye kalkışmıştı oralarda. Acaba niçin? Bunu bilen var mıydı aralarında? Bir türlü inanasım gelmiyordu bu katliam girişimine. “Şu günlerde Çorum’dan İstanbul’a gelmiş olan birkaç tanıdık, Çorum’u alt-üst etmeye kalkışan ve kentte tahribat yapan militanlardan çoğunun Çorum’un yabancısı olduğunu, dışarıdan geldiklerini söylediler. Hem bunu söyleyenler Alevi değil Sünni, solcu değil AP’li kişiler, kendi hallerinde bir karı-koca. Evleri Alevilerin çoğunlukta olduğu bir mahallede bulunduğu için onları da Alevi sanmışlar, militan saldırganlarca rahatsız edilmişler. Çok tedirgin bir durumdaydılar. İş bulup yerleşmek umuduyla gelmişler İstanbul’a, ‘Artık yaşanacak yer olmaktan çıktı Çorum’ diyorlardı, büyük bir üzüntü içinde. “İstanbul’daki başka bir hemşerimden de şunu duydum. Eski Demokrat Partililerden olup işleri tıkırında giden bir zat, birkaç günlüğüne Çorum’dan İstanbul’a gelip dönmüş ve ‘Bütün işler Kızılbaş Jandarma Alay Komutanı yüzünden bozuldu. Çünkü o Kızılbaşları tutuyordu’ demiş. Oysa bütün namuslu gazeteler -MHP’li Milletvekillerinin istemi üzerine sonradan değiştirilen- bu komutanın yansız tutumu almasaydı Çorum’da da bir Maraş katliamı olur ve kan gövdeyi götürebilirdi’ diye yazdılar. Herhalde doğrusu da bu. “İki ineğimizle birkaç koyunumuzu babam ortakçıya vermişti. İneklerin ortakçısı, Çorum Ovasına bakan Kösedağı’nın öte yüzündeki Kızılören Köyü’nden Lafçı Ali adında bir Aleviydi. Belirli aralıklarla ve hiç aksatmadan yağ, kaymak ve yoğurt getirirdi ineklerin ürününden. Öbür ortakçı Çorum Ovasındaki Buluz Köyü’nden Ömer Ağa adında bir Sünniydi. Bunu şuradan biliyorum. Doğan kuzuların öldüğü, koyunlarımızın süt vermediği haberini getiren Ömer Ağa’ya öfkelenen babam, bir gün önce, ‘Ağzından Allah ve Muhammed üzerine yemin eksik olmaz ama ne hikmetse herkesin koyunları döl verir hep bizimkiler vermez. Şu Kızılbaş Lafçı’nın (Yani öbür ortakçının) hiç yemin ettiğini duymadım ama, hak yediğini de görmedim’ diye bağırmıştı. “Kimi zaman babam, kimi zaman amcalarımla birlikte Çorum yöresindeki Çerkez, Kürt, Sünni ve Alevi Türk Köylerinden birçoğuna gitmişimdir. Halkı Sünni olan köyler için ‘Sünni’ nitelemesi kullanılmazdı. Halkı Alevi olan köylere ‘Kızılbaş Köyü’ denilirdi. Çorum kentinin sadece bir kıyı mahallesinde Kızılbaşların oturduğu ve orada yoksul kişilerin yaşadığını bilirdim. Ama o uzak mahalleye hiç gitmedim... “... Kızılbaşlar üzerine öyküler dinlemiş, onların kötü ve ahlaksız insanlar olduğuna inanmıştık. Enbiyaların Bahattin, ‘Kızılbaş, gavurdan beterdir’ derdi. Babasından duymuş, oysa şimdi bileğimi saran şu iyi kalpli adamın yüzünde hiç de kötülük belirtisi yoktu. O günden sonra hiçbirimiz onun ardından bağırmadık. Ve ben, çok sonraları Aleviler için çıkartılan söylentilerin Sünni iftiraları olduğu kanısına vardım. “Bunları hatıra anlatmak için yazmadım. Burada anıların sırası değil şimdi. Çorum ve yöresinin etnik ve mezhepsel durumunu vurgulamak için yazdım. Demek ki, Türkiye’yi bölüp parçalamak ve böylece kendi hırslarını doyurup kötü amaçlarına ulaşmak isteyen melunlar hep etnik durumları böyle olan bölgeleri seçiyorlar. “Anlattığım günlerden bu yana Aleviler ekonomik bakımdan geliştiler ve Çorum’un birçok mahallesinde mülk edindiler. Cumhuriyetin ilânından ve Atatürk’ün laiklik devriminden sonra, Alevi ve Sünni yurttaşlar arasında kız alıp vermeler de çoğaldı. Pek çok Alevi yurttaş yüksek öğrenim yaparak ülkede önemli görevler aldı. Ve sorumluluklar yüklendi. Ülkemizde o denli barışçı bir ortam oluştu ki, büyük kentlerde kimin Sünni, kimin Alevi olduğu bilinmez ve sorulmaz oldu. Doğal olanı da buydu. Çünkü, ister Sünni, ister Alevi, yurttaşların hepsi... “... Haydi bunlar türlü propaganda, slogan ve mitlerle aldatılmış deneyimsiz gençler diyelim ve günümüzde işbaşında olan politikacılardan da umudumuzu keselim. Ama yüksek öğrenim görmüş ve ‘aydın’ nitemini takınmış yöneticilere ne diyelim? Politikacıların eleştiri ve kıyımını düşünmeksizin vaktinde yasal önlem alıp tam yansız bir tutum ve davranışla tüm suçluları adalete vererek, böyle kanlı olayların önünü alacak olanlar onlardır. Ne yazık ki onlardan kimisi, bunun tersini yapmakta, sol kesime karşı gereğinden çok sert davranırken; sağ kesimin saldırganlarına göz yummaktadır. Çorum Valisi ve Emniyet Müdürü böyle tutumları dolayısıyla istemeye istemeye değiştirilmiştir. Çok daha sonra, yansız davranışlarıyla halkın güvenini kazanmış olan Jandarma Alay komutanı da ne yazık ki değiştirilmiştir. Bazı illerdeki yöneticilerin aşırı yan tutucu durumlarını son Nevşehir olaylarında da gördük...” 20 CHP’nin hazırladığı rapor 28 Mayıs günü başlayan faşist saldırı üzerine Altan ÖYMEN, Şükrü BÜTÜN, Ethem EKEN, Erol ÇEVİKÇE ve Vehbi MEŞHUR’dan oluşan CHP parlamenter heyeti, Çorum ve Merzifon’daki saldırı olaylarını yerinde inceler ve değerlendirmelerini bir rapor haline getirirler. Altan ÖYMEN tarafından basına açıklanan raporun bazı bölümleri şöyle: “... Yüz gün içinde kurtarılmış bölgeleri kaldıracağından söz eden DEMİREL’in yönetiminde tam tersine birçok kent ve kasaba bölüm bölüm sağcı militanların kurtarılmış bölgesi haline getirilmekte, devlet daireleri de başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere kurtarılmış daire haline sokulmaktadır. “Devlet güçlerine karşı duyulan güvensizliğin ülkeyi büyük bir göç alanı haline getirdiğini, binlerce insanın mahallelerinden mahallelere, kasabalarından kentlere, kentlerden büyük kentlere akın ettiklerini, ayrıca yurt dışına iltica etmek isteyenlerin sayısının da hızla yükseldiğini;... “DEMİREL hükümeti ise Türkiye’yi altı ay içinde göçülen ve kaçılan bir ülke haline sokma vebalinin utancını duymak bir yana, tam tersine bu kaçışa yol açan olayları, bilinçli olarak körüklemektedir... “Çorum’da halk, polisin yanlı tutumundan kendisini korumak için bu barikatları kurmuştur. Polisin yanlı tutumu, resmi demeçlerle de ortadadır. Çorum Savcı yardımcısı, altı polis memurunun tahrikçilik ve öncülük yaptıkları saptanarak haklarında soruşturma açıldığını bildirmiş. Buna karşılık DEMİREL, grupta yaptığı konuşmada, ‘Barikatlar kurularak bir mahalleye devlet güçlerinin girişi engellenmektedir’ diyebilmektedir. DEMİREL’in bu açıklamasından sonra Çorum Valisi, ‘Barikatları gece saldırılardan kendilerini korumak amacıyla halk kurmuştur’ demiş, böylece DEMİREL’in olayı saptırdığı ortaya çıkmıştır...” 21 3. Katliamın İkinci Dönemi a) İkinci Saldırı Hazırlıkları Açık hazırlık ve yetkililerin kayıtsızlığı 28 Mayıs’ta başlayan olaylarda faşistlerin amacı, Çorum ve Çorum’a bağlı ilçe ve kasabalarda oturan solcu ve Alevileri baskı ve katliamlarla korkutmak, göçe zorlamak, süreç içinde bölgede denetimi tam olarak ele geçirmekti. Ancak, Kahramanmaraş katliamından ders çıkaran Çorum halkı, saldırının ilk günü, kendi olanaklarıyla kurduğu barikatlarla özgüvenliğini önemli ölçüde sağlar. Ayrıca, faşistler ilk saldırıda Sünni topluluğun yeterli desteğini görmemişlerdi. Bu ve diğer nedenlerden dolayı, faşistlerce istenilen başarı sağlanamamıştı. Faşistlerin çalışmaları artık 28 Mayıs ve izleyen günlerde cereyan eden saldırılarda görülen eksikliklerini gidermeye yoğunlaşmıştı. Kent halkının Sünni kesimlerinin aktif desteğini almak, başlıca amaçlardan biri haline gelmişti. Ayrıca olası eksikliklere karşı, dışarıdan faşist militan ve silah getirme, saldırıya engel olan ve olması beklenen devlet görevlilerini kentten uzaklaştırma faaliyetlerini hızlandırdılar. İçlerinde ekipler oluşturarak mahalle, kasaba ve köy çalışmalarına yöneldiler. Köy ekipleri, militanlarına saldırı yöntemlerini öğretiyor. görev yer ve konumlarını saptıyordu. Saldırı öncesi günün akşamı, görevlendirilen ajitatörler, Maraş’ta ve diğer yerlerde uygulanan ve artık bilinen yöntemi hayata geçireceklerdi: “Aleviler, Çorum’da camileri bombaladılar, çok sayıda Müslümanı öldürdüler; kadın ve kızlara tecavüz ettiler. Biz Müslüman olarak bu din kardeşlerimize yardım etmeliyiz!” Saldırının başlama mesajı alındığında, kenti çevre bölgelere bağlayan yollar denetim altına alınacaktı. Yollarda kimlik kontrolü yapılacak; Alevi ve solcular esir alınarak sorgulama komitesine teslim edilecekti. Kentte, Validen başlayarak yetkililerin ve istihbarat birimlerinin, faşistlerin hazırlıklarından habersiz oldukları düşünülemez. Bir an kendi kaynaklarıyla bilgi alamadıklarını kabullenelim. Ama yetkililer sürekli olarak uyarılmıştır. Nitekim, saldırıdan üç gün önce, 30 Haziran’da, iki büyük partinin kent temsilcileri, CHP İl Başkanı Cemal SOLMAZ ile AP İl Başkan Yardımcısı Erol ŞAHİN, Vali Yüksel ÇAVUŞOĞLU ve Emniyet Müdürü Erdem YURTSEVER’le görüşürler; görüşmede, yetkililere MHP’nin saldırıya hazırlandığı iletilerek önlem alınması istenir. 22 Tehlikenin varlığı, yine 30 Haziran’da, bir başka tür haberci tarafından da duyuruluyor. Saat 16.30 sıralarında, sonradan Adnan ÖZEJDER’e ait olduğu öğrenilen, 19 AT 535 plakalı ve yeşil renkli bir Murat 131 otomobil, sol görüşlülerin oturduğu semtlere dalıyor, içinden çevreye ateş açılıyor, ateş sonucu Hatice İLHAN isimli bir lise öğrencisi ağır yaralanıyor. Halkın takibi sonucu otomobil Milönü semtinde yakalanıyor, içindekiler kaçıp kurtulurken, otomobil ateşe veriliyor. 23 Daha ilginci, İçişleri Bakanlığı’na ulaşan bir haberdir. Bu habere göre, Çorum’da faşist saldırıya karşı direnen sol görüşlülere, köylerden yardım gelecektir. Alınan ‘istihbarat’ sonucu, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Çorum Valiliğine şu telgrafı çekmiştir: “Sayın Yüksel ÇAVUŞOĞLU, Çorum Vali Vekili Çorum’da meydana gelen olaylarda köy ve köylülerin şehir ve kasabalarda bulunan yakınlarına silah getirerek ya da karışarak yardımcı oldukları, bu sebeple Çorum’un köylere açılan çıkış yollarının ağzında daima kontrol yapılması gerektiği, Bahabey Koruluğu ve Su Deposu bölgesi ile Kuşsaray Köyü’nden Nadık Pınarı ve Milönü Mahallesi’ne gelen yolun kontrol altına alınması gerektiği, Alaca, Sungurlu, Mecitözü ilçelerinin de hassas olduğu, buralarda da tedbirli bulunulmasının gerektiği, olayların sıcaklığını kaybettikten sonra provokatör ve suçluların aranmasının zaruri olduğu ileri sürüldü. Bilgilerinize rica ederim. Durmuş YALÇIN Müsteşar (İçişleri Bakan yardımcısı)“ 24 Bunca bilgi ve uyarıya karşın, önlem alınmaması oldukça anlamlı ve düşündürücüdür. İçişleri Bakanlığı’nın gönderdiği telgrafın içeriği daha da anlamlıdır. Telgrafa göre yalnız solcuların ve Alevilerin oturduğu semtlerin dışarıyla ilişkilerinin kesilmesi öneriliyor. Nitekim telgraf üzerine söz konusu semtlerde operasyon başlatılır. Mahalleyi saldırıya karşı koruyacak 100’e yakın kişi gözaltına alınır. Saldırıyı yapan faşist örgütlerin bulunduğu semtlerde hiçbir arama yapılmaz. Solcu ve Alevilere yönelik operasyonlar sürüyor Mayıs’ta başlatılan ilk saldırıda, MHP’li ülkücüler, Alevi ve solcuların yoğun olduğu semt ve mahallelere girememişlerdi. Olaylar yatıştıktan sonra, emniyet kuvvetleri, bu bölgelerde operasyonlara başladı. Terlemezevler semtinde bulunan Çorum Şoförler ve Nakliyeciler Derneği Başkanı Hasan ÖZTÜRK, faşist saldırılara karşı cesaretle durmakta ve çevredeki halkın direnmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Ayrıca, Hasan ÖZTÜRK’ün evi, faşistlerin üs olarak kullandıkları SSK Hastanesine yakın, çevreye egemen bir tepenin üstündedir. Faşistler, bu tepeyi ele geçiremiyor, böylece istedikleri semtlere ateş etme olanağı bulamıyorlardı. Polisler, Hasan ÖZTÜRK’ü de gözaltına alır. Oturanların çoğunluğu CHP’li ve Alevi olan Üçevler semtinde operasyon düzenleyen polis, semtteki erkeklerden 60 kişiyi gözaltına alınır. Faşistlerin egemen olduğu semtlerde herhangi bir arama ve operasyon yapılmadığını vurgulamak herhalde gerekmiyor. 25 Cihad bildirisi dağıtılıyor MHP’li ülkücüler, İskilip’te bildiri dağıtarak halkı din için savaşa (cihada) çağırır. Bildiri şöyle: “Büyük Türk Milleti, Aziz İskilipliler, “Son bağımsız Türk devleti üzerinde oynanan hain oyunları, komploları, plânları görmemek için artık kör olmak, hatta hain olmak gerekir. “Türk varlığını dünya üzerinden silmek isteyen emperyalist güçlerin yerli uşakları, komünistler, vatan hainleri, bölücüler, Türk devletinin temeline dinamit koymak isteyenler ellerindeki Rus ve Çin yapısı silahlarla ne yapmak istemektedirler. “Bu eli silahlı eşkıyalara karşı artık kesin tavır almak, dur demek zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir bile. Kıymetli hemşerilerimiz, Müslüman Türk milletini bataklığa sürüklemek isteyen, bölmek, parçalamak, yok etmek, isteyen komünist cinayet çetelerine karşı uyanık olalım. Türk devletini yok etmek isteyen bu hain emperyalist güçlere karşı yılmadan, çekinmeden, canı pahasına mücadele veren-Ülkücü Türk Gençliği’ne destek olalım. Büyük Cihada hazırlanalım. “Ülkücü Türk Gençliğinin her ferdinin cesetleri birer birer çiğnenmedikçe bu mübarek vatan topraklarına komünizm girmeyecektir. Ülkücü Türk Gençliği barış zamanı bir karıncanın ayağına basıp incittiği zaman bundan üzüntü duyacak kadar yufka yürekli olduğu gibi, aynı zamanda vatan hainleri için sokaklar dolusu idam sehpası dikecek kadar da gaddardır. Burası da böyle bilinsin. Bizi komünist kurşunları değil, milletimizin susuşu öldürüyor. Kanımız aksa da zafer İslamın. Yolumuz Allahın yolu. / ÜLKÜCÜ GENÇLİK” 26 İskilip’te dağıtılanla aynı içerikte bir bildiri de Çorum’da dağıtılmıştır. SSK Hastanesi üs haline getiriliyor Çorum SSK Hastanesi, sağın etkin olduğu bir yerdir. Faşistler, SSK Hastanesini üs olarak kullanmaktadır. Kendi yaralılarını burada tedavi ederken; karşıt görüşten gelen yaralılara işkence yapıyor kimilerini de öldürülüyorlardı. Hastanenin bodrum katı işkencehane olarak kullanıyorlardı. Hürriyet Gazetesinin muhabiri Saygı ÖZTÜRK, hastanede gördüklerini şöyle yazıyor. “Çorum Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi belli bir grubun üssü olarak kullanılıyor. Silahlar buraya sokuluyor, bodrum katında işkenceler yapılıyor. Çorum’da kanlı olaylardan görüntüler ve çizgiler şöyle: SSK Hastanesi güvenlik kuvvetlerince aranacaktı. Asker çevreyi sardı. Personelin dışarı çıkışına izin verilmedi. İçeride büyük bir arama için tüm timler hazırdı. Şanlı Türk askerine ‘Komünist’, Mehmetçik’e ‘Piç’ diye bağıranlar cezasız kalamazdı… “Geniş bir arama tarama yapıldı. Dolaplar açıldı, bodrum katı arandı. Yatakların altı arandı... Burada çeşitli suçların failleri de bulunuyordu. Ama bunlar ele geçirilemedi, neden mi? “Askerin arama yapmasından hemen önce hastanede yoğun bir faaliyet başlamıştı. Bazı askerlerin teşhis ettiği kişiler tuvaletlerde bıyıklarını sakallarını kesiyor, saçlarını yanlarındaki kişilere tıraş ettiriyorlardı... Hastanenin bazı personeli yaralıları unutmuş, hastane içine sızanlara ‘görevli’ belgesi çıkartmakla meşguldü. Sonuçta ancak üç militan bu hastanede ele geçirilebildi. Tabii saçına kıyamayan bir hemşire, ‘Komünist asker’ demenin bedelini gözaltına alınmakla görecekti. “Terlemezevler semtinde bir genç silahlı beş kişi tarafından koluna girilip kaçırılıyordu. Bu genç de öldürülecek, ya da örgüt evinde sorguya çekilip, hakkında karara varılacaktı... Gencin tüm direnmelerine rağmen beş kişi onu sürükleyerek götürmeye uğraşıyordu. Sırtına bir tabancanın namlusu dayanmıştı... Bir köşebaşında asker belirdi. Gerçi kaçırmak isteyenler paniğe kapıldı ve genci orada bırakıp kaçarlarken arkadan ateş ettiler. Gözlerimle tanık olduğum bu olaydan sonra yaralı kişi hastaneye getirildiğinde olayın etkisi ile konuşamadığını, dilinin tutulduğunu öğreniyordum...” 27 Faşistler, SSK Hastanesinin çevresindeki apartmanlara uzun menzilli ve otomatik silahlarını yerleştirmiş, solcu ve Alevi evlerine ateş ediyorlardı. Polis, bunları görmüyor muydu? Görmez olur mu? Kimi polisler, faşistleri koruyor; kimi polisler de faşistlerle birlikte bizzat saldırı düzenliyordu. SSK Hastanesinde çalışan 21 personel, dilekçeyle Çorum Valiliği’ne can güvenliklerinin olmadığını bildirirler. Dilekçe şöyledir: “Valilik Makamına - ÇORUM “MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK’ın öldürülmesi ile 28. 05. 1980 tarihinde Çorum ili merkezinde başlayan 04. 07. 1980 tarihinde Alaattin Camiine bomba atıldığı iddiası ile devam edegelen ve geniş boyutlara ulaşan anarşik olaylar sonucunda birçok kişi kaçırılıp işkence edilmek suretiyle yaşamını yitirmiştir. Biz aşağıda isim ve adresleri yazılı şahıslar SSK Hastanesinde personel olarak çalışmaktayız. Adı geçen bu hastanede görevli arkadaşlarımız Necati GÖKTAŞ kaçırılıp, işkence edildikten sonra öldürülmüştür. “Hastane, bulunduğu muhit itibariyle asayiş ve can güvenliği yönünden çok hassas bir bölge olup olaylar sürekli bu bölgeden kaynaklanıp il çapında yayılmaktadır. Yine bu cümleden olmak üzere arkadaşlarımızdan Erol ÖZLÜ ve Halil ÇEVİK de karşıt görüşlülerce dövülmüş olup, bunlardan Erol ÖZLÜ’nün 20 günlük raporu mevcuttur. Berber Ekrem ÇELEBİ, Erol ÖZLÜ’yü ziyarete gittiğinde, silahlı saldırı sonucunda ağır derecede yaralanmıştır. “Hastanede görevli personelin şefi Nuri ÇIRAK, A. Hamdi EFE, İsmet KUZU, Bekir KOZAN, İbrahim YILDUZ, Mehmet PEKER; hemşirelerden Şadiye İLMEN, Hatice ALKAN, Sevil TARHAN, İsmail HÜYÜKOĞLU, Osman CENGİZ, Aslan AKBAŞ, Ömer YAKAR, Ali KOL, Dursun YÜKSEL, Hidayet KILIŞ bu hastanede devlet memuru görevini tam anlamıyla suistimalle, MHP’nin adeta bir militanı olarak çalışmakta, dışarıdaki militanlarla işbirliği halinde SSK Hastanesi yöresinde tüm olayları tezgahlamaktadırlar. Hastane adeta siyasi bir partinin karargahı haline gelmiş olup, karşıt görüşlü yaralıların dahi tedavi ve can güvenliği olanağı kalmamıştır. Yukarıda bahsi geçen karşıt görüşlü arkadaşlarımız sürekli bizleri tehdit ve baskı altında tutmakta, görevimizi yapmayı engellemekte, bizleri hastaneye sokmamaktadırlar. “Kahraman Türk Ordusunun şerefli mensuplarına ‘Komünist asker, defol’ diye bağıran hemşire Şadiye İLMEN, Pansumancı Ömer YAKAR, Necmettin SALİMOĞLU halen bu hastanede görev yapmakta, nedense yakalanıp sorguları yapılmamaktadır. “Yukarıda bahsi geçen olaylar sonucunda bu hastanede can güvenliğimiz ve çalışma barışı kalmamıştır. Olayların kaynaklandığı bir muhit olmasına rağmen gerek hastane çevresinde, gerekse içerisinde herhangi bir etkin can güvenliği bulunmamaktadır. İleride doğması muhtemel hadiselerin önlenmesi, çalışma barışının sağlanması, can güvenliğimizin temini için gerekli etkin önlemlerin alınmasını, bahsi geçen konular üzerinde hassasiyetle durulmasını, gidiş ve dönüşlerimizde bizlere servis arabası tahsis edilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz. 14. 07. 1980” 28 SSK Hastanesininin durumu böyle. Çorum Valisinin ve Emniyetin yanlı tutumu belli. Kimi kime şikayet edeceksiniz? b) Cihad Çağrıları ve Saldırı 1 Temmuz gecesi: Saldırı başlıyor Kent dışından gelmesi gerekenler gelmiş, Sünni köylerdeki MHP yanlılarının hangi köy yolunu kontrol edeceği, ele geçirilen solcu ve Alevi yurttaşlara neler yapılacağına ilişkin hazırlıklar tamamlanmıştır; artık saldırı işareti beklenmektedir. Çorum merkezinde oturmakta olan solcu ve Alevilerin önemli bir kısmı, emniyet tarafından gözaltına alınmıştır. Faşistler, uzun menzilli silahlarını apartman çatılarında mevzilendirmişlerdir. Ev ve işyerlerini yakmak için gerekli benzin ve malzeme hazırlanarak görevlilere teslim edilmiş, esir alınan solcu ve Alevilerin saklanacağı yerler de belirlenmiştir. En nihayet, halkı cihada çağıran bildiriler de dağıtılmış, kısacası katliamın tüm hazırlıkları tamamlanmıştır. Bu savaş Arabistan çölündeki Bedevilerin hurmalık savaşı değil; demokrasi ile faşizmin savaşı olacaktı. Hazırlıklar, bunu gösteriyordu... 1 Temmuz 1980; Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece... Terlemezevler ile SSK Hastanesi civarına yerleştirilen uzun menzilli silahlarla solcu ve Alevi evlerine ateş açılır. Bu, çatışmanın başlangıç işaretidir. “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” sloganıyla saldırı başlatılır. Faşistlerin egemen olduğu Bahçelievler, Mutluevler, Etievler, Yavrutuna ve Terlemezevler, Ulukavak, Çatalhavuz, SSK Hastanesi semt ve mahallelerinden yayılan silah sesleri, kenti çınlatmaktadır. Solcu ve Alevilere ait ev ve işyerleri yağmalanmakta, tahrip edilmekte ve ateşe verilmektedir. Kısa sürede alevler içinde kalmış kentin üstüne kara bir duman çökmüştür. Saldırıya uğrayan semtlerin telefonu kesilmiş, halkın yardım isteme ve haberleşme olanakları ortadan kaldırılmıştır. İlk saldırı, Şoförler Derneği Başkanı Hasan ÖZTÜRK’ün evine yapılır. Hasan ÖZTÜRK gözaltındadır. Ev ile önünde bulunan iki TİR kamyonu tahrip edilerek yakılır. 2 Temmuz: Boyutlanan saldırı ve sokağa çıkma yasağı Çarşamba günü, Çorum’un pazarıdır. Çorum’daki çatışma ve saldırıdan habersiz olan çevre köy ve kasaba halkı, satacak ürünlerini traktörlerle, minibüslerle Çorum’a götürmek üzere yola çıkmışlardır. Yollar silahlı ve maskeli faşistlerce tutulmuştur. Kent pazarına gelen tüm araçlar durdurularak kimlik kontrolü yapılmaktadır. MHP’lilerin kendi yandaşlarına gizlice verdikleri parolayı söyleyenler pazara bırakılmakta, diğerleriyse sorgudan geçirilmekte, saatleri, yüzükleri, paraları ve eşyaları gasp edilmektedir. Alıkonanlar daha sonra minibüslerle belirlenen yere götürülerek görevlendirilen adamlara teslim edilmektedir. Aralarında kadınların da olduğu bu kişilere elle, küfürle taciz ve hakaret ediliyor, işkence yapılıyordu. Cezaevi firarisi katiller ise, köylerde saldırılarını sürdürüyorlardı. Bu katiller, Yoğunpelit Köyü’nde köyün koyunlarını güden çoban Mehmet KAYGISIZ’ı öldürürler, koyunlarını da götürürler. Saldırının yoğunlaşması üzerine Vali Yüksel ÇAVUŞOĞLU, sokağa çıkma yasağı ilan eder. Ancak bunun bir çözüm olmadığı hemen görülür. Solcu ve Alevilerden yasağa uymayanlar gözaltına alınırken; faşistler saldırılarını özgürce sürdürmektedirler. İşyerleri ve konutlar serbestçe tahrip edilerek yakılmakta, yangını söndürmeye giden itfaiye görevlileri de silahla tehdit edilerek engellenmektedir. Günün bilançosu, 4 ölü, 10 yaralı, tahrip edilerek yakılan 50 ev ve işyeridir...” 29 Olayı yaşayan tanıklar anlatıyor Elmas ÇAKMAK: “Oğlum Hikmet ve kocamı götürdüler. Bir haber alamadım. CHP’lilere ait tüm evleri yaktılar. Ben Eymerli Ahmet’in evine sığındım. O beni sakladı. Sabah olunca da bana, ‘Sizi koruyamam kaçın’ dedi. Kaçıp Milönü’ne geldim. Oralarda asker ve polis yoktu. Evlerimizi yakanların çoğu Çatak ve Türkler Köylüleri idi.” Kemal TEKE: “Biz Üçevler ve Çiftlikpınarı’nda oturuyoruz. Evlerimizi yangına verdiler, buradaki CHP’liler topluca şehri terk ederek Yeni Köye doğru çekilmek zorunda kaldık. Ben bir topluluğun içinden geliyorum. Kaçtım. Onlar 500’e yakın insan geceyi Yeni Köyde geçirdiler. Sabah oradan çıkınca Paşaköy, Ayazköy, Beydili, Çatak, Türkler Köylüleri tarafından esir alınmak üzereler. Öldürülebilirler. Bunlar, Sarin, Eşençay, Acıpınar, Kızılpınar köylüleridir. Her an öldürülebilirler.” Yusuf ...: “Sarılık Köprübaşı Mahallesi, 2. Cihan Sokakta oturuyorum. Hastanede evrak memuruyum. Göreve gidiyordum. Büyük bir kalabalık, ‘Cami yandı’ diye geliyordu. Bunlardan 100 kadarı evimin önünde toplandılar. ‘Kızılbaşları yakın, yıkın’ diye bağırıyordu. Bu sırada Harmancıklı Rıza CANCAN’ı kurşunlayarak evinin önüne attılar. Ölüsü iki gün orada kaldı. Bu kalabalığın başında Çomarlı Aydın, Yavulu Osman AYDIN’ın damadı olan İmam-Hatip öğrencisi vardı. Benim evi ateşe verdiler. Çocuklarım kaçtı. Hademe Laçinli Sabri’nin bodrumuna girdiler. Orada beni ve evin yanışını seyrediyorlardı, korku içindeydiler. “Beni yakaladılar, iyice dövdüler, sonra Harmancıklı Elvan’ın evine götürüp, elimi ve ayağımı bağlayarak astılar. Yanımda aynı biçimde üç kişi daha asılıydı. Birisi Kemal ULUMAN’dı, diğerlerini tanıyamadım. Bunlardan biri dişi ile ipi çözdü. Bizi de kurtardı. Ufak bir duvardan atladım. Zor yürüyordum. Çok kan kaybetmiştim. Duvar dibinde yatarken çocuklarım beni arıyormuş. Seslerini duydum, buradayım dedim. Yanıma geldiler. Güç bela Harmancıklı Elvan’ın evine düştüm. Burada beni gördüler, tekrar dövdüler, tekrar bağladılar. Çok yalvardım. Ben kimseye zararı olmayan birisiyim, dedim. Dinlemediler.Birkaç komşu yatıştırdı. Beni hastaneye getirdiler. Beni dövenlerin arasında olan Yavulu Osman’ın elinde tüfek vardı. Uzun sarı birisinin elinde tabanca, kısa esmer birisinde nacak, diğer birkaç kişide demir çubuk vardı.” Hatice KALTAKÇI: “Kalabalık bir grup evimin önüne geldi. Kocamı alıp götürdüler, önce bir bakkala, sonra bir kahveye soktular. Buradan çıkardılar, başına bir torba geçirdiler. Önlerine kattılar, sopalarla vurdukça düşüyordu. Ben korktum, bayıldım. Böyle devam etmişlerdi. Şehir dışına kadar gitmişler, hapishanenin arkasına çıkınca orada ölmüş, otların içine atmışlar. Kocamı beş gün aradım. Hastane morguna getirmişler, tanıyamadım. Tanınacak hal koymamışlardı ki. Katilleri iyi tanıyorum. Erol DİKER, Ümit ÇİMEN, Cengiz KAYA, Ünal ÇİMEN, Topal ELVAN, Halit KÜRER, Recep BARUT, Salih CİNDİLLİ idiler...” Halil COŞKUNER: “SSK Hastanesi arkasında oturuyorum. Simel Beton Boru Fabrikasında çalışan işçiyim. Akşam üzeri eve geldim. Babam beni çarşıya gönderdi. Eve döndüm. Yemeğe oturmuştuk. Kuruköprü yöresinden gelen bir grup evi sardı. ‘Yakacağız’ dediler. Hemen camları kırmaya başladılar. ‘Bunlar baba-oğul komünist’, dediler. Bizi önlerine aldılar, ellerinde tüfek ve tabanca vardı. ‘Yürüyün, orospu çocuğu komünistler’ diye vuruyorlardı. Babamın kafası, yüzü kan içindeydi. Kuruköprü’de bir harabe eve soktular bizi, soydular. Babamdaki 4000 lira ile bendeki 50 lirayı aldıktan sonra bizi bağladılar. Kimisi, ‘Bunların kafalarını keselim’, kimileri ‘Gözlerini oyalım’ diyordu. Silah sesleri geldi, bizi bıraktılar. Bir jandarmayla iki polis bizi kurtarıp panzere aldı. Devlet Hastanesine gittik. Orada bir polis ifademizi alıyordu. Ben anlatırken aynen şöyle dedi: ‘Bunların pek doğrusu yoktur. Doğru şöyle orospu çocuğu.’ Artık yapacağım bir şey kalmamıştı. Sözümü kestim. Oradan SSK Hastanesine gelip yattık. Gece silah sesleri hiç susmadı. Öğrendim ki bir asker yaralanmış. Asker; ‘Kurban olayım Milönü’ne. Bu faşistler insan değil’ diye bağırıyordu. Evimiz yağma edildi. Gece de yakmışlar.” 30 3 Temmuz: Faşist saldırı devam ediyor Tarih 3 Temmuz 1980, günlerden Perşembe. Salı günü akşamı başlayan faşist saldırı, sokağa çıkma yasağına karşın, Çarşamba ve Perşembe günü de devam eder. İskilip yolu üzerinde bulunan Yıldız Kiremit Fabrikasının yanında işkence edilerek ve kurşunlanarak öldürülmüş iki ceset bulunmuş, ancak kimlikleri belirlenememiştir. Esnafevler semtinde bir özel otomobil yakılmıştır. Nurettin Caddesi ile Garajlar çevresinde faşist saldırıların sürdüğü, CHP’lilere ve Alevilere ait çok sayıda işyerinin yakıldığı bildirilmiştir. Bazı semtlerde ve mahallelerde oturan solcu ve Alevi kişiler, can korkusuyla başka semtlere kaçmışlardır. Boş kalan evler, önce yağmalanmış, sonra yakılmıştır. Ölü sayısı 7, yaralı sayısı onlarcadır. 30 ev ve işyeri de tahrip edilerek yakılmıştır. Çorum’da saldırı başlatılıyor, aynı gün Alaca’da 800 kadar faşist, solcu ve Alevilere ait 50 işyerini tahrip ederek yakıyor. Saldırıda 8 kişi yaralanır. Yine aynı tarihte Mecitözü’ne bağlı Hisarkavak (Alevi-Solcu) köyünü basan faşist bir grup, tarlada çalışan Bektaş ÜNAL adında bir işçiyi kurşunlayarak öldürürler, saldırıda 3 kişi de ağır yaralanır. Bu saldırı üzerine köy halkı topluca Mecitözü’ne giderek saldırıyı protesto eder. Kaymakamın istemi üzerine askeri birlikler ilçede denetimi sağlamaya çalışmıştır. 32 Çorum’da görevli askeri birliklerin komutanı Tuğgeneral Şahabettin ESENGÜL, saldırıyı şöyle anlatıyor: “Saat 13.00 civarında öğle namazı vakti Jandarma Alay Komutanlığı’ndan ayrılıp tabur merkezine gideceğim sırada adeta bir merkezden sinyal almışçasına bir birbuçuk saat içerisinde sağ kesim sokaklarda hayret verici bir biçimde barikatlar oluşturulmuştu. Şehrin muhtelif kritik ve kilit noktalarına yerleştirdiğim birlik komutanlarından devamlı telsiz raporları alıyordum. Sağ kesimin böyle çok ani barikatlarla donatıldığını, sol kesimde durumun nasıl olduğunu sorduğumda onların da aynı yoğunlukla barikatlar kurduğunu öğrendim. “Muazzam bir direniş vardı. Beni örtülü olarak enterne etmeye çalışıyorlardı. Jandarma Alay Komutanlığı dahil her tarafı barikatlarla donatmalarının amacı buydu. Ve bunların bir merkezden sevk ve idare edildiğinden kesinlikle kuşkum yok. Sivil toplum bu ölçüde bilinçli olamaz. Alaattin Camii’nin bombalama haberi bu sırada geldi. Alaattin Camii’nin de yakıldığını söylüyorlar. Kuvvetlerin nerede? ‘Var mı böyle bir durum?’ dediğimde, orada görevli subayım, ‘Kesinlikle böyle bir durum yoktur, cami güvenlik altındadır. Çünkü o civarda güvenlik önlemleri var. Ancak biliyorsunuz, yer yer yangın çıkartıyorlar, cadde üzerinde barikatlar, alevler var. Demek ki, camiyi yakıyorlar imajı vermek için bu yangınları çıkartmışlar’ dedi… Askeri birlikler, çıkarılan bu sahte haberi alınan önlemlerle bir balon gibi söndürdü. Ancak ne yazık ki bu mizansene asker dışında bazı kamu görevlileri de inanarak Ankara’ya Camiinin gerçekten yakıldığını rapor ettiler. Bağlı olduğum komutanlık, olayın gerçek olup olmadığını telefonla bana sorduklarında ‘Şimdi olay yerindeyim. Böyle bir durum yok. Askeri birlikler tamamen duruma hakimdir’ dedim. “Şu anda emniyet kuvvetlerinden memnun olduğumu söyleyemem. Tabii olaylar bu görevlilerin gerçek tutumunu daha ziyade ortaya çıkardı. Öyle hadiseler oldu ki, polis teşkilatı görev duygusu içerisinde davranmış olsaydı böyle bir sonuç ortaya çıkmış olmazdı...” 31 Çorum’da, faşistlerin katliamı nedeniyle vatandaşlar göç etmek için güvenlik güçlerinden yardım istemek zorunda kalıyorlardı. Acıdır ki, bu istemleri olumlu karşılanmıyordu. İşte bir örnek: Çorum Cezaevinde gardiyan olarak çalışan Ali KARAOĞLU, can ve mal güvenliğinin sağlanmasını talep ediyor. “Çorum Cezaevinde başgardiyan olarak çalışıyorum. Evime bomba ve kurşun atıldı. Şimdi evimi başka yere taşıyacağım. Şoförler gitmiyor. 6 nüfuslu bir aile iki gecedir başka yerde gizleniyorum. Hayatım son bulacaktır. Taşınmak için Emniyet gücü verilmesini siz büyüklerimden emir buyurulmasını saygıyla arz ederim.” Verilen yanıt oldukça soğukkanlı: “Şahıslara kuvvet verilemeyeceğinin ilgiliye tebliği. 04. 07. 1980 Em. Müdürü-İmza” 32 4 Temmuz: Kanlı Cuma Dini görevliler, sofular ve tarikat reisleri, “Haftanın ilk günü olan Cuma günü çalıştırılan hayvanların (öküz, at, eşek vb.) dinlenmesi, ayrıca insanların da Cuma namazında bir arada namaz kılmaları, sohbet ederek yakın ilişki kurmaları, kötülüklerin önlenmesinde birbirine destek olmaları, barış ve dostluğu geliştirmeleri fırsattır, sevaptır” derler. Oysa Osmanlı’dan günümüze değin toplu saldırıların ve katliamların birçoğu Cuma namazı çıkışında başlamıştır. Kahramanmaraş, Sivas ve Çorum katliamları da Cuma namazından sonra başlamıştır. Toplumsal saldırı ve katliamlarda, “Camilere bomba konduğu; camilerin yakıldığı, camide namaz kılan Müslümanlara silahla ateş edildiği…” söylentileri yayılarak halk kışkırtılmak istenmiştir. Oysa ne cami yakılmış, ne de namaz kılanlara ateş edilmiştir? Bir sapığın camiye saldırdığını varsayalım. Ülkenin kolluk kuvveti, yargı mercii vardır. Yasalar neyi gerektiriyorsa yaparlar. Saldırganların amacı, dini ve camileri korumak değil, kendi saldırı ve katliam planları doğrultusunda halkın dini inancını istismar etmektir. Bir din görevlisi, öncüsü ve sorumlusu, bu tür propagandalar yapanların, bu tür gerekçelerle saldırı ve katliamlara yardımcı olanların dinle ilgisinin olmadığını söyleyememiştir. Çorum katliamını plânlayan faşistler, Cuma namazına katılacak topluluktan nasıl yararlanacaklarının senaryosunu hazırlıyorlardı. Zaten bu tür senaryoların hazırlanması ve uygulanmasında oldukça deneyimli sayılırlar. 3 Temmuz günü MHP’li bir Belediye Meclis Üyesi, Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’na, “MHP’de bir şeyler olduğunu, parti örgütünde yabancı insanların dolup taştığını, durmadan bir yerlere telefonlar edildiğini, bu konuşmalarda sık sık ‘Cuma’dan söz edildiğini, Cuma günü Çorum’da büyük olayların çıkmasından kuşku duyduğunu” söyler. Kılıçoğlu da hemen Vali’ye telefon ederek anlatılanı iletir ve o gün şehirde bir şey olmasa da sokağa çıkma yasağının sürmesinden yana olduğunu ifade eder. 33 Bu uyarılara karşın Vali, 4 Temmuz Cuma sabahı sokağa çıkma yasağını kaldırır. MHP’li faşistler, Cuma namazına katılacak halkı tahrik etmek, saldırı eylemine mümkün olduğunca fazla sayıda insan katmak için, kendi adamlarını değişik camilere bölüştürürler. Ulu Cami’de hoca vaaz verirken; kimliği saptanamayan biri içeri girerek, “Alaaddin Cami’sini yaktılar. Siz ne duruyorsunuz?” diye bağırır. Cuma namazı topluluğu içinde bulunan MHP’liler, Ulu Cami’deki topluluğu tahrik ederken; faşistlerin belirli görevlileri, diğer camilerde de “Ne duruyorsunuz, komünistler, Aleviler, Alaaddin Cami’ye bomba attılar, cami ve içindekiler yanıyor” yalanıyla topluluğu kışkırtır. Binlerce insan, “Allahu ekber, kanımız aksa da zafer İslâmın, komünistlere ölüm” sloganlarıyla ellerine geçirdikleri kazma, kürek, balta, demir çubuk, taş, silahla doğruca Milönü’ne koşarlar. Topluluk içinde bulunan bazı kişiler ve cami imamları, ‘Anlatılanların asılsız olduğunu, camiye bomba atılmadığını” söyleyerek saldırıyı engellemeye çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlardır. Sinirler gergindir ve zaten faşistler silahla ateş etmeye başlayınca ortalık ana baba gününe dönmüştür. Saldırganları gören Milönü halkı, yollara barikatlar kurmaya, taş ve silahlarla karşı koymaya hazırlanır. Faşist gruplar, Sigortaevlerine, Terlemezevler, Mutluevler ve yöresine, Gazipaşa İlkokulu yöresine, Yavruvatan Mahallesine doğru saldırıya geçmişlerdir. CHP’li, solcu ve Alevilere ait evler, işyerleri yağmalanıyor, tahrip edilerek ateşe veriliyordu. Faşistlerin kanlı saldırısına bazı polisler de katılmıştı ve silahlarıyla Alevi ve solcu evlerine ateş ediyorlardı. Faşistlerin işgalinde bulunan semt ve mahallelere güvenlik görevlileri giremiyordu. Ne kadar ölü, yaralı olduğunu, kaç ev ve işyerinin yakıldığını bilen yoktu. Çorum’un üzerini alev ve karaduman, sokaklarını kan kaplamıştı. 34 Faşistler kentin telefon şebekesini kesmeyi de unutmamışlar, böylece kentin dışarıyla bağlantıları tümden kesilmişti. Çorum Valisi saat 13.00’de yeniden sokağa çıkma yasağı koyarken, emniyetin panzerleri de Alevilerin yoğunlukta olduğu mahallelere ateş saçıyorlardı. Katliamın tanıkları anlatıyor Halil ALTUN: “4. 7. 1980 Cuma günü manifatura mağazama geldiler. ‘Burası dinsizlere aittir. Bunlarla başa çıkılmaz, vurun’ şeklinde bağırdılar. Bunu duyan tanıklarım var. Kırdılar, yağmaladılar, her şeyimizi bitirdiler. Ne acıdır ki bunların içinde olanların bir kısmı da sözde esnaftı. Bunlar, tuhafiyeci Necati ve Sami Yağlı, berber Reşat, tezgahtar Fikret Baran, Züccaciyeci Ertuğrul Şahirci, Akın Matbaası sahibi Yaşar’dır.” Şükrü YANCAN: “Ben işçiyim. Çukurören Köyü’nden Çorum’a çalışmaya gelir - giderim. 3. 7. 1980 günü de çalışmak için gelmiştim. Saldırganlar hüviyetime baktı. Tamam dediler, beni bağlattılar. ‘Ulan komünistler siz oruç tutmazsınız, kafirsiniz, sen Alevisin değil mi?‘ dediler. Hürriyet İlkokulu çevresinde olduğumu tahmin ediyordum. Beni iyice dövdüler, öldü zannederek bırakıp gittiler.” 35 c) Katliamın boyutları ve tepkiler TRT’ye ne demeli TRT, 4 Temmuz Cuma namazı sırasında faşist grubun, Alaaddin Cami’sine bomba atıldığı propagandasına destek verircesine saat başı, “Çorum’da meydana gelen olaylarda ilk tespitlere göre dört kişinin öldüğü, bazı kişilerin de yaralandığı bildirildi. Olaylar Milönü semtindeki Alaaddin Camisine patlayıcı bomba atılması ve dışarıdan ateş açılması ile başladı” şeklinde haber veriyordu. TRT’de kısa aralıklarla yayınlanan bu haber, faşistlerin çıkardıkları “Aleviler camiyi bombaladı” söylentisini doğrular nitelikteydi. Haberi duyan halk, eline ne geçirmişse sokağa fırlamış ve saldırganlara katılmıştı. TRT’ye bu haberi kim verebilir? TRT Çorum muhabiri Münir TÜMTÜRK, böyle bir haberi vermediğini söylüyordu. Çorum Cumhuriyet Savcısı Ertem TÜRKER, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada şöyle demektedir: “Alaaddin Camisinin bombalandığı haberi olaydan bir saat önce bütün şehirde duyulmuştu. O sırada ben Merkez Jandarma Karakolu’ndaydım. Alaaddin Cami bombalandı diye polis telsizi duyurdu. Bu telsizin hemen arkasından bir askeri telsiz duyuldu. Yüzbaşı Naiz ‘Bombalama olanağı yok, hangi polis bu haberi verdi?‘ diye bağırdı.” Savcı haber vermemiş. TRT muhabiri vermemiş, Vali de haberi doğrulayıcı veya yalanlayıcı açıklamada bulunmamıştır. Yalan ve tahrik edici haberi TRT’ye kim verdi? Telsizle camiye bomba atıldı diyen polisler de bulunmamıştır.(36) Milliyetçilik ve Müslümanlık adına katliam “Kanımız aksa da zafer İslamın” ve “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” sloganları eşliğinde, Müslümanlık ve milliyetçilik adına insanlara işkence ve eziyet edildi, korunmasız insanlar gaddarca katledildi. Şükrü Yalçın, Halil Büyrü, Süleyman Üreyen, Ahmet Doğan, Mustafa Bağcı, Veli Solmaz, Gökçen Kartal, Rıza Candan, Hamza Gökmen bu şekilde öldürülenlerden birkaçıdır. O günlerin gazete haberleri de hiç iç açıcı değildi: “İskilip yolu üzerinde Yazı Mahallesinin çıkışında biri kadın 7 kişi, elleri bağlı silahla öldürülmüş olarak bulundu. SSK Hastanesi’nde 7 kişinin cesedi bulunmaktadır. Toplam ölü sayısı 17’ye yükselmiştir. Kimliği belirlenenler: İsmail Solmaz, Veli Solmaz, Hasan Bağzık, Rıza Candan, Ahmet Doğan, Şükrü Yalçın, Mehmet Yılmaz, Mehmet Şahinci, Mustafa Yıldırım, Aziz Gündoğdu, Ali Paçacı. Bu sayının giderek artacağından korkulmaktadır.” 37 Eğitimci, yazar ve araştırmacı İsmail PAMUK anlatıyor: “Milönü semtinde oturmaktayım. Milönü, bundan 30 yıl kadar önce, bomboş bir yerdi. Şehrin çöpleri buralara dökülürdü. Köylerden kentte göç edenler buraya yerleştiler. Bir varoş alanıydı. Süreç içinde yeni yapılarla bu noktaya gelindi. Bu semtte oturanların çoğunluğu demokrat ve Alevilerdir. Genellikle Çorum’da Alevi - Sünni ayrımı yoktur. Çorum’un Alevisi Sünnisi birbirlerine dostlardır. Ancak MHP’lilerin mezhep körüklemesiyle bazı saldırılar oluyordu. Ama Sünnilerin büyük çoğunluğu bu kışkırtmalara katılmıyorlardı. Nitekim, 28 Mayıs’ta başlayan birinci saldırı sırasında, MHP’liler, tüm kışkırtmalara karşın Sünni inançlı Çorumlulardan destek bulamamışlardı. Daha sonra dini ve camiyi ortaya attılar. Bu nedenle tarafsız Sünniler katılmasalar da senaryonun özü anlaşıldığında desteklerini çekmişlerdir. Saldırganların çoğunluğu dışarıdan getirilmiş militanlardır. “Çorum katliamına başından sonuna kadar tanık oldum. Hatta 4 Temmuz Cuma günü başlatılan saldırıdan bir gün önce, emniyet güçleri, Milönü’nde, SSK Hastanesi çevresinde birçok Alevi ve solcuyu gözaltına alırlarken, ben de gözaltına alınanlardan biriyim. Saldırıyı MHP’liler başlattı. Tanık olduğum bir olayı anlatayım. İkinci saldırı sırasında olacak, Veli Solmaz adında bir dedeyle kahvenin önünde oturuyorduk. Ahmet Doğan diye bir tanıdık geldi Telaşlıydı, heyecanlı ve korku içindeydi. Titriyor ve kısık sesle Veli Solmaz’a ‘Mahallemizde evleri yakıyorlar. Ben bir kamyon buldum, eşyalarımı köye taşıyacağım. Ama korkudan gidemiyorum. Senin kardeşin CHP İl Başkanıdır. Askerlere söylesin iki asker versinler, beraber eşyalarımı yükleyip gideyim’ dedi. Veli Solmaz da, ‘Yahu sen de korkaksın. Bunu yapanlar 15 - 16 yaşlarındaki çoluk çocuk. İçlerinde aklı başında biri var mı ki. Haydi beraber gidelim. Onlarla konuşurum, komşularda çayımızı da içeriz, eşyanı da yükleriz’ dedi ve birlikte kalkıp gittiler. Aradan on, on beş dakika geçmişti ki Veli Solmaz ile Ahmet Doğan‘ın öldürüldüğü, fırına atılarak yakıldığı haberi geldi. Yakınları ve komşuları, her ikisinin fırından çıkarılan kemiklerini, küllerini bir torbaya koyarak getirdiler. Elbette ki Çorum’da katledilenler yalnız bu ikisi değildi. Çok sayıda kadın, çocuk ve erkek öldürüldü. Askeri birlikler olmasaydı, belki daha çok insan ölebilirdi. Çünkü polislerin büyük çoğunluğu yanlıydı ve saldırganları kolluyorlardı. Emniyet güçleri yansız ve zamanında önlem almış olsalardı, inanınız ki böylesine acılı olaylar olmayacaktı.” Tanık Bektaş: “Evimden zorla alınarak, halen Çukurörenli KARABEBEK adı ile bilinen şahsın evine götürdüler. Orada gözlerimi bağladılar. Ben kendilerine, 74 yaşında olduğumu, hacca gittiğimi, temiz bir insan olduğumu, ibadetini yapan bir Müslüman olduğumu, 17 nüfusluk olduğumu, beni bağışlamalarını söyledim. Beni tartakladılar. Sonra bıraktılar.” Tanık Bekir (Bektaş’ın torunu): “Evimden zorla alarak dedemin götürüldüğü yere götürdüler. Gözlerimi bağladılar. El ve ayaklarımı da bağladılar. Ayrı bir odaya koydular. Beni dövmeye başladılar. O sırada gözlerimdeki bağ kendiliğinden çözüldü. Beni dövenlerden birinin elinde bir tabanca vardı, sopalı olan Hasan Çoksoy’u tanıdım. Daha birkaç kişi vardı. Görsem tanırım. Bana yapılan işkenceden sonra bayılmışım. Dedem ve babam beni aramaya çıkmışlar. ‘Oğlumuz Bekir’i arıyoruz, nerede?‘ diye sorduklarında, tanımadıkları bir kişi, ‘Mahalledeki baş tertipçi, sevk ve idare edici olan kişiye sorun ve ondan izin alın, o başkandır’ dedi. Biz de kim olduğunu sorduğumuzda, bize 22 - 23 yaşlarında bir şahıs gösterdiler. Daha sonra yaptığımız araştırmada eli silahlı şahsın Selim Gökgöz olduğunu bize söylediler.” 38 Faşistlerin kadına saygısı Kahramanmaraş katliamında Esma Suna’nın evini basmışlardı. Esma’nın gözleri önünde çocuklarını, eşini öldürmüşlerdi. Esma Suna ise gebe ve doğumu yakındır. Faşistler gözlerini kırpmadan satır, sopa ve kurşunla Esma’yı ve karnındaki bebekle birlikte öldürmüşlerdi. Gözleri görmeyen 80 yaşlarındaki bir kadının gözlerini tornavida ile oymuş, sonrada öldürmüşlerdi. 1978 Sivas olayında da küçük bir kız çocuğuna tecavüze kalkışmışlardı. İsim üstünde ‘faşist’, bunlar kadın, çocuk, yaşlı ve hasta dinlemezler. Kan içicidirler. İşte Çorum’da da marifetlerini gösterirler, “Kartal bir Alevi ailesidir. O gün kapılarını sıkı sıkıya kapatmış, korku içinde dışarıdan gelen sesleri dinliyorlardı. Onların da kapıları çalındı. Bazı sesler ‘Dışarı çık, öldüreceğiz sizi’ diye bağırdılar. Kapı kırılmak üzereyken Satılmış KARTAL kapıyı açtı. Kapıdan elleri sopalı bir grup dalmıştı. Satılmış KARTAL, o kargaşada kendisini dışarı atmış, bitişik apartmanda gizlenmeyi başarmıştı. Ama karısı Gökçen KARTAL evde kalmıştı. Bağırmaları duyuluyordu kadının. Gökçen KARTAL’ı sürükleyerek dışarı çıkarırlar. Orta yaşlı kadın önce yakınlarındaki bir başka eve götürülür. Aynı mahallede oturan Emine ÜREYEN, daha sonra mahkemedeki ifadesinde, ‘Bir ara külotunu çıkararak değneğe takıp salladıklarını, sonra urganla el ve ayaklarını bağlayarak götürdüklerini’ söylemişti. Gökçen KARTAL rehinelerden sadece biriydi. Emine ÜREYEN, komşusu Gökçen KARTAL’ın götürülüşünün ardından kocası Süleyman ÜREYEN’in de rehin alınışına tanık olur. Dehşetin kol gezdiği Çepni Mahallesi’nde Süleyman ÜREYEN, silahlı, sopalı avcılar için ‘Varan iki’ydi...” 39 “Komşu kadın ve iki çocuğumla birlikte bir bodruma saklanmıştık. 20-30 kişilik bir grup bizi bodrumda buldu. Bunlar da ‘S........ min Kızılbaşları’ diyerek, bizi bulunduğumuz yerden aldılar. Döverek dışarı çıkardılar. Zincirlerle ve sopalarla durmadan edep yerlerimize ve memelerimize vuruyorlardı. Yanan evimizin yanına geldiğimizde komşu kadın külotuna saklamış olduğu 17 bin lirayı belki bizi bırakırlar diye adamlara verdi. Ancak yine bırakmadılar. Silahların dipçikleriyle vurarak bizi bir adamın evine teslim ettiler. Gecenin on ikisine kadar bu evde kaldık. Yüzü maskeli bir adam, ‘Ben karıları almaya geldim’ diyerek bizi bulunduğumuz evden aldı. Komşu kadın ve yanımda iki küçük çocuğuyla bizi bir bağ evine götürdüler. Orada bizi çırılçıplak soydular. ‘Sizi çırılçıplak her yerde gezdireceğiz’ dediklerinde korkudan altımıza ettik. Ancak bizi bırakmadılar. Çocukları bağ evinde bırakıp, biz ‘iki kadın’ı başka bir yere götürdüler. Dört kişi nöbet tutar gibi değişerek geldiler… Ben bayılmışım. Onlara durmadan kendimin Sünni olduğumu söyleyerek yalvarıyordum. Bırakmadılar. Ekmek filan yiyecek bir şey vermediler. Karşımıza bir bidonla su koydular, çocuklar su istedi. ‘Kızılbaşları zaten susuz öldürüyorlar’ diyerek çocuğa bile su vermediler… Ertesi gün ikindi zamanı olmuştu. Bir ıslık sesi duyduk. Bunun üzerine yanımızdakiler kaçıp gittiler. Biz de oradan yürüyerek ayrıldık. Yürüyerek şehre geldik, askerler gelip bizi aldılar…”40 (Bu vahşeti anlatan kadının ismi saklı tutulmaktadır. Nedeni bellidir.) Milliyetçilik ve Müslümanlık adına kadına saygı böyle duyulmaktadır. İçişleri Bakanı aylar sonra yine Çorum’da Çorum’da faşistler insan avındadır. Apartman çatılarına yerleştirilmiş uzun menzilli silahlar Alevilerin ve solcuların evlerini taramaktadır. Solcu ve Alevilere ait ev ve işyerleri yakılıyordu. Telefon ve su şebekeleri kesilmiştir. Kimi polisler resmi elbise ve silahlarıyla faşist grupla birlikte halka ateş ediyorlardı. SSK Hastanesi faşistlerin üssü olmuştur. Onlarca ölü, yüzlerce yaralı vardır. Saldırganlardan yana Vali ve Emniyet... ikiye bölünmüş Çorum halkı... Böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Mustafa GÜRCÜGİL, Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN ve Emniyet Genel Müdürü İsmail DOKUZOĞLU helikopterle Çorum’a gelmişlerdir. Helikopterler kent üzerinde birkaç tur atar. Daha sonra Emniyet Müdürü ve askeri birlik yetkilileriyle görüşen heyet, aynı yoldan gerisin geri Ankara’ya dönerler. Türkiye kaynıyor, Çorum yanıyor. Gazeteciler, bu konularda bilgi edinmek için bakanı rahatsız etmektedirler. Sonunda bakan Mustafa GÜRCÜGİL zorunlu olarak basın toplantısı yapar. Basın toplantısında Çorum olaylarını değerlendirirken şöyle der: “...Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden bir sağ grup, bunların karşısına çıkmıştır. Aslında siyasi gayeli ve siyasi hedefli olan sol gruptur. Oradaki mezhep ayrılıklarını istismar etmek suretiyle Türk devletini, Türk Milletini bölmek ve devletin karşısına çıkartmak gibi bir davranışın içine girmişlerdir...” 41 İçişleri Bakanının bu konuşması, siyasi iktidarın faşist katliamının yanında olduğunun somut kanıtıdır. Bunu söyleyen, bir İçişleri Bakanı, yani devletin adamı, yani ülkenin bölünmesini istemeyen bir bakan! Katilleri, yağmacıları, işkencecileri devletin destekçisi olarak gören bir İçişleri Bakanına da, panzeri ve otomatik silahıyla halka ateş eden güvenlik gücü yaraşırdı doğrusu... Siyasi partiler, İçişleri Bakanının tutumuna tepki gösterdiler. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Altan ÖYMEN, “İçişleri Bakanı Çorum’da kışkırtıcılığı görmek yerine, cesaretlendirecek bir tutum izledi” diyor ve şu açıklamayı yapıyordu: “Heyetimle saptadığımıza göre, Çorum olayları, kesinlikle planlı bir kışkırtmanın ürünüdür. Esasen yanlı tutumlarıyla olayların daha önceki kısmında başlıca sorumlulukları olan bir kısım polis amir ve memurları, bu kışkırtmacılıkta da aktif rol oynamışlardır. Oysa ki, Alaaddin Camii’nin yakıldığı yolundaki asılsız haberin süratle yayılmasına, şehrin her tarafını dolaşan önceden tertipli grupların yanı sıra, polis telsizlerinin verdiği ‘Cami yanıyor’ anonsu katkıda bulunmuştur. Caminin bahçesinde bir arabadan atıldığı bildirilen bir patlayıcı maddenin ise esrarı hâlâ çözülmemiştir. Arabanın plaka numarası da belli olduğu halde, kime ait olduğunun araştırılması zamanında yapılmamış, durum açığa çıkarılmamıştır. “Çorum’da polis örgütü içinde yan tutan militanların bulunduğu, daha olayların kırk gün önceki başlangıcı sırasında saptanmış, durum İçişleri Bakanı vekiline bildirilmiş ve bir kısım polis memurunun naklinde zorunluluk olduğu anlaşılarak bunların tayini yoluna gidilmişti. Ancak , bu işlem tamamlanmadığı için aynı polisler, aynı yanlı tutumlarını son olaylar sırasında da aktif olarak göstermişlerdir. “Bugünkü İçişleri Bakanının olayları tamamen tek yanlı bakış açısı, kandisinin Çorum’da bulunduğu sırada belirttiği görüşler ve verdiği emirlerle, bir kere daha ortaya çıkmıştır. Bakan kışkırtıcılığı görmek yerine; kışkırtıcılığı cesaretlendirecek bir tutum izlemiştir. “Aynı tutumu, TRT de cami konusuyla ilgili asılsız haberleri doğru imiş ve olayların nedeni imiş gibi göstererek, yani saldırganları neredeyse mağdur göstererek benimsemiştir. “Yüzyıllar boyunca barış içinde yaşamış ve bugün barış için yaşamaktan başka bir amacı olmayan Çorum Halkı, doğrudan doğruya hükümetin sorumluluğu altındaki bu kışkırtıcılığın sonunda şimdi tamamen iç savaş şartları altındadır. Ölüm olaylarının, evlerinin, dükkanlarının yakılmasının dışında hastanedeki yaralıların bakımı bile, sayıları zaten çok eksik olan personelin bütün çabalarına rağmen sağlanamaz haldedir. Yanlı tutumuyla bu durumun başlıca sorumlusu olan hükümet, manzarayı sadece seyretmektedir...” 42 MSP Genel Sekreteri Oğuzhan ASİLTÜRK de tepkisini şöyle dile getiriyordu: “Biz daha önce de çeşitli kereler uyarıda bulunduk. Devlet kademelerinde mülki amirlerin ve emniyet teşkilatının içerisinde yeterli olmayan ve taraf tutan yöneticilerin bir an önce değiştirilmesini istedik. Bundan daha da vahimi, taraf tutmanın da ötesinde, bugün icraatları ile bizzat anarşistleri teşvik eden, yangını körükleyen yöneticiler de vardır. Bunların tümü değiştirilmelidir. Çorum’da çıkan olayları da bu çerçevede değerlendiriyoruz. İçişleri Bakanı GÜRCÜGİL’in kendisi olaylar karşısında fevkalade yetersiz kalmaktadır. Bu meselenin derinliğine inememektedir. Bir güçlük de bundan çıkmaktadır. Önüne konan kağıtları yüzde yüz inanarak doğruymuşçasına okumaktadır. Bu nedenle zaman zaman büyük hatalara düşmektedir...” 43 İşte Çorum katliamı, işte İçişleri Bakanı ve de siyasilerimiz... Kırşehir’de saldırı Başbakan Süleyman DEMİREL, Çorum’daki olayın, iki polisin öldürülmesiyle başladığını söylüyordu. Oysa Mecitözü’nde, Alaca’da, Sivas’ta Kırşehir’de polis öldürülmemişti. Çorum’la aynı anda faşistler Mecitözü, Alaca, Sivas ve Kırşehir’de de saldırıya geçmişlerdi. Saldırılar belirli yerlerden alınan emir doğrultusunda yapılmaktadır. Kırşehir’deki saldırıyla ilgili basın haberleri şöyle: “Kırşehir’de çarşıya indiğiniz zaman ilk dikkatinizi çekecek görünüm kepenklerini indirmiş dükkanlar. Sokaklarda tek tük dolaşan insanlar... “Eğer başka bir ilden Kırşehir’e geliyorsanız; kente gelmeden bir köyde inip buradan telefonla taksi çağırmanız ve kente ara yollardan girmeniz gerekiyor. Kent dışına seyahat edecekseniz, önce otobüs şirketinden biletinizi ayıracaksınız. Sonra bir taksiye atlayıp kentin dışında anayola çıkacaksınız ve otobüs sizi buradan alacak. Eğer garajdan biner veya inerseniz polislerin gözleri önünde kimlik kontrolünden geçtikten sonra dövüleceksiniz. “Tarafsız vatandaşların, hatta AP’lilerin bile yaşam hakkı bulamadığı Kırşehir’de bugün insanların ana caddede çevrilip demir çubuklarla dövülmeleri artık günlük olağan olaylar haline gelmiştir. “Kırşehir’de başta Vali Metin SARIOĞLU olmak üzere devletin resmi kuvvetlerinin bütün bu saldırılar karşısında seyirci kalması, bunun ötesinde bizzat faşist saldırganlarla işbirliği içinde bir görüntüde olmalarıdır. Öyle ki, Vali SARIOĞLU’nun Ankara’da ODTÜ’de okuyan oğlu annesinin gözü önünde bir grup faşist tarafından dövüldükten sonra, bu vali, saldırganların hakkında yasal işlem yapacağı yerde, oğlunu kendisini dövenlerle barıştırmış ve ‘Seni tanımamışlar. Müslümanlar böyle şeyler yapmazlar’ diyebilmiştir. “Özellikle Eğitim Enstitüsünü üs olarak kullanan sağcı militanlar sokakta yol çevirerek adam dövme, gece ev basma, ya da işyerlerini tahrip gibi eylemlere yönelmişlerdir. “Faşist çeteler Kırşehir’de Enstitünün çevresinin, anayol olan Ankara Caddesini, çarşıyı ve Yenice Mahallesini denetimleri altına almış bulunuyorlar. Sol görüşlü yurttaşların çoğunlukta yaşadığı Bağbaşı, Garipyer ve Aşıkpaşa Mahallelerinde ise faşist saldırılara karşı Çorum benzeri bir direniş verilmektedir. Ancak güvenlik görevlileri, mahallenin kurduğu barikatları kaldırmakta, sonra mahalleye giren faşist saldırganlar önce havaya silahla ateş açmakta, daha sonra evlere girerek içeride bulunanları ayırım gözetmeksizin dövmektedirler. “Faşist saldırılar 26 Haziran’da doruk noktasına ulaşmıştır. On’a yakın işyeri tahrip edilmiş, maliyede memur olarak çalışan sol görüşlü Yılmaz TÜRKER’i öldürmüşlerdir. Bir başka saldırı sırasında sadece sol görüşlü ve CHP’lilere ait dükkanların tahrip edilmesi, saldırının önceden planlandığını, dükkanların önceden seçilmiş olduğu göstermiştir. İlerici bir öğretmenin cesedi yaylada bulunmuştur. “Faşist çetelerin saldırıları bununla da kalmamış, kapatılan işyerlerine yenilerinin eklenmesine çalışılmıştır. Çarşı esnafı savcıya şikayette bulunduklarında, faşistler adliyenin etrafını kuşatmışlardır. Esnaf içeriden çıkamamış, savcının yardımıyla polis çağrılmış, esnaf polisin gözetiminde evlerine gidebilmişlerdir...” 44 Türkiye genelinde yoğunlaştırılan faşist saldırıları, katliamları hangi dış ve iç güçlerin yönlendirdiği, amacın ne olduğu, kitabın son bölümünde ele alınacak. Ancak CHP Milletvekili Süleyman GENÇ’in CHP grubunda yaptığı açıklamayı da yazmadan geçemeyeceğiz: “... Bilinen odur ki, Türkiye bugün faşistler tarafından sürdürülen iç savaşın işgali ve etkisi altındadır. İşgal eylemi Tokat, Yozgat, Amasya, Erzincan, Erzurum, Ağrı bir şerit olmak üzere; Elazığ, Kayseri, Nevşehir, İçel bir başka şerit olmak üzere sürdürülmektedir. Ankara’yı çevreleyen bir başka şerit ise Kırşehir, Çorum, Çankırı, Kırıkkale, Afyon, Kastamonu’dur. Bu eylemin devamını Karadeniz’e, Samsun’a ve Trabzon’a bağlamaktır.” 45 Polis panzeri ölüm kusuyor “Polis panzeri ve arkasındaki 3 sivil araba ile Çorum’da operasyon yapıldı. Panzer mahalleden geçerken mahalle önündeki kadınlara ateş açtı. Bunun üzerine Hatem DURSUN adlı hamile kadın kafasından aldığı iki kurşun yarasıyla öldü…” 46 Öğretmen Hüseyin ÖZDEMİR, panzerin açtığı ateş sonucu yaralanır ve saldırıyı şöyle anlatır: “Ben saldırı günü arkadaşlarla birlikte Milönü’nde kahvede oturuyordum. Birden bir panzer sesi duyduk, dışarı çıktık. Halk dışarıda toplanmıştı. Panzer hedef gözetmeksizin halkın üzerine ateş ederek geliyordu. Halktan panzere taş atılıyordu. Panzer bu kalabalığı dağıttı. Ve mahallede bir süre dolaşarak panik yaratmaya çalıştı. Bu arada halk yeniden toplanmıştı. Panzer tekrar benim de içinde bulunduğum kalabalığa doğru ateş ederek gelmeye başladı. Nasıl tank savaşta karşı tarafı tararsa panzer de öyle ateş ediyordu. Baktım panzerin altında kalacağız, ‘Arkadaşlar kendinizi yol dışına atın’ diye bağırdım. Tam bu sırada karnımda bir yanma hissettim. Panzer üzerime geliyordu. Kendimi yolun kenarında bulunan 1.5 metrelik bir çukura atarak panzerin altında çiğnenmekten kurtuldum. Bir müddet sonra arkadaşlar beni sağlık ocağına, oradan Çorum Devlet Hastanesine götürdüler...” 47 Tıp öğrencisi Süleyman ATLAS panzer kurbanı Ailesinin dar olanaklarıyla liseyi bitirmiş yüzbinlerce öğrenci gibi üniversite sınavlarına girmiş; Tıp Fakültesini kazanmıştır. Ailenin ekonomik gücü okutmaya yeterli değildir, ama boğazından keserek Süleyman’ı okutmaya kararlıdır... Süleyman, her yıl başarıyla bir üst sınıfa geçmektedir. Yaz tatilinde ailesine yardımcı olmak ve okul harçlığını toplamak için mevsimlik işçilik yapmakta, boş zamanını da kitap okumakla geçirmektedir. 4 Temmuz Cuma. “Alaaddin Camisine bomba atıldı” yalanı ve propagandasıyla tahrik edilen halk sokaklardadır. Milönü Mahallesinde slogan ve silah sesleri yankılanmaktadır. Süleyman, ne olduğunu merak ederek o tarafa doğru yürür. Sokakta ve cami çevresinde saldırı sürmekte, polis panzeri, faşistlere destek amacıyla sokak içinde sağa sola kurşun yağdırmaktadır. Panzerden gelen bir kurşun omuzuna isabet eder ve Süleyman yere yıkılır. Panzer, Süleyman’ın üzerine yürür ve onu çiğnemek ister. Süleyman yuvarlana yuvarlana panzerin paletleri altında ezilmekten zorlukla kurtulur. Bu kez, panzerden inen polisler, Süleyman’ı alıp götürmek isterler. Süleyman, “Ben bu yarayla ölmem, n’olur beni polislere teslim etmeyin” diye yöresindeki insanlara bağırır. Polisler avlarını yakalamışlardır, götürmekte kararlılardır. Birkaç polis, Süleyman’ın koluna girerek panzere götürür. Orada bulunan bir kadın, “Ne olur, onu Sigorta Hastanesine götürmeyin” diye gözyaşları içinde bağırarak panzerin arkasından koşmaktadır. Süleyman ATLAS, Sigorta Hastanesine götürülür. Süleyman’ın yaralandığı haberi ailesine yetişir. Ailenin elinden ağıttan başka bir şey gelmez. Sigorta Hastanesi faşistlerin üssüdür. Oraya gitmek, ölümü peşinen kabullenmektir. İçleri acıyla kavrulan anne ve baba, doğruca askeri birlik komutanına giderler. Bir gün sonra askerlerin yardımıyla hastaneye gittiklerinde Süleyman’ın ölüsüyle karşılaşırlar. Süleyman’ın vücudu delik deşik edilerek şişlenmiş, kolu kırılmıştır. Acılı baba, 14 Temmuz 1980 günü Çorum Cumhuriyet Savcılığına dilekçeyle başvurur ve Süleyman’ın otopsisinin yapılmasını, suçluların yakalanmasını ister. Dilekçe şöyle: “05. 07. 1080 günü cenazemizi asker refakatinde hastaneden alıp eve getirdik. Gördük ki, çocuğum aldığı yaradan değil, işkenceden ölmüş. Vücudunda sigara izmaritleri söndürülmüş, çeşitli yerlerine şişler sokulmuş ve kolu parçalanmış. Bu işkence ya panzerdeki polisler ya da hastanede bulunan görevliler tarafından yapılmıştır... “Süleyman’ın ölümüyle ilgili otopsi raporu ve belgesi bulunmamış, ama ceset üzerinde, ameliyat dikişleri, madeni beş liralıklar büyüklüğünde birbirini takip eden ‘küt darbe’ye bağlı kanamalı yaralar görülmüştür. ‘Mahkeme o gün panzerde görevli polislerin isim listesini ister. Emniyet, ‘Olayın gidişatı gereği; acil önlem alınması gerektiğinden isim tespiti yapılmadan personele görev verildiğini ve bu nedenle hangi polislerin bulunduğunun ismen tespit edilmesinin mümkün olmadığını’ bildirmiştir. “Böylece ne panzerden ateş eden polisler, ne de SSK Hastanesinde işkence yapan veya görüp tanıklık edecek kimseler bulunamamıştır.” 48 Erbil Tuşalp gördüklerini yazdı Cumhuriyet Gazetesi muhabiri ve yazarı Erbil TUŞALP, Çorum’da olayları izlemekte, yetkililerden bilgi edinmektedir. Gördüklerini ve tanık olduğu olayları Cumhuriyet Gazetesinde değerlendirir. Değerlendirmenin bir bölümü şöyle: “Direniş terminolojilerine ‘panzer savaşı’ olarak geçen 4 temmuz günü Milönü’ne yönelen saldırının dağıtılması sırasında panzerden açılan ateş sonucu dört yurttaş öldürüldü. 4 Temmuz direnişi başarılı olamıyor. Halkın faşistlere saldırması sırasında panzer araya girip devrimcileri dağıtıyordu. Öğretmen Hüseyin ÖZDEMİR, öğretmen Mustafa YILDIRIM öldü ve tıp öğrencisi Süleyman ATLAS yaralandı. “Panzerin içinde görev alan ve Samsun’dan gelen bir polis memuru hareket merkezinin telsizinden duyduğu ‘ateş edin, ateş edin’ anonslarının etkisinden hâlâ kurtulmuş değil. Ve içinde bulunduğu panzerin duvara sıkıştırarak ezdiği yaşlı bir kadının sonunu merak ediyor. Halkın korkulu düşü haline gelen panzeri etkisiz hale getirmek için tüm Milönü insanları çare aramaktalar hâlâ. “4 Temmuz savunmasının en karanlık bölümlerinden biri de 20 yaşındaki Tıp öğrencisi Süleyman ATLAS’ın öldürülmesi olayı. ATLAS, Milönü’deki panzer savaşında omuzundan yaralandı. İlk duyanlar yarası hafif diye sevindiler. Ancak Süleyman, Panzer’in içine alınıp Sigorta Hastanesine götürüldü. Anası Naciye ATLAS’ın taze acısı içinde anlattıklarının özeti ‘oğlumun katillerini isterim’ diye belirtmektedir. Naciye ATLAS şöyle anlattı: “Elleriyle Sigorta Hastanesine götürdüler. Öldürmek için tabii. Çocukların ıslık sesini duyunca kadın, kız, çoluk, çocuk sokağa döküldük. Beş tane polis geliyordu yukarıdan, ellerinde telsizle konuşa konuşa ateş ettiler. Koştular kovaladılar. Sonra da savaşı bizr kazandık, biz kazandık deyince karşılarındakilerin bizler olduğunu düşündüm. İçime bir acı düştü. Bunca evladımın arasında Süleymanımı düşündüm. Bize ya can güvenliği, ya ölüm. İkinsinden biri haram.’ “Süleyman ATLAS’ın öldürülmesi konusunda adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili ile aramızda geçen konuşma aynen şöyle: “Cumhuriyet - Süleyman’ın Sosyal Sigorta Hastanesi’nde işkence ile öldürüldüğü söyleniyor, doğru mu? Yetkili - İşkencenin nerede yapıldığını bilmiyorum. Cumhuriyet - İşkence yapıldığı saptandı mı? Yetkili - Delik deşik etmişler çocuğu Cumhuriyet - Otopsi raporunu verebilir misiniz? Yetkili - Veremem, ama işkence ile öldü diye yazabilirsiniz. “Sevindik Akın Köyü mezarlığında gömülen Süleyman ATLAS’ı son kez gören ağabeyi Zihni ATLAS’ın söyledikleri de devlet yetkilisini doğruluyordu. Şöyle konuştu: ‘İki saat önce kucakladım kardeşimi. Göğsünde ve yüzünde sigara yanıkları vardı. Vücudunda sivri bir mille delinmiş dört tane delik gördüm. Elinin biri kırılmış ya da koparılmış gibi sallanıyordu. Doktor olmayı çok istemişti. Hastanede işkence görerek öldürüldü. Bunu kabul etmek çok güç” “Cuma günü, saat 13.00’de başlayan saldırı Terlemez, Gazipaşa ve Yeşilyurt’ta dört can alarak saat 18.30’a dek sürdü. Faşist saldırı püskürtülürken; Çorum’da MHP’nin ileri gelenlerinden kitabevi sahibi provokatör Mehmet ŞAHİNCİ de öldürüldü. “Halk Cuma gecesini Ulukavak, Yazıbaşı, Üçevler, Cezaevi, Yeni Garajlar ve Saat Meydanı çevresinde alev içinde bir Çorum’u izlemekle geçirdi. “Güvenlik güçlerinin Çorum’un Ankara, Samsun, Osmancık, Alaca, İskilip, Ortaköy ve öteki köy girişlerinin denetimini geç saatlerde ele geçirilmeleri üzerine Çorum’u kana bulayan faşistlerden büyük bir kısmı kenti terk etti. Paşakaya, Ulusoy, Vaşalar ve Tekke Köyleri’nden getirilen faşistler Çorum dışından getirilen faşistleri bir gece ağırladıktan sonra rahatça Yozgat’a, Elazığ’a ve Erzurum’a yolcu ettiler. “Kocası Rıza CANDAN’ı yitiren Şaziye CANDAN’ın oğlu Yusuf CANDAN da ölümden döndü. Ana Şaziye CANDAN taze acısını şöyle aktardı: ‘Komşuda oturuyorduk. Yoksa Rıza’mla birlikte bizi de öldürürlermiş. Duyduğum kadarıyla oğlumu bağlayıp götürmüşler, babasını öldürüp dışarı atmışlar. Rıza’dan vazgeçtim, oğlumu aramaya koyuldum. Ellerine, ayaklarına düştüm insan sanıp, Askeriye gelmeseydi çocuğumu bulamayacaktım... Valimiz hani sokağa çıkma yasağı ilân ettiydi. Hani malınızı, canınızı bana emanet bilin demişti...’ “Etnik açıdan Türk ve Kürt, dinsel bakımdan ise Alevi ve Sünni toplulukların yoğun olarak yaşadığı Orta Anadolu’da Çorum kitle terörü ve kırımının faşist hareket için bir son olmadığı apaçık ortadadır...” 49 Katliamdan köylüler de payını alıyor Kızılkaya Köyü halkı Alevidir. Çorum’daki katliamın acı haberini radyodan ve Çorum’dan gelen komşularından öğrenmişler. Çorum’da yakınları bulunmaktadır. Yakınlarının durumunu öğrenmek için bir baba-oğul traktörle Çorum’a giderlerken yolları kesilir ve rehin tutulurlar. Bir daha da haber alınmaz. Köyün her evinde ağıt ve gözyaşları var. Kayıplarını aramaya çıkamıyorlar. Çünkü faşistler, her tarafı çevirmiş, yolları denetimlerine almışlardır. Zorunlu olarak askeri birliklerden yardım isterler. Köylülerin yanına 8 - 10 kadar jandarma verilir. Jandarmalar, köy muhtarı ve köy halkı sıra halinde ekin tarlalarının içinde yakınlarının ölüsünü aramaya çıkmışlar. Sadık ERAL, arayışı ve acı sonucunu şöyle yazıyordu: “... Mercimek tarlasına geldiklerinde tüyler ürpertici bir durumla karşılaşırlar. Paçacılara ait traktör yarı yanmış vaziyette orada bulunmaktadır. Traktörün tekerleklerinden bir kısmı yanmış, yakıt deposu patlamış, arka göbek toprağa oturmuştur. Traktör ve toprak arasında yarı yanmış durumda baba Ali PAÇACI’nın cesedi bulunmaktadır. Ceset oradan alınır. Cesedin birçok yerinde kesici aletlerle meydana getirilmiş yaralar mevcuttur. Özelikle boyun arka kısmında bulunan, boyuna yarı yarıya indirilmiş bir darbe kafayı öne düşürmüştür. Oğlu Veysel’in cesedi bulunamazr. Köylüler aramayı sürdürürler. Bu arada başka bir cesetle karşılaşırlar, arpa tarlası içinde. Bu birinci olaylardan beri kayıp olan Yoğunpelitli Kireçli Musa’nın cesedidir. Her tarafına kurt düşmüş, lastik ayakkabıları yoksul nasırlı ayaklarına yapışmıştır. Veysel’in cesedi nice sonra arazide bulunarak, hastaneye kaldırılan cesetler içerisinden teşhis edilip getirilir Kızaklıkaya Köyü’ne.” 50 “Yaydığı Köprüsü civarında şoför Ali GÜNDOĞDU ile tarla sahibi Rıza AYVAZ’ın kolları kesilmiş ve kafa derileri yüzülmüş durumda cesetleri bulunmuştur. Salman adlı bir kişinin başı kesilerek hunharca öldürülmüş; Ali TEKEL’in bacanağı Selman ESER ise kafası kesilmiş ve ayaklarından asılmış olarak bulunmuştur.” 51 Eymir Köyünden Abbas AŞAN: “Olay günü Karayollarından maaşımı aldım, köyüme dönüyordum. İkizler benzinliği yanında bir grup beni yakaladı. Sopalarla dövdüler, üzerimdeki 9 bin lirayı aldılar. Beni bağladılar. Kömür deposu yanında üstü açık mandıra olarak yapıldığını bildiğim yere götürdüler. Oraya vardığımda çeşitli yerlerinden yaralı, dayak yemiş 6-7 kişi daha vardı. Onları da bağlamışlardı. Bunlardan daha sonra ölen Hüseyin ŞİRİN’le beni sırt sırta bağladılar. İkimize de tekrar vurmaya başladılar. Biz kendimizden geçmiş durumda yerde yatıyoruz. Tanımadığım birkaç kişiyi nöbetçi bırakıp gittiler. Geceyi öylece geçirdik. Sırtımdaki bağlı Hüseyin Şirin’in öldüğünü anladım. Çünkü hiç hareket etmiyordu. Tahminen gece yarısı, ölen Hüseyin’i sırtımdan çözdüler. Tekrar elimi ayağımı bağladılar. Hüseyin’i de, ‘Bu ölmüş, atalım ekinlerin içine’ diye alıp götürdüler. Sabah olmuş gün ağarmıştı. Caniler beni ve Yaşar ÖLMEZ’i İkizlerin benzinliğinin altındaki asfalta götürdüler. Orada ikimizi yatırarak tabancayla ateş ettiler. Beni kafamdan, Yaşar ÖLMEZ’i kolundan vurdular. Öldü zannederek bırakıp gittiler. Tanımadığım, birkaç kişi gelip bizi bekçilere gösterdiler. Onlar polis çağırdı hastaneye götürüldük…” 52 İtirafçıların itirafları 28 Mayıs 1980’de başlatılan, aralıklarla devam eden ve 4 Temmuz’da doruk noktasına varan Çorum katliamında 58 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştır. Çok sayıda ev ve işyeri tahrip edilerek yakılmıştır. Bu katliamın önde gelen sorumlularından biri Ülkü Yolu Derneği Çorum Şube Başkanı Seydi (Said) ESENYEL’dir. Bu şahıs, Çorum davasının görüldüğü Erzincan Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yargılanır, müebbet hapis cezası alır. ESENYEL’in itiraf yasasından yararlanmak üzere verdiği itiraf dilekçesinde ilginç bilgiler yer almaktadır: Seydi ESENYEL: “... Mahallenin Oba Başkanı Eyüp GÜL beni evimin önünde karşıladı. ‘Başkan, Alevilere ait 30’u aşkın ev ve işyerini tahrip ettirdim. Bir yandan da ediyoruz ve 8 tane rehinemiz var’ dedi. ‘Ayrıca mahallemizde bulunan av malzemeleri satan Tüfekçi Halil diye bilinen Halil TAŞKALDIRAN’a ait av malzemeleri satan bir dükkanın soyulduğunu, elimizde 60’a yakın çift kırma ve tek kırma silah olduğunu (...) halen bir yerde çatışmanın sürdüğünü, daha da rehin alabileceğimiz 20’ye yakın insan olduğunu söyledi’. Bunun üzerine evime 500 metre uzaklıkta bulunan olay mahalline gittiğimde Eyüp GÜL beni rehinelerin yanına götürdü... Herkesin evine gitmesi gerektiğini, ancak teşkilatımızın Oba üyeleri gençlerin kalmasını emrettim. Kalan gençlere, daha evvelden tüfekçi dükkanlarından soyularak alınan tüfeklerin dağıtılmasını; yüzlerine birer maske şeklinde bez takmalarını, rehineleri alıp getirmelerini emrettim. Eyüp GÜL’e de köylülerin bu konuda tanık durumuna düştükleri için hiç değilse olay yerine kadar getirilmelerini, ancak olayı, yani katliamı, tetik çekme işini bizim gençlerimizin yapması gerektiğini, köylülerin de kendileri ateş etmiş gibi aynı suça ortak edildiklerine inandırılmalarını, ilerde konuştukları zaman, yani bu olayı anlattıkları zaman kendilerine yaşam hakkı ben ve teşkilatım tarafından tanınmayacağını bilhassa tek tek anlatılmasını, gerekirse köylülerin de vurulabileceğini emrettim. “Yine Eyüp GÜL’e, ‘Şartlar bizi bu hale getirdi. Bu eylemi gerçekleştirmek durumuna düştük. Sanmayın ki biz insan kasabıyız. Yapılan her hareket Türk Milletinin bölünmezliği ve parçalanmaması içindir... Köylülerle ve bu işi bitireceksiniz, öldüreceksiniz’ dedim... Bu olaydan sonra köylülerle birlikte gönderdiğim gençler Eyüp GÜL’ün nezaretinde geri döndüklerinde Türk Milliyetçiliği hareketi adına yapılan bu eylemler için minnettar olduğumuzu... söyledim. “... Köylüleri gönderdik... Daha sonra olayı nasıl gerçekleştirdiklerini sorduğumda, Oba muhasibi olan Uğur ÖZKİREMİTÇİ, ‘Rehineleri şehirden iki kilometre götürdükten sonra, köylüleri bahçeliklerin içinde beklettik. İşi önce biz bitirdik. Ancak hepsinin ellerinden ve bellerinden inşaat demiri ile bağlı olduklarından ayakta durmalarını sağladık. Köylüleri tekrar yanımıza alarak olay yerine vardık. Köylülere, haydi bakalım, başkanın verdiği görevi birlikte bitirelim, dedik. Birlikte ateş ettik. Ancak şu salak herifler kimi havaya kimi adamlardan öteye, kimi de 10 metre geriye ateş etmelerine rağmen olayı kendilerinin yaptığını sanıyorlar. Buna inanarak içlerinden... pişmanlık getirenler de vardı.’ Ben en iyisinin böyle olduğunu, ilerde konuşamayacaklarını söyledim...” 53 Adil ŞAHİNBAŞ: Çorum’un Hacıpaşa Köyü’nde oturmaktadır. Olay günü, faşistler köye haber göndererek yardım istemişler. Adil, 8 arkadaşıyla birlikte traktörle Çorum’a geliyor. Olaylara katıldıkları gerekçesiyle yargılanırlar. Sonuçta müebbet hapis cezası verilir. Pişmanlık yasasından yararlanmak için dilekçe verir. Dilekçenin bir bölümü şöyle: “... Çorum’a girişte barikatla karşılaştık, barikatta bizi durdurdular, kimlik kontrolü yaptılar. Barikatta kontrol yapanlar sivil halktı ‘Bunlar da bizdenmiş, Sünnilermiş’ dediler. Bu grubun içinde Ahmet ŞENGÜL, Ahmet ZEREN, Hüseyin ILDIRAN’ı tanıdım. Bizi alıp başkanın yanına götürdüler. Başkan, orada bulunan tomrukların üstünde oturmuştu. Yanında 150-200 kişi vardı. Başkan bize ve orada bulunan kalabalığa bir konuşma yaptı. İsminin bilahare Seydi olduğunu öğrendiğim Başkan, ‘Arkadaşlar, bu adamlar komünist, bunlar camilerimizi bombaladılar, bu adamların ölmesi lazım’ dedi. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Konuşmayı bizim için yaptığını sanmıştık. ‘Bizi niçin öldürüyorsunuz, biz komünist değiliz’ dediğimizde, ‘Siz değil, elimizde komünist rehineler var, onlar için söylüyorum’ dedi. Sonra orada bulunan topluluğa, ‘Teşkilat adamlarımız kalsın, diğerleri dağılsın’ dedi. Orada kalan kişilere birer tüfek verdiler. ‘Silahsız kimse kalmasın, gidin rehineleri alın gelin’ dedi. Biz orada durduk, rehineleri getirdiler. Bize de ‘Siz de bizimle beraber gelin’ dediler. Getirilen rehineler 6 erkek, bir kadın olmak üzere 7 kişilerdi. Bu rehinelerin üçünü bir, üçünü bir ayrı ayrı bağlamışlardı. Kadının elleri ve gözleri ayrı bağlı idi. Maskelilerden bir kısmı bu rehinelerin kollarına girdiler. Rehinelerle beraber Hıdırlık semtinden aşağıya indik, tahminen bir veya iki kilometre uzaklaştık. Orada bize ‘Siz burada durun’ dediler. Bizim başımızda da 20 kadar maskeli kişi silahla bekliyorlardı. Diğer 10 kadar maskeli kişi de rehineleri alıp 200 metre uzağımıza kadar götürdüler. Orada silah sesleri gelmeye başladı. Biz hâlâ korku içindeydik, ya şimdi bizi de öldürürlerse... Rehineleri götüren maskeliler geri geldiler. Bize ‘Siz de gelin, bu adamların işini bitirelim’ dediler. Biz de korku belası beraberinde gitmek zorunda kaldık. Oraya gittiğimizde, adamları karanlıkta zor görebiliyorduk. Bu rehine dedikleri kişilerin bir kısmı oturmuş vaziyette, kimisi yatmış vaziyette idiler. Bu maskeli kişiler önce ateş ettiler, bize de ‘Siz de ateş edin’ dediler. Biz de ateş ettik. Hep beraber geri döndük ve başkanın yanına gittik. Başkan maskelilerin içinde birini yanına çağırdı, konuştular. Ne konuştuklarını duymadık. Ondan sonra Başkan biz köylülere döndü ‘Sizin yapmış olduğunuz bu iyiliği unutmayacağız, milliyetçilik dediğin böyle olur. İslamiyet böyle korunur’ dedi. ‘Bu olayı kimseye söylemeyeceksiniz, söylerseniz sizin akibetiniz de böyle olur’ diyordu. ‘Eğer başka yerde söylerseniz kendinizi kurtaramazsınız. Çünkü siz de olaya katıldınız; şimdi sizi bırakıyoruz, köyünüze gidin’ dedi. Biz bunlardan kurtulduğumuza şükrettik... Bunu şimdiye kadar sakladım. Çünkü üzerimde baskı ve tehdit vardı, aile durumumdan korkuyordum. Çorum Cezaevinde bize seminer veriyorlardı. Seminer verdikleri için aleyhimize dava açıldı, korkumuzdan semineri verdiklerini de inkar ettim... “Bu olayın açığa kavuşturulmasını istiyorum; kendi irademle yapmadım. Rehineler, biri kadın, 6 erkekti. Sonra 8 kişi dediler, benim gördüğüm 7 kişilerdi... Pişmanım pişmanlık yasasında yararlanmak istiyorum. Suçsuzum… 11. 06. 1985” 54 Şov yapan siyasiler Süleyman DEMİREL (Başbakan): “Eğer bu fitne CHP’den destek görmezse, devlet bu fitneyi çok kısa bir zamanda söndürür. CHP neyi söylemeye çalışıyor. Günlerdir bu mesele ile uğraşıyoruz. Hükümetin bir yerde mesele çıkarmasından, kargaşa çıkarmasından memnuniyet duyabileceğini söylemek tamamen sadizmdir. Bundan daha büyük bühtan düşünülemez. Bunları söyleyen çılgındır. Bu hadiselerin karşısında hükümet vardır. Arkasında değil... Kimin nerede olduğu belli. Bu hadiselerin hepsinin arkasında CHP var, bunların hepsinin karşısında hükümet var. AP ve onun hükümetinin yolu sulhtan, sükunetten, kardeşlikten, insanlıktan, bolluktan, imandan ve kalkınmadan geçer...” Başbakan DEMİREL, “Çorum olaylarının arkasında CHP var dediniz. Acaba sağ eylemcilerin bu olaylarda hiçbir etkisi olmamış mıdır?” şeklinde bir soruyu şöyle yanıtlamıştır: “Burada sağ-sol tartışması yapmaya hacet yok. Olay, iki polis öldürülerek başlıyor. Tamam mı? 22 vatandaş öldürülmüş, günah değil mi? Kim öldürüyorsa bunun tümünün karşısına çıkmak lazım. Meseleyi saptırmamak, yanlış istikamete götürmemek lazım, tekrar ediyorum, kışkırtıcıların, bölücülüğün hamisi Halk Partisidir...” 55 Bülent ECEVİT ( CHP Genel Başkanı): “Devlet Hastanesi iyi niyetli çabalara karşın, sağlık görevini yapma bakımından yetersizdir. Buradaki yaralılar Ankara’ya getirilememiştir. Bu da yaralıların ifadeleri Çorum’da baskı ortamı içinde alınacak demektir. SSK Hastanesi ise bir militan kesiminin işgali altındadır. Türk Silahlı Kuvvetleri‘ne hakaret dolu sloganlar bu hastaneden haykırılmaktadır. Olayları sağcı militanların başlattığı bilindiği halde iktidar bunu saklayıp bir komünistlik tehlikesi varmış görüntüsü vermeye çalışmaktadır. Sayın Başbakan DEMİREL’in bazı sözleri de kışkırtıcı niteliktedir. Bizim gensorumuz ile daha önceki olaylar arasında bağ kurmuştur. Hükümetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadadır. “Çorum’da göç başlamıştır. Türkiye, hızla bölünmeye gitmektedir. Bazı karanlık niyetli kişilerin Türkiye’yi Vietnam’a, Yemen’e ve Kore’ye çevirme gayreti içinde oldukları görülmektedir. Bölgemiz çok yönlü bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tür kışkırtmaların ulusal birliği en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde vatandaşları kıyıma kaldırtacak şekilde yapılmasının milliyetçilikle ilgili yoktur. Türkiye’nin bu durumdan kurtuluşu sağduyuya, kışkırtmalara kapılmaktan kaçınmaya bağlıdır. CHP heyeti, Alevi ve Sünni yurttaşların bu durumdan tedirgin olduklarını ve barış içinde yaşamak istediklerini görmüştür...” 56 Alpaslan TÜRKEŞ (MHP Genel Başkanı): “... Türkiye’nin gündeminde silinmeyen temel mesele olarak devlet ve rejim düşmanlarının yıkıcılk ve bölücülük gayretleri devam etmektedir. Allahı bir, kitabı bir, vatanı ve devleti bir olan milletimiz birbirine düşürülmek için türlü ihanet tertipleri ile karşı karşıyadır. Son günlerde Sivas, Merzifon ve Çorum’da vuku bulan müessif hadiseler bu ihanetin de bir ölçüde yaygınlaştırıldığını göstermektedir. Çorumluların da, milletimizin fertlerinin de bu parçalanma hareketi karşısında uyanık ve soğukkanlı olmaları şarttır. Kaybedecek veya feda edecek bir şeyimiz yoktur. Milletimiz birlik ve bütünlük içinde istikbale yürümek zorundadır. Hükümet, siyasi gücü ne olursa olsun cesaret ve kararlılıkla olayların üzerine yürümelidir. Güvenlik duygusu süratle temin edilmelidir...” 57 Necmettin ERBAKAN (MSP Genel Başkanı): MSP Genel Başkanı Erbakan, Başbakan Süleyman DEMİREL’e şu telgrafı gönderir: “Çorum’da anarşinin fevkalade önemli bir noktaya ulaşarak, bir iç savaş boyutlarına vardığı müşahade edilmektedir. Şu ana kadar gelen ajans haberlerine göre 15 yurttaşımız bu olaylarda hayatını kaybetmiştir. Ve çok büyük mal ziyanı vardır. Henüz şehirde kontrol da sağlanabilmiş değildir. Tarafsız bir tutumla ve olayların daha vahim boyutlara ulaşmasını önlemek için kararlılıkla olayların üzerine gidilmesi gerekmektedir. Aksi halde bu alev yurdun başka yerlerine de yayılarak daha vahim neticelerin doğmasına sebep olabilir. 50 milyon vatan evladının birliği, beraberliği ve kardeşliğini burada tekrar ifade eder, yaralılara acil şifa, olayda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilerim...” 58 Basında yankılar Tercüman (07. 07. 1980) “Yapılan operasyonlar sırasında önceki günkü olaylarda öldürülmüş 5 kişinin cesedi bulundu. Ölenlerin sayısı 20’ye yükseldi. Savcı, operasyonlar sonucu 322 kişinin gözaltına alındığını bildirdi.” Milliyet (03. 07. 1980) “Çorum’da önceki akşam başlayan olaylardan gece 1 kişi, sabaha karşı da 3 kişi ölmesi nedeniyle saat 06.00’dan başlamak üzere ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konuldu... önceki gün sağ teröristler, dağıttıkları bildiri ile halkı cihada çağırmışlar; daha önce gruplar halinde kentin Ulukavak, Çatalhavuz Mahalleleri ve SSK Hastanesinin çevresindeki CHP’li ve sol görüşlü kişilere ait evleri yakmaya başlamışlardır. Sol görüşlülerin oturduğu semtlerin telefonları kesilmiştir. “Sağ görüşlü teröristler, SSK Hastanesi çevresindeki apartmanlara yerleştirdikleri uzun menzilli tüfeklerle evlere ateş açmaya başlamışlardır. Buradaki yurttaşların bazıları yaralanmış, daha önce saldırı nedeniyle boşaltılan sol görüşlü kişilere ait evler yakılmışlardır. Yangını söndürmeye giden itfaiye engellenmiştir.” Milliyet (05. 07. 1980) “Milönü semtinde dün Alaaddin Camii’nin yanına bir patlayıcı atılması üzerine yakında bulunan bazı gruplar arasında çatışmalar çıkmıştır. Uzun menzilli silahların da kullanıldığı bildirilen çatışmalar daha sonra diğer mahallelere sıçramış ve sokak çatışmalarına dönmüştür. Saat 13.00’de vali, yeniden sokağa çıkma yasağı koymuş. Çeşitli araçlarla halka duyurmaya çalışmış. Ancak önlenememiştir. Bu arada sağ teröristlerce kentin Üçevler ve Çiftlikpınar yöresinde içme suyu şebekesi kesilerek yollara barikatlar kurmuşlardır. “Olayların başladığı saatlerde Ankara’ya ‘Ölüyoruz-Yanıyoruz’ şeklinde yardım isteme telefonları gelmiş. Ancak kısa süre sonra Çorum’la tüm haberleşme kesilmiştir. Saldırganların, belirli mahallelerde çıkardıkları yangın devam etmiş, 30’u aşkın ev yakılmıştır. Yangın bölgesine güvenlik kuvvetleri dahil hiç kimsenin giremediği olaylarda ölü ve yaralı sayısı belirlenememiştir.” Cumhuriyet (04. 07. 1980) “Önceki gün ve dün gece sokağa çıkma yasağına karşın faşistler, bombalı ve silahlı saldırılarını sürdürmüşlerdir. Olaylarda 3 kişi öldürülmüş, 5 kişi yaralanmıştır. “İskilip yolu üzerinde Yıldız Kiremit Fabrikası yanında dün öğleden sonra kimliği belirlenemeyen iki ceset daha bulunmuştur. İki gün içinde öldürülenlerin sayısı 7’ye çıkmıştır. “Esnafevleri semtinde de bir özel otomobil yakılmıştır. Nurettinbey Caddesi ile Garajlar çevresinde saldırılarını sürdüren faşistler çok sayıda işyeri yakmışlardır. “Çorum halkı, faşistlerin yoğun olduğu ve üssü olan mahallelerde arama yapılmamasını eleştirmişlerdir. “Alaca’da önceki gün 1000 kadar faşist grubun saldırıya geçerek 50 işyerini tahrip etmesi ve 8 kişinin yaralanması ortamı gerginleştirmiştir. “Bir grup faşist, Mecitözü ilçesine bağlı Hisarkavak köyünü basarak Bektaş ÜNAL adında bir işçiyi öldürmüşlerdir. 3 kişi de yaralanmıştır. Köy halkı Mecitözü’ne giderek protestoda bulunmuşlardır.” Cumhuriyet (06. 07. 1980) “Çorum’da göç sürerken ölü sayısı halen artıyordu. Evleri saldırıya uğrayan Çorumlulardan bir bölümü ölüm korkusu ile kamyonlarla kentten ayrılmaya başlamışlardır. Faşistlerin, kendilerini engellemek isteyen askerlere ‘Komünist asker Moskova’ya’ diye slogan atmalarını, Menzil Komutanı Tümgeneral Remzi GÜVEN ‘Olay maalesef doğrudur’ demiştir. “İskilip yolu üzerinde Yazı Mahallesinin çıkışında biri kadın 7 kişinin elleri bağlı olarak tabancayla vurulmuş cesetleri bulunmuştur. Çorum SSK Hastanesinde 7 kişi de dahil olmak üzere toplam 17 ceset bulunmaktadır.” Hürriyet (06. 06. 1980) “Bir Alevi vatandaşa ait Ambalaj Fabrikası yakıldı. Çimento Fabrikasının işçileri can güvenliği olmadığı için işbaşı yapmadı. “Bir grup saldırgan, kömür almak için sıra bekleyenlere saldırarak dağıttılar, burada çalışan 16 görevliyi de tehdit ettiler. “Merkeze bağlı 2 köyün 5’inin giriş ve çıkışlarının kurulan barikatlarla kontrol altına alındığı bildirilmiştir.” Hürriyet (05. 07. 1980) “Cuma namazının kalındığı Ulu Cami’de hoca vaaz verirken, kimliği saptanmayan bir genç, camiye girip ‘Alaaddin Cami’sini yaktılar. Siz ne duruyorsunuz?’ diye bağırdı. Aynı anda haber kent içindeki diğer camilere de ulaştırıldı. Bunun üzerine silahını, kazma küreğini, demir çubuk ve sopalarını kapan vatandaşlar camilerin önünde toplanıp ‘Allah Allah, Allah-u Ekber’ diye bağırdılar. Tüm camilerin etrafı sarıldı ve taşlı, sopalı, silahlı çatışmalar bir anda başladı. Çeşitli kollardan, bombalanarak yakıldığı öne sürülen Alaaddin Camine doğru halk koşmaya başladı. Dükkanlar kapandı. Bir anda ellerinde silahlarla sopalarla yurttaşlar sağa sola koşuşurken, Milönü Semtinde bu gruplar üzerine otomatik silahlarla ateş açıldı. Kentte güvenliği sağlamaya çalışan Komando Birliği ise halkı uyarmak için zaman zaman havaya ateş etti.” d) Bilanço 1980 Öncesi Çorum’da Meydana Gelen Siyasal Cinayetler ·Ergül BAŞ (Öğrenci) 22.03.1977 Sol ·Hüseyin YILMAZ (Çiftçi) 25.04.1977 Sol ·Mustafa KURU (İşçi) 29.04.1977 Sol ·C. Yalçın KILIÇ (Öğrenci) 20.10.1977 Sağ ·Mustafa ODABAŞI (Çiftçi) 10.12.1977 Sol ·Mehmet ÇIPLAK 10.12.1977 Sağ ·Resul ÖZTÜRK (Öğrenci) 03.11.1978 ·Hasan KUŞ (Bekçi) 21.08.1978 ·Halil ÖZER 04.01.1980 ·Hıdır SARIKAYA 27.02.1980 Sol ·Cemal KEÇELİ (Mobilyacı) 25.03.1980 Sol ·G. Naci BAYRAKTAR (Öğr.) 31.03.1980 Sol ·Mahmut SOLAK (Şoför) 05.04.1980 Sol ·Satılmış TUMRUK (İşçi) 01.05.1980 Sağ ·Servet YILDIRIM (Öğretmen) 29.05.1980 Sol Çorum Katliamı ·Muzaffer YEŞİLYURT (Polis) 30.05.1980 Çorum Katliamı ·Abdullah KOÇAK (Polis) 31.05.1980 Çorum Katliamı ·Selahattin ARDIÇ (Çiftçi) 03.06.1980 Sol Çorum Katliamı ·Musa KİREÇLİ 03.06.1980 Sol Çorum Katliamı ·Yahya BARAN (Şoför) 04.06.1980 Sağ Çorum Katliamı ·Osman AKSU 04.06.1980 Sağ Çorum Katliamı ·Kazim GÜLER 23.06.1980 Sol Çorum Katliamı ·Şeref ŞAHİN 23.06.1989 Sol Çorum Katliamı ·Necati GÖKTAŞ (Memur) 26.06.1980 Sol Çorum Katliamı ·Mustafa ÖZDEMİR 02.07.1980 Sağ Çorum Katliamı ·Abdullah SUCU (Emekli Memur)02.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Ali ŞAKAR 02.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·İsmet SOLMAZ 02.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Bektaş ÜNAL 03.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Mustafa TAHTASI 03.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Seydi ÖZDEMİR 03.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Selime ESER 03.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Dursun ERKOÇ 03.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Mehmet YILMAZ 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Süleyman ÜREYEN 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Ahmet DOĞAN 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Veli SOLMAZ 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Şükrü YALÇIN 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Halil BÜGÜRÜ 04.07.1980 ·Gökçen KARTAL (Ev Hanımı) 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Rıza AYBARS 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Hasan BAĞZIK 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Rıza CANDAN 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Süleyman ATLAS 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Raif ERDEM 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Mehmet ŞAHİNCİ 04.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Aziz ÖZKAYA 04.07.1980 Sağ Çorum Katliamı ·Mustafa YILDIRIM 04.07.1980 Sağ Çorum Katliamı ·Hatim DURSUN (Ev Hanımı) 06.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Ali GÜNDOĞDU 06.07.1980 Çorum Katliamı ·Ali BAÇACI 06.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Nurettin BAYDEMİR 06.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Ali AYDEMİR 07.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Cumali BAĞCI 07.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Hüseyin ŞİRİN 07.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Musa ACAR 07.07.1980 Çorum Katliamı ·Mehmet KAYGISIZ 07.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Aziz GÜNDOĞDU 07.07.1980 Sol Çorum Katliamı ·Hüseyin ÖZDEMİR 07.07.1980 Sol Çorum Katliamı Temmuz 1980’de Çorum’da yapılan katliamda yaşamını yitirenlerin bir bölümünün adını tespit edemedik. Bu katliamda 200’e yakın kişi de yaralanmıştır. KAYNAKLAR 1) Cüneyt ARCAYÜREK, Darbeler ve Gizli Servisler, s. 221-22 2) Çorum Gazetesi, 23. 07. 1980 3) Milliyet Gazetesi, 30-31. 05. 1980 4) Sadık ERAL, Çaldıran’dan Çorum’a Anadolu’da Alevi Katliamı, Yalçın Yay., İstanbul 1993, s. 88-90 5) Sadık ERAL, a.g.e., s. 94 6) Cumhuriyet Gazetesi, 02. 06. 1980 - Sadık ERAL, a.g.e., s. 98 7) Yenigündem Dergisi, Sayı 70, (05-11 Temmuz 1987) 8) Sadık ERAL, a.g.e., s. 99 - 100 9) Çorum Gazetesi, 21. 07. 1980 10) Sadık ERAL, a.g.e., s.103-105 11) Cumhuriyet, 08. 06. 1980 12) Cumhuriyet, 08. 06. 1980 13) Hürriyet, 05. 06.1980 14) Sadık ERAL, a.g.e., s.101 15) Sadık ERAL, a.g.e., S. 114 16) Hürriyet, 07.06.1980 17) Nokta Dergisi, Sayı 22 , s. 21(8 Haziran 1986) 18) Cumhuriyet, 13. 06. 1980 19) Reha ÖZ - Mahmut TUNABOYLU, Cumhuriyet, 20. 06.1980 20) Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Cumhuriyet, 29. 06. 1980 21) Cumhuriyet, 07. 06. 1980 22) Aydınlık Gazetesi, 09. 07. 1980 23) Sadık ERAL, a.g.e., s.119 24) Sadık ERAL, a.g.e., s.124 25) Sadık ERAL, a.g.e., s.121-122 26) Çorum Gazetesi, 24. 07. 1980; Tercüman Gazetesi, 1980 27) Saygı ÖZTÜRK, Hürriyet, 07. 07. 1980 28) Çorum Gazetesi Sahibi Rıza ILIMAN’ın Arşivinden 29) Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazeteleri, 03. 07. 1980 30) Çorum Gazetesi, 26. 07. 1980 31) Nokta Dergisi, Sayı 22, s. 21, (8 Haziran 1986) 32) Cumhuriyet, Milliyet Gazeteleri, 04. 07. 1980 33) Sadık ERAL, a.g.e., s.125 34) Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet Gazeteleri, 05. 07. 1980 35) Çorum Gazetesi, 30. 07. 1980 36) Sadık ERAL, a.g.e., s.129-131 37) Sonhavadis, Cumhuriyet, 06. 07. 1980; Tercüman Gazetesi, 07. 07. 1980 38) Çorum Gazetesi, 28. 07. 1980 39) Nokta Dergisi, Sayı: 22, s. 14, (8 Haziran 1986) 40) Sadık ERAL, a.g.e., s.159 41) Cumhuriyet, 14. 07.1980 42) Milliyet, 07. 07.1980 43) Cumhuriyet, 09. 07.1980 44) Cumhuriyet, 08. 07.1980 45) Cumhuriyet, 09. 07.1980 46) Aydınlık Gazetesi, 08. 07.1980 47) Çorum Gazetesi, 31. 07. 1980 48) Sadık ERAL, a.g.e., s.146-147 49) Cumhuriyet, 09. 07. 1980 50) Sadık ERAL, a.g.e., s.151-152 51) Aydınlık Gazetesi, 08. 07.1980 52) Çorum Gazetesi, 30. 07.1980 53) Nokta Dergisi, Sayı: 22, s. 14-17, (8 Haziran 1986) 54) Erzincan Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Dosyası 55) Cumhuriyet, 11. 07. 1980 56) Milliyet, 11. 07. 1980 57) Tercüman, 06. 07. 1980 58) Milliyet, 06. 07. 1980; Cumhuriyet, 09. 07. 1980 YARDIMCI KAYNAKLAR 1) Oğuzhan MÜFTÜOĞLU, Türkiye Gerçeği, Patika Yay., İstanbul 1989 2) O. Tayfun MATER, Devrimci Yol Savunması, Simge Yay., Ankara 1989 3) Muzaffer İlhan ERDOST, Faşizm ve Türkiye, Onur Yay., Ankara 1995 DERGİLER 1) Nokta Dergisi, Sayı: 22, (8 Haziran 1986) 2) Yenigündem, Sayı: 70, (5-11 Temmuz 1987)