Bugün, kanlı bir günlemenin onuncu yıldönümü…
Türkiye’nin toplumsal tarihine “Sıvas Cankırımı” olarak geçen şeriatçı topluöldürüm olayı, 2 Temmuz 1993 tarihinde, Cumhuriyet’in tohumlarının atıldığı bir kentte gerçekleşti. Köktendinci eylemciler, laik cumhuriyete karşı düşmanlıklarını, kalkışma sırasında sık sık yineledikleri “Cumhuriyet Sıvas’ta kuruldu, Sıvas’ta yıkılacak!” sloganıyla açığa vurdular. 37 kişinin yanarak ve dumandan boğularak yaşamını yitirdiği “Madımak Yangını”, hâlâ yüreklerimizdeki sıcaklığını koruyor. Bu olayda ben şahsen, yakın dostlarım Metin Altıok, Behçet Aysan, Asaf Koçak ve Nesimi Çimen’i yitirdim. Asım Bezirci ve Uğur Kaynar da yazın çevresinden tanıdığım insanlardı. Böylesine büyük bir acıyı unutmak olanaklı değil.
“Sıvas Davası”, tam sekiz yıl süren çetin bir hukuk sürecinden sonra 2001 yılında sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca, cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma girişiminde bulunan sanıklardan 33’ü TCY’nin 146/1. maddesine göre idam cezası aldı; dördü 20 yıl, biri 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Böylece toplam 38 sanık, esas olarak TCY’nin 146. maddesini ihlal suçundan hüküm giymiş oldu.
Sanıklara verilen cezalar, “Sıvas Cankırımı”nda yakılarak öldürülen aydınları, sanatçıları kuşkusuz geri getiremezdi. Ama, sekiz yıllık gecikmeyle de olsa, bu gerici kalkışmanın laik cumhuriyete yönelik bir nitelik taşıdığının yüksek yargı kararıyla tescil edilmesi, şeriat tehlikesi karşısında toplumun daha duyarlı ve uyanık olması konusunda uyarıcı bir işlev gördü.
Davanın öyküsü
“Sıvas Davası”, yargı süreci sona ermiş olsa da, toplumsal açıdan “bitmemiş bir dava”dır. Binlerce kişinin örgütlü olarak yer aldığı bu kanlı gösterinin gerçek düzenleyicileri ve eylemin ardındaki örgütler, devlet kurumlarının görevlerini yapmaması yüzünden ortaya çıkarılamamış; hakkında dava açılan 106 sanıktan yalnızca 38’i cezalandırılmıştır. Üstelik dava, başlangıçta devletin adli mercilerince “adi bir olay” gibi sunularak, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ya da bireysel adam öldürme çerçevesinde ele alınmış ve cumhuriyet tarihimizin bu en büyük şeriatçı ayaklanması, ısrarla TCY’nin 146. maddesi dışında tutulmaya çalışılmıştır. Bu amaca ulaşmak için de, Sıvas olayı, bütünlüğünden koparılıp parçalara bölünerek birkaç yargı yerinde ayrı ayrı davaların konusu yapılmak istenmiştir. Sekiz yıl süren yargılamanın her aşamasında Sıvas mağdurlarının avukatları büyük engellerle karşılaşmış, küfür ve tehditlerle sindirilmeye çalışılmış, zaman zaman da mahkeme salonunda sanıkların ve sanık vekillerinin sözlü ve fiili saldırılarına hedef olmuşlardır.
Duruşmalar başlıyor
Sıvas cankırımıyla ilgili ilk dava, olaydan 18 gün sonra, 20 Temmuz 1993 tarihinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’na aykırılık savıyla Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açıldı. 22 Temmuz 1993’de ise Sıvas Ağır Ceza ve Asliye Ceza mahkemelerinde aynı olayla ilgili iki ayrı dava daha açıldı. Davalar, olayın kamuoyunda yarattığı büyük tepkiyi yatıştırmak amacıyla, kısa sürede ve ciddi bir hazırlık yapılmadan açılmıştı. Tüm kanıtlar toplanmamış, sanıklardan pek çoğu yakalanmamıştı. Hazırlık soruşturması ise, aynı yasa kapsamında başka davalarda yargılanan sol örgüt üyelerinden farklı olarak, gözaltında sanıkların birbirleriyle teması sağlanarak ve her türlü kolaylık gösterilerek gerçekleştirilmişti. Üstelik, daha işin başında, kanıtlar tam değerlendirilmeden, 60 sanık hakkında savcılıkça “takipsizlik” kararı verilerek, dava dosyasındaki sanık sayısı azaltılmaya çalışılmıştı.
Müdahil avukatlar, aynı konuda üç ayrı dava açılmasını hukuka aykırı buldular ve davaların, “Anayasal düzene karşı şeriatçı amaçlarla kalkışma” eylemine uyan TCY’nin 146. maddesi kapsamında değerlendirilerek dosyaların DGM’de birleştirilmesini istediler. Bu arada, Kayseri ve Sıvas’ta açılmış olan davalar, olay yerinde ve Kayseri’de güvenlik sorunu yaratacağı gerekçesiyle Ankara’ya nakledildiler. Nakilden sonra Ankara 3. Ağır Ceza ve 19. Asliye Ceza mahkemeleri, eylemin “şeriatçı kalkışma” olduğunu, “örgütlü, planlı, organize tek suçtan söz edilmesi gerektiğini” ve suçun TCY’nin 146. maddesi içinde ele alınmasının uygun olacağını belirterek görevsizlik kararı verdiler. Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı da 20 Eylül 1993 günlü yazısıyla, aynı doğrultuda görüş bildirdi. Ancak, Ankara 1 Numaralı DGM bu kararları ve Başsavcılık istemini yerinde bulmayarak, görev konusundaki uyuşmazlığın çözülmesi için dosyayı Yargıtay’a gönderme kararı aldı. Üyelerden Yargıç Yarbay Ertan Urunga, davanın DGM’de görülmesi gerektiğini belirterek bu karara karşı çıktı.Yargıtay 10. Dairesi, 8 Kasım 1993 tarihinde verdiği kararla, Ankara Ağır Ceza ve Asliye Ceza mahkemelerinin daha önceki görevsizlik kararlarını yerinde buldu. Böylece dava, 21 Ekim 1993 tarihinde yeniden Ankara DGM’de görülmeye başlandı.
Sıvas Davası’na, Türkiye Barolar Birliği ve Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar büyük destek verdiler. Çeşitli illerden 300 kadar avukat, gönüllü olarak mağdur yakınlarını savunmak için duruşmalarda görev aldı. Ayrıca, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Alevi Birlikleri Federasyonu, davanın düzen içinde yürütülmesi ve hukuksal giderlerinin karşılanması için büyük çaba gösterdiler.
25 Mart 1994’teki duruşmada Savcı, 51 sanığın salıverilmesini istedi. Daha önceki salıvermelerle tutuklu sayısı zaten 78’e düşmüştü. Öğleden sonraki oturumda mahkeme, 26 kişinin daha salınmasına karar verdi. Aynı oturumda, müdahil avukatların tüm itirazlarına karşın, mahkeme heyeti “Gizlilik” kararı aldı. Bu kararla davanın mahkeme salonuna hapsedilmesi ve kamuoyunun dikkatinden kaçırılması amaçlanıyordu. Müdahil avukatlar kararı protesto ederek, davanın bundan sonraki oturumlarına katılmayacaklarını açıkladılar.
Bu gergin koşullarda duruşmalar birbirini izledi. Sonunda mahkeme, 26 Aralık 1994 günlü oturumunda kararını açıklayarak, yirmi iki sanık hakkında 15, üç sanık hakkında 10, bir sanık hakkında 5, elli dört sanık hakkında 3, altı sanık hakkında 2 yıl ceza; 37 sanık hakkında beraat, bir sanık için de tefrik (dosyayı ayırma) kararı verdi. Katliam sanıkları, bu hafif cezalar karşısında bile mahkeme heyetine saldırmaktan geri durmayarak, ceplerindeki bozuk paraları, çakmakları, kalemleri kürsüdeki yargıçların yüzüne fırlattılar. Küfürler ve sloganlar arasında ilk perde kapandı…
Düş kırıklığı
Mağdur yakınları ve müdahil avukatlar için tam bir düş kırıklığı yaratan bu karar, Sıvas katliamını “adiyen adam öldürme” bağlamında değerlendiriyor ve sanıkların örgütlü kalkışma girişimini gizlemeyi amaçlıyordu. DGM’nin bu kararı müdahil avukatların yanı sıra, cezaları çok bulan sanık vekillerince de temyiz edildi. Bu süre içinde, DGM heyetinde kimi değişiklikler olmuştu. Uzun bir inceleme sürecinden sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 6 Haziran 1996 tarihinde, müdahillerin hukuksal değerlendirmesine katılarak, 42 sanık hakkında TCY’nin 146/1., 39 sanık hakkında 146/3. maddelerinin uygulanmasını istedi. Bozma kararı üzerine yargılama yeniden başladı. Mahkeme bu kez esas olarak Yargıtay kararına uyarak TCY’nin 146. maddesine aykırılık savını benimsedi. Böylece, toplam 38 sanık, TCY’nin 146. maddesinin çeşitli fıkralarına aykırı davranıştan çeşitli cezalara çarptırıldı. Ancak, davayla ilgili “usül” sorunları bitmek bilmiyordu. Kimi sanıkların doğum kayıtlarında “Nüfus Müdürlüğü mührünün okunaksız olduğu” gibi gerekçelerle dava dosyası, daha uzun yıllar yerel mahkeme ve Yargıtay arasında gidip geldi. Sonunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 4 Mayıs 2001 tarihinde, birkaç sanığın Pişmanlık Yasası’ndan yararlanma istemiyle ilgili hüküm konulmaması yönünden kararı yeniden ve kısmen bozmakla birlikte, tüm sanıkların mahkûmiyet kararını onadı. Böylece, idam cezaları yönünden karar kesinlik kazanmış oldu.
Suçlu yaratma çabaları
Bu davanın yargılama aşamasında, olayın karanlık yönleri tümüyle aydınlatılamadı. Öte yandan, haklarında tutuklama kararı bulunan sanıklarından, başta Sıvas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak olmak üzere dokuz şeriatçının Almanya ve Suudi Arabistan’a sığındıkları öğrenildi. Sıvas olayına adı karışanlardan, dönemin Sıvas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, daha sonra Refah Partisi’nden milletvekili seçildi. Aynı partinin Sıvas milletvekili (şu anda AKP’nin Başbakan Yardımcısı) Abdüllatif Şener, Meclis Araştırma Komisyonu’nun konuyla ilgili raporuna “karşı oy yazısı” yazarak, Sıvas’taki olaylardan Aziz Nesin’i sorumlu göstermeye çalıştı.Yine aynı partinin milletvekillerinden ve Refah-Yol Hükümeti’nin Adalet Bakanı Şevket Kazan, hem avukat, hem bakan olarak Sıvas katliamcılarına her türlü yardımı yapmaktan geri durmadı. Ayrıca belirtmek gerekir ki, şeriatçı eylemler sırasında Sıvas Valisi olan Ahmet Karabilgin, olayları, “devlete karşı irticai tertip ve kalkışma” olarak değerlendirirken, aymazlık içindeki DYP-SHP Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, “Yangın, önceden planlanmış bir olay değil, topluluk psikolojisi ile ortaya çıkmıştır” diyerek, birçok sağcı politikacı gibi o da olayların sorumlusu olarak Aziz Nesin’i gösterdi. İşte bu koşullarda görülen Sıvas Davası’nda, topluöldürümün köktendinci kahramanları (!), sokaklardan sonra, mahkeme salonunu da büyük bir pervasızlıkla savaş alanına çevirmekten çekinmediler. İzlediğim karar duruşmasında, DGM yargıçlarının bu saldırganları engelleme yerine, adeta kaçarak mahkeme salonunu terk etmelerine tanık oldum.
Aradan on yıl geçmesine karşın, şeriatçı kesim, Sıvas olayını çarpıtmak için hâlâ yeni senaryolar üretmekten geri durmuyor. Köktendinci basının son aylardaki boy hedefi ise, Sıvas cankırımından şans eseri kurtulan sanatçı Arif Sağ. Madımak Oteli’nde, aralarında Muhlis Akarsu’nun da bulunduğu en az iki kişinin Arif Sağ’ın tabancasından çıkan kurşunlarla öldüğü savı, özellikle internet ortamında el altından yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Ne var ki, 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan “Sıvas Cankırımı”nın şeriatçı bir ayaklanma girişimi olduğu gerçeğini bu tür düzmece haberlerle değiştirmek olanaklı değil… Güneşi balçıkla sıvama ve mızrağı çuvala sığdırma çabaları, bugüne değin olduğu gibi bundan sonra da sonuç vermeyecektir.
Aleviyol, 2.7.2003
Belgeler